Gece yarısı İstanbul'un sessiz sokaklarında, adeta bir film sahnesinden fırlamış gibi bir olay patlak veriyor. Fındıklı Mahallesi'nin dar yollarında, loş sokak lambalarının altında, iki genç adamın sesleri yükseliyor. Çevrede birkaç komşu penceresini açıp bakıyor, ama kimse neyin bu kadar büyüyeceğini tahmin edemiyor. Saatler ilerledikçe, hava iyice soğuyor ve sokaklar boşalıyor. Bu mahalle, her zamanki gibi sıradan bir geceyi yaşar gibi görünüyor; kahvehaneler kapanmış, kediler çöp konteynerlerinin arasında dolanıyor. Ama o an, her şey değişiyor. Bir tartışma, sadece bir tartışma... Yine de, bu sefer sonuçları geri dönüşsüz olacak.
Olay, tam 02:40'ta yaşanıyor. B.E., 27 yaşında bir adam, Baran İren'le –ki kendisi de aynı yaştaymış– bilinmeyen bir sebepten ötürü atışmaya başlıyor. Belki eski bir hesaplaşma, belki anlık bir öfke patlaması; detaylar henüz netleşmemiş. İkisi de mahallenin tanıdık simalarından, belki aynı sokakta büyümüşler, belki de tesadüfen yolları kesişmiş. Tartışma kızıştıkça, sesler yükseliyor, yumruklar havada uçuşmaya hazırlanıyor. Baran, belki sakinleştirmek için, belki de meydan okumak için yola doğru yürüyor. B.E. ise aracının başında, motoru çalıştırılmış halde. Plakası 01 AEM 120 olan o araç, sıradan bir binek otomobil; ama o gece, ölümcül bir silaha dönüşüyor.
Güvenlik kameraları her şeyi kaydediyor. Sokak kamerası, B.E.'nin aracını ileri geri manevra yaparken gösteriyor. Sanki bir anlık tereddüt, ama sonra kararlı bir hamle. Baran yolun ortasında yürürken, B.E. gaz pedalına basıyor ve hızla üzerine doğru gidiyor. Çarpışma anı, izleyenlerin kanını donduruyor: Baran havaya fırlıyor, asfaltın soğuk yüzeyine savruluyor. Vücudu, aracın altında ezilmiş gibi, hareketsiz kalıyor. Etrafta çığlıklar yükseliyor, ama B.E. durmuyor; farlarını yakıp söndürmeden, lastikler asfaltı yalayarak kaçıyor. Sokak, bir anda sessizliğe gömülüyor, sadece uzaktan siren sesleri duyuluyor.
İlk müdahale ekipleri, komşuların ihbarıyla hemen harekete geçiyor. Ambulansın kırmızı-mavi ışıkları, mahalleyi aydınlatıyor. Sağlık görevlileri, Baran'ın yanına koşuyor; nabzını kontrol ediyorlar, ama durum kritik. Kanlar içinde, nefes almaya çalışıyor, ama yaralar çok derin. Hemen hastaneye naklediliyor. Acil serviste doktorlar saatlerce uğraşıyor; ameliyat masasında monitörler bip bip ötüyor, hemşireler koşuşturuyor. Ailesi, bekleme salonunda gözyaşlarına boğulmuş; annesi ellerini ovuşturuyor, babası duvara yaslanmış. Saatler geçiyor, ama umut tükeniyor. Baran İren, tüm çabalara rağmen hayata tutunamıyor ve sabaha karşı son nefesini veriyor. 27 yaşında, daha hayatının baharında, bir gecenin kurbanı.
Bu tür olaylar, İstanbul'un kaotik trafiğinde sıkça duyuluyor, ama bu seferki farklı. Çünkü kamera görüntüleri, olayın tesadüf olmadığını kanıtlıyor. B.E.'nin aracı, birden değil, defalarca ileri geri hareket ediyor; sanki kasıtlı bir plan gibi. Baran'ın adımları, belki kaçış değil, yüzleşme; ama sonuç değişmiyor. Mahalle sakinleri, sabahleyin fısıldaşıyor: "Dün gece neydi o sesler? Araba mıydı?" Kimisi pencereden görmüş, kimisi sadece duyum almış. Polis, hemen delil toplama çalışmalarına başlıyor. Sokak, kordon altına alınıyor; teknisyenler kamera kayıtlarını inceliyor, parmak izleri arıyor. Araç plakası, iz sürmek için en büyük ipucu; 01 AEM 120, veritabanında hızla çıkıyor.
Polis ekipleri, B.E.'yi bulmak için harekete geçiyor. Mahalle aralarında devriye geziyorlar, tanıdıklara soruyorlar. Saatler içinde şüpheli yakalanıyor; belki evinde, belki bir arkadaşında saklanırken. Gözaltına alınırken, yüzü solgun, elleri titriyor. Karakolda sorgu başlıyor: Neden? Ne oldu o anda? B.E., belki pişmanlık dolu bir itiraf yapıyor, belki susmayı tercih ediyor. Ama deliller yalan söylemiyor. Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı, hemen soruşturma başlatıyor. Suçlama ağır: Kasten adam öldürme. Dosya, savcılığın masasında birikiyor; tanık ifadeleri, otopsi raporu, kamera görüntüleri... Her parça, olayın karanlık yüzünü aydınlatıyor.
Tutuklama süreci, adaletin hızlı bir yüzü gibi işliyor. Karakoldaki işlemler tamamlanınca, B.E. adliyeye sevk ediliyor. Hakim karşısına çıktığında, salon gergin. Savcı, iddialarını sıralıyor; avukatı, belki hafifletici nedenler arıyor. Ama mahkeme, tutukluluğa karar veriyor. Demir parmaklıklar ardına düşen B.E., o geceki öfkesinin bedelini ödeyecek. Baran'ın ailesi, cenaze töreninde yıkılmış; mahalle camisinde kılınan namaz, gözyaşları içinde geçiyor. Arkadaşları, "O kadar iyi bir çocuktu, kimseye zararı yoktu" diyor. Fındıklı, bir süre yas tutuyor; sokaklar boş, sohbetler olayın etrafında dönüyor.
Bu cinayet, sadece bir mahalle trajedisi değil; İstanbul'un daha geniş sorunlarını yansıtıyor. Gece hayatının tehlikeleri, öfke kontrolünün önemi, trafik kurallarının ihlali... Her yıl yüzlerce benzer vaka, haberlere düşüyor. Ama Baran'ın hikayesi, izleyicileri derinden etkiliyor. Kamera görüntüleri, sosyal medyada dolaşıyor; insanlar paylaşıp yorum yapıyor: "Nasıl bir vicdansızlık?" diye soruyorlar. Psikologlar, belki öfke patlamalarının arkasındaki travmaları anlatıyor, ama asıl soru şu: Bu tür olayları nasıl önleriz? Mahalle muhtarları, güvenlik önlemlerini tartışıyor; belki daha fazla kamera, belki farkındalık seminerleri.
Olayın yankıları, günlerce sürüyor. Medya, detayları güncelliyor; savcılığın yeni bulguları, ailenin açıklamaları... Baran'ın çocukluk fotoğrafları, anma mesajları paylaşılıyor. Fındıklı Mahallesi, yavaş yavaş normale dönüyor, ama o sokak lambasının altında kalan leke, kolay silinmeyecek. B.E.'nin davası, aylarca sürecek; temyizler, itirazlar... Adalet, yavaş ama kararlı ilerliyor. Bu hikaye, bize şunu hatırlatıyor: Bir anlık öfke, bir ömür boyu pişmanlık bırakabilir. İstanbul'un kalabalık caddelerinde yürürken, bir kez daha durup düşünmek lazım. Kim bilir, belki bir sonraki tartışma, bir sonraki hayatı kurtarır.
            
            
                            
                            
                            




