Din

İslam’da Ritüel Var mı?

İslam’da ritüel kavramının yeri var mı? Hakkı Yılmaz, 84. sohbetinde bu kavramın kökenlerini, İslam’daki ibadet algısını ve taklit ile bilinç arasındaki farkı ele alıyor. Din, ritüel ve ibadet ilişkisi hakkındaki gerçekleri keşfedin.

İslam dini ve ritüel kavramı, son dönemlerin en çok tartışılan dini ve sosyal meselelerinden biri olmaya devam ediyor. 20 Kasım 2025’te yayımlanan 84. sohbetinde Hakkı Yılmaz, “İslam dininde ritüel yoktur” görüşünü detaylı şekilde ele alarak, özellikle taklit ve bilinç arasında nasıl net bir fark ortaya koyulması gerektiğini vurguluyor.

Hakkı Yılmaz, sohbetine izleyicilerini selamlayarak başlıyor ve bu kez “ritüel” kavramı üzerinde duracağını açıkça belirtiyor. Öne çıkan ifadelerinde, “Bu kavram, Arapça ya da Kur’ânî bir kavram değil,” diyor. Ritüelin kökeninin felsefe dünyasına, hatta Batı kültüründe eski bağ ve şarap tanrısına adanan törenlere dayandığını açıklıyor. Zamanla türlü topluluk törenlerine, şarkı ve danslara uyarlanmış bu kavramın, hatalı biçimde Müslümanların hayatına girdiğini söylüyor. Ritüelin özellikle “taklit” üzerine kurulu olduğunu belirterek, “Geçmişteki bir olayı biri bilinçli ya da bilinçsiz canlandırır,” ifadesini kullanıyor.

Yılmaz’ın değerlendirmelerine göre, folklorik öğeler ve halk oyunları da tipik bir ritüel örneği. “Yöresel oyunlarımızda, ilk yapanın ardından sonraki kuşaklarda tekrar edilen her şey birer ritüeldir,” diyor. Yani bireylerin bilinçsizce, neden yapıldığını anlamadan yalnızca öğretileni tekrar ettiği bütün eylemler ritüel kabul ediliyor.

Sohbetin en çarpıcı noktalarından birinde, Yılmaz İslam’daki ibadetlerin nasıl ritüelleştirildiğine dikkat çekiyor: “Namazda herkes aynı hareketleri yapar ama çoğu kişinin o hareketlerin neden öyle yapıldığını bildiği yok.’’ Yüzyıllardır belirli kalıpların sürdürülmesinin, bireysel bilinçten uzaklaşarak topluca taklidi bir davranışa dönüştüğünü savunuyor.

Kur’an’da ise ibadetin, kişinin kendi iradesiyle ve bilinciyle yapılmasının altı çiziliyor. Hakkı Yılmaz, bu konuda “Kur’an ise hayattır” diyerek, gerçek kulluk görevlerinin taklitten öteye geçip “kendi bilinciyle” yerine getirilmesi gerektiğini tekrar tekrar vurguluyor. Ayetlere de atıfta bulunan Yılmaz, Ali İmran Suresi 190-191. ayetlerde, gerçek ibadetin ancak derin düşünceyle ve yaşamın tüm anlarına yayılmış bir Allah’ı anma haliyle mümkün olabileceğini söylüyor. “En güzel ibadet, Allah’ı anmaktır. Bunu ritüellerle değil, ‘başkasının yaptığını yaparak değil’, kendin olarak yapacaksın,” ifadeleriyle dikkat çekiyor.

Yılmaz, savaş sırasında bile ibadetin biçimsel kurallara bağlı kalmadan, mümkün olan şekilde yerine getirilebileceğini Bakara ve Nisa surelerinden örneklerle açıklıyor: “Herhangi bir ritüele tabi olma diyor.” Kur’an’a göre sabah kalkıştan akşam yatışa kadar, kişinin tüm hayatı Allah’a kulluk kapsamında değerlendirilmeli, hiç kimse ‘başkasının yaptığını aynen taklit ederek’ ibadet etmemeli.

Sohbetin sonunda Hakkı Yılmaz, “Ritüel sözcüğünün İslam’daki ibadetlerle hiçbir alakası yoktur,” diyerek tartışmayı net bir şekilde sonlandırıyor. Yılmaz’ın bu yorumları, din, ibadet, bilinç ve taklit konularında yeni tartışma başlıkları açarken, özellikle Kur’an’a dayalı bireysel bilinç ve özgünlük vurgusunu ön plana çıkarıyor.

Sonuç olarak; Hakkı Yılmaz’ın bu sohbeti, “İslam’da neden ritüel yoktur?” sorusunun cevabını arayanlara, taklitten uzak, bilinçli ve özgün bir ibadet anlayışı sunuyor. İbadetin özü olarak bilinci ve şahsiliği öne çıkaran bu yaklaşım, İslam toplumlarında ibadetin nasıl algılandığına dair kalıplaşmış yargıları sorgulamaya davet ediyor.