İzmir Mimarlık Merkezi'nde düzenlenen basın açıklaması, Çeşme yarımadası için umut verici bir dönüm noktasını işaret etti. Geçtiğimiz hafta kesinleşen Danıştay kararı, yıllardır tartışılan ve halkın büyük tepkisiyle karşılanan Çeşme Turizm Projesi'ne son noktayı koydu.
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle başlatılan proje, İzmir Çeşme Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi adı altında Çeşme yarımadasındaki 16 bin hektarlık devasa bir alanı kapsamına alıyordu. Bu rakam, 22 bin 400 futbol sahası büyüklüğünde bir alana denk geliyor ve projenin ölçeğini gözler önüne seriyor.
Proje kapsamına alınan alanlar arasında 47 kilometre uzunluğundaki sahil şeridi, beş ada, 5 bin hektarlık orman alanı, içme suyu koruma havzaları, doğal sit alanları, nitelikli tarım arazileri, zeytin bahçeleri ve kültürel ve arkeolojik miras bölgeleri bulunuyordu. Özetle, Çeşme yarımadasında mevcut yerleşim alanlarının dışında kalan tüm bölgeler bu projenin hedefindeydi.
Bu cennet bölgeye planlanan dönüşüm ise oldukça tartışmalıydı. Mega yat marinaları, golf sahaları, sahil otelleri ve lüks rezidanslar yapılması öngörülüyordu. Bu tesisler, yatırımcılara intifa hakkı vererek imtiyazlı bir azınlığın özel kullanımına sunulacak, yarımadanın büyük bir bölümü kontrollü erişimli bağımsız bir özel yetki alanına dönüştürülecekti.
Danıştay 6. Dairesi, bu kararı ilk olarak İzmir Çeşme Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi ilanının iptaline hükmetmişti. İdarenin bu karara karşı yaptığı itiraz ise Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından reddedildi ve böylece karar kesin hüküm niteliği kazandı.
Basın açıklamasında söz alan Avukat Arif Ali Cangı, konunun hukuki boyutunu şu sözlerle açıkladı: "Anayasada Devletin niteliği Hukuk Devleti olarak tanımlanmıştır. Hukuk devletinde elde edilen yargı kararlarına karşı aynı alanın tekrar turizm bölgesi ilan edilmesi mümkün değildir."
Bu davayı açan taraflar arasında çok sayıda sivil toplum kuruluşu ve 103 vatandaş yer aldı. Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, İzmir Barosu, İzmir Tabip Odası, İzmir Yaşam Alanları, Ege Çevre ve Kültür Platformu, Çeşme Çevre Platformu, Batı Urla Köylerini Koruma Derneği ve Gücücek Koyunu Koruma Derneği gibi örgütler, halkın sesi olarak bu mücadelenin öncüsü oldu.
Dava sürecinde hazırlanan bilirkişi raporu, projenin gerçek yüzünü ortaya koydu. Raporda, turizm adı altında yapılan işlemin aslında turizmin kaynaklarını yok edeceği açıkça ifade edildi. Çeşme yarımadasının mevcut kapasitesinin zaten tükenmiş olduğu vurgulandı.
Ancak süreç bu kararla sınırlı kalmadı. Bakanlığın doğal sit alanlarındaki koruma statüsünü kaldırarak yat marinaları, oteller ve golf sahaları için benzer gelişmelere zemin hazırlamaya yönelik girişimi de İzmir 2. İdare Mahkemesi tarafından iptal edildi. Bu karar da İzmir Bölge İdare Mahkemesi 4. İdari Dava Dairesi tarafından 19 Haziran 2025 tarihinde onaylandı.
Basın açıklamasında yapılan uyarılar oldukça çarpıcıydı. Basına yansıyan haberlerde İzmir'in yerli sermaye çevrelerinin konuyu tekrar ısıtma çabasına girdiği belirtildi. Bu girişimlere karşı sert bir çağrı yapıldı: "İzmir'in doğal ve kültürel varlıklarının talan edilmeden korunması hepimizin görevidir. Müşterek varlıkları sadece rant kapısı gören anlayış dünyadaki yaşamı tehlikeye atıyor. Kesin hükme rağmen halen yağma ve talan projesinde ısrar etmek Çeşme Yarımadası'ndaki yaşamı tüketecektir, bunun farkında değil misiniz?"
Bakanlığa da doğrudan seslenildi. Çeşme yarımadasının son kalan kamu alanlarına turizm bahanesiyle el atmaktan vazgeçilmesi istendi. Yargının yarımadaya müdahaleyi engelleyen kesinleşmiş kararlarına uyulması ve bu sefer imtiyazlı azınlığa değil, halkın, doğanın ve kamunun yararına uygun hareket edilmesi çağrısı yapıldı.
Çeşme yarımadası, İzmir'in en değerli doğal ve kültürel varlıklarından birini temsil ediyor. Binlerce yıllık tarihi, eşsiz doğası ve zengin biyoçeşitliliğiyle bölge, sadece İzmirliler için değil tüm Türkiye için korunması gereken bir hazine niteliğinde.
Projenin kapsamına alınan 5 bin hektarlık orman alanı, bölgenin ekolojik dengesinin korunması açısından hayati önem taşıyor. Bu ormanlar, hem hava kalitesini koruyor hem de su kaynaklarını besliyor. İçme suyu koruma havzalarının proje kapsamında olması ise ayrı bir tehlike unsuru oluşturuyordu.
Nitelikli tarım arazileri ve zeytin bahçelerinin korunması da gıda güvenliği açısından kritik bir konu. Bölgedeki zeytin üretimi, yerel ekonominin önemli bir parçası olmanın yanı sıra kültürel mirasın da ayrılmaz bir unsuru. Bu alanların betonlaşmaya kurban edilmesi, sadece çevresel değil aynı zamanda ekonomik ve sosyal bir kayıp anlamına gelecekti.
Kültürel ve arkeolojik miras alanlarının tehdit altına girmesi de projenin en sorunlu yönlerinden biriydi. Çeşme yarımadası, tarihi boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve bu zengin geçmişin izleri toprak altında ve üstünde hala görülebiliyor. Bu mirasın korunması, gelecek nesillere aktarılması gereken bir sorumluluk.
47 kilometrelik sahil şeridinin özelleştirilmesi planı ise halkın denize erişim hakkını elinden alacaktı. Anayasa ve kanunlar, kıyıların kamunun kullanımına açık olmasını garanti altına alırken, bu proje bu temel hakkı gasp etmeyi hedefliyordu.
Beş adanın da proje kapsamına alınması, deniz ekosistemi açısından geri dönüşü olmayan tahribatlara yol açabilirdi. Adalar, birçok kuş türü için üreme ve barınma alanı sağlarken, deniz canlıları için de önemli habitatlar oluşturuyor.
Mega yat marinaları ve golf sahaları gibi tesisler, su tüketimi açısından oldukça problemli. Çeşme yarımadası zaten su sıkıntısı yaşayan bir bölge olmasına rağmen, bu tip tesislerin su ihtiyacı bölgedeki mevcut kaynaklara ek bir yük getirecekti.
Lüks rezidanslar ve sahil otelleri planı da bölgenin sosyal dokusunu bozacak bir unsurdu. İmtiyazlı azınlığın özel kullanımına sunulacak bu alanlar, yerel halkın yaşam alanlarını daraltacak ve sosyal adaletsizliği derinleştirecekti.
Hukuk devleti ilkesi, yargı kararlarına saygının en temel gerekliliklerinden biri. Danıştay'ın kesinleşen kararı, bu ilkenin somut bir tezahürü olarak karşımıza çıkıyor. İdarenin yargı kararlarına uyması, demokratik hukuk devletinin vazgeçilmez şartı.
103 vatandaşın bu davaya katılması, halkın çevre bilincinin ve sahiplenme duygusunun ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Bireysel çıkarlar yerine kamusal yararı önceleyen bu tutum, demokrasinin sağlıklı işleyişinin de bir göstergesi.
Sivil toplum kuruluşlarının bu mücadeledeki rolü de ayrıca övgüye değer. Meslek odalarından çevre derneklerine kadar geniş bir yelpazedeki örgütlerin birlikte hareket etmesi, toplumsal dayanışmanın gücünü ortaya koydu.
Bilirkişi raporunun turizmin kaynaklarını yok edeceği yönündeki tespiti, projenin tutarsızlığını gözler önüne seriyor. Turizm adına yapılacak bir projenin turizmi yok etmesi, ne kadar ironik bir durum.
Çeşme yarımadasının taşıma kapasitesi meselesi de göz ardı edilemez. Bölge, yaz aylarında zaten aşırı yoğunluk yaşıyor ve altyapı bu yoğunluğa cevap vermekte zorlanıyor. Yeni bir dev proje, bu sorunları kat be kat artıracaktı.
Yerel sermaye çevrelerinin konuyu tekrar gündeme getirme çabası, rant hırsının ne kadar köklü olduğunu gösteriyor. Kesinleşmiş yargı kararlarına rağmen bu ısrarın sürmesi, kamu yararı yerine özel çıkarların öncelendiğinin açık bir işareti.
Çevre koruma bilincinin günümüzde küresel bir öncelik haline geldiği dönemde, bu tip projelere direnmek sadece yerel bir mesele değil, aynı zamanda uluslararası taahhütlere uymanın da bir gereği. İklim değişikliği ve biyoçeşitlilik kaybı karşısında doğal alanların korunması hayati önem taşıyor.
Gelecek nesillere bırakacağımız miras, sadece maddi varlıklardan ibaret değil. Temiz bir çevre, korunmuş doğal alanlar ve yaşanabilir bir dünya, en değerli miraslardan biri. Çeşme yarımadası gibi nadir güzellikleri korumak, bu sorumluluğun bir parçası.
Halkın, doğanın ve kamunun yararına hareket etmek, siyasi iktidarın temel görevi. İmtiyazlı azınlığın çıkarları yerine toplumsal faydayı gözetmek, demokratik yönetimin olmazsa olmazı. Danıştay'ın bu kararı, bu ilkelerin hatırlatılması açısından da önemli.
Sonuç olarak, İzmir'in cennet köşesi Çeşme yarımadası için verilen bu mücadele zaferle sonuçlandı. Ancak uyanık olmak ve kazanımları korumak için mücadeleye devam etmek gerekiyor. Kesinleşmiş yargı kararlarına rağmen benzer girişimlerin önünü kesmek, halkın ve sivil toplumun görevidir. Çeşme yarımadası, gelecek nesillere temiz, doğal ve yaşanabilir bir şekilde aktarılmayı hak ediyor.