5 Aralık 2025 Cuma günü, Türkiye'nin en kritik siyasi tartışmalarından biri olan İmralı görüşmelerinin perde arkası, bir kez daha kamuoyunu ayağa kaldırdı. Saat 18:45'te güncellenen haberlere göre, PKK lideri Abdullah Öcalan'ın 24 Kasım 2025'te gerçekleşen heyet ziyaretinde dile getirdiği şartlar, özellikle Suriye odaklı demokratikleşme talepleriyle dikkat çekiyor. Parlamentonun "Ulusal Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu" bünyesinde kurulan heyetin, Öcalan ile yaptığı görüşmenin 16 sayfalık protokolü, 4 sayfalık özet raporla sınırlanmıştı. Bu özet, DEM Parti tarafından "yetersiz ve eksik" olarak nitelendirilirken, heyet üyesi Gülistan Kılıç Koçyiğit'in T24'e verdiği röportaj, görüşmenin tam içeriğini aydınlattı. Öcalan'ın Suriye'deki Şara yönetimini "aile hanedanı" olarak eleştirmesi ve demokratikleşme olmazsa diktatörlük uyarısı, bölgenin geleceğini doğrudan etkileyen bir uyarı niteliğinde. Peki, bu görüşmelerde tam olarak neler konuşuldu? Öcalan'ın bölgesel vizyonu Türkiye'yi nasıl şekillendirecek? Gelin, bu hassas sürecin tüm katmanlarını, alıntıları ve yankılarını derinlemesine inceleyelim – çünkü bu, sadece bir heyet raporu değil, Orta Doğu'nun kaderini belirleyebilecek bir dönüm noktası.
İmralı görüşmelerinin kökeni, Türkiye'nin uzun yıllardır süren barış ve demokrasi arayışına dayanıyor. 2025'in başından beri hız kazanan "Terörsüz Türkiye" vizyonu kapsamında, parlamentoda kurulan Ulusal Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, farklı partilerden temsilcileri bir araya getirerek Öcalan'la diyalog kapısını araladı. 24 Kasım 2025'te İmralı Adası'nda gerçekleştirilen bu kritik ziyaret, AKP'den Hüseyin Yayman, MHP'den Feti Yıldız ve DEM Parti'den Gülistan Kılıç Koçyiğit gibi isimlerden oluşan heyetin katılımıyla gerçekleşti. Görüşme, tam 16 sayfalık detaylı bir protokolle kaydedildi; ancak komisyonun 19. toplantısında bu belge, sadece 4 sayfalık özet bir rapor haline getirildi. Bu kısaltma, hemen eleştiri yağmuruna tutuldu. DEM Parti, özetin görüşmenin ruhunu ve derinliğini yansıtmadığını savundu; zira orijinal protokol, Öcalan'ın stratejik vizyonunu ve şartlarını daha kapsamlı bir şekilde ele alıyordu. Bu tartışma, komisyonun şeffaflık sorununu bir kez daha gün yüzüne çıkardı – hatırlayın, benzer eleştiriler 2024 sonundaki ilk heyet ziyaretlerinde de dile getirilmişti. Özet raporun yayınlanması, kamuoyunda "gerçekler mi gizleniyor?" sorusunu doğurdu ve sosyal medyada #İmralıGörüşmeleri etiketiyle binlerce yorum yağdı. Peki, bu özet neden yetersiz bulundu? Asıl mesele, Öcalan'ın Suriye'ye dair koyduğu net şartlarda yatıyor; zira bu, sadece iç politika değil, bölgesel bir satranç tahtası.
Görüşmenin en çarpıcı detayı, Öcalan'ın Suriye'nin siyasi geleceğine dair yaptığı analiz ve şartlar. Heyet üyesi Gülistan Kılıç Koçyiğit, T24'e verdiği röportajda Öcalan'ın sözlerini birebir aktararak, "Aile hanedanı ortaya çıktı. Ve Suriye'nin bölgenin en yaralı ve acı çeken coğrafyası olduğunu görüyoruz. Bugün Şara'nın dönüştüğü söyleniyor. Eğer gerçekten dönüştüyse, demokratikleşme olmalı. Ama demokratikleşme olmazsa, Şara diktatöre dönecek. Böyle bir durumda neler olabileceğini biliyoruz" diye alıntıladı. Bu ifade, Öcalan'ın Hafız Esad döneminden beri devam eden Esad ailesinin "aile hanedanı" olarak nitelendirdiği yönetimi sert bir şekilde eleştirdiğini gösteriyor. Öcalan, Suriye Devlet Başkanı Ahmet eş-Şara'nın (eski adıyla Ebu Muhammed el-Colani, HTS lideri) olası dönüşümünü şartlı bir iyimserlikle değerlendiriyor: Gerçek bir değişim için, tüm halkların kendi kimlikleriyle katılabileceği bir demokratik sistem zorunlu. Aksi takdirde, Şara'nın yeni bir diktatöre evrilme riski, bölgede kaosun kapısını aralayabilir. Bu uyarı, 2025'in Suriye'sinde yaşanan geçiş sürecini doğrudan hedef alıyor; zira Şara'nın HTS'den devlet başkanlığına yükselişi, uluslararası toplumda hâlâ tartışmalı. Öcalan'ın bu şartı, İmralı görüşmelerinin sadece Türkiye içinden ibaret olmadığını, Suriye'nin istikrarının PKK ve Kürt hareketi için kritik bir önkoşul olduğunu ortaya koyuyor. Koçyiğit, bu alıntıyı paylaşırken, Öcalan'ın Suriye'yi "bölgenin en yaralı coğrafyası" olarak tanımlamasının, yılların çatışma ve mülteci krizlerinin bir özeti olduğunu vurguladı. Bu detay, heyet raporunun özetinde yeterince yer almadığı için DEM Parti'nin tepkisini çekti – sanki, bu stratejik boyut, kamuoyundan gizlenmek istenmişti.
Öcalan'ın vizyonu, Suriye'yle sınırlı kalmıyor; aksine, Türkiye, Suriye ve Irak'ı kapsayan bir "demokratik devlet inşası" hedefini kapsıyor. Koçyiğit'in aktardığına göre, PKK lideri kendini "siyasi aktör" olarak konumlandırarak, Kürtlerin yaşadığı bu üç ülkede ortak bir demokratik çerçeve öneriyor. Bu çerçeve, etnik kimliklerin tanındığı, çoğulcu bir sistem öngörüyor – eyaletler, federasyon veya özerklik tartışmalarını aşan, ama temelde "demokratik özerklik" kavramını temel alan bir yapı. Öcalan, özellikle Suriye'nin kuzeydoğusundaki SDG (Suriye Demokratik Güçleri) yönetimiyle daha fazla iletişim kanalı talep etti; bu, Kandil ve Rojava arasındaki bağları güçlendirme girişimi olarak yorumlanıyor. Görüşmede, Öcalan'ın "devletin demokratik inşası" vurgusu ön plandaydı: Hukuki düzenlemeler, siyasi uzlaşı ve toplumsal mutabakat, sürecin temel taşları olarak sıralandı. Koçyiğit, 28 Kasım 2025'te MA'ya (PKK'ya yakın bir medya organı) verdiği demeçte bu noktaları tekrarlamıştı: "Öcalan, devletin demokratik inşası, yasal düzenlemeler ve siyasi uzlaşı üzerinde durdu." Bu talepler, İmralı sürecinin 2013-2015 dönemindeki müzakereleri andırıyor; o zaman da benzer bölgesel boyutlar konuşulmuştu, ama süreç tıkanmıştı. 2025'te ise, Suriye iç savaşının yeni evresi ve Irak'taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin istikrarsızlığı, Öcalan'ın vizyonunu daha acil kılıyor. Heyet üyeleri, bu taleplerin Türkiye'nin dış politikasını doğrudan etkileyebileceğini not düştü – örneğin, SDG ile iletişim artışı, Ankara'nın Astana ve Cenevre süreçlerindeki pozisyonunu zorlayabilir. Bu geniş çerçeve, görüşmenin 16 sayfalık protokolünün neden özetlenemeyeceğini açıklıyor: Her paragraf, bir domino taşını andırıyor.
Heyet üyelerinin parti bazındaki tepkileri, sürecin ne kadar kırılgan olduğunu gözler önüne seriyor. AKP'li Hüseyin Yayman ve MHP'li Feti Yıldız, özet raporu savundu; zira onların gözünde, protokolün ana hatları korunmuştu. Ancak DEM Parti'li Gülistan Kılıç Koçyiğit, "Özet, görüşmenin derinliğini yansıtmıyor" diyerek itiraz etti. Bu iç çekişme, komisyonun 19. toplantısında alevlendi; DEM Parti, tam protokolün yayınlanması çağrısı yaptı. Koçyiğit'in T24 röportajı, bu itirazın somut bir yansıması: Öcalan'ın Suriye şartını ve bölgesel vizyonunu detaylıca paylaşarak, özetin "eksik bıraktığı" boşlukları doldurdu. Bu durum, ittifak dinamiklerini de etkiliyor; MHP'nin milliyetçi tabanı, Öcalan'ın SDG taleplerine sert tepki verirken, AKP içindeki ılımlı kesim sessiz kalmayı tercih ediyor. Hatırlayın, 2025'in üçüncü çeyreğinde benzer bir heyet ziyareti sonrası, Bahçeli'nin "teslimiyet yok" çıkışı gündemi sarsmıştı. Şimdi ise, Öcalan'ın "Şara diktatör olursa" uyarısı, bu gerilimi tırmandırıyor. Sosyal medyada, milliyetçi hesaplar "PKK'ya taviz mi?" diye veryansın ederken, Kürt hakları savunucuları "Demokratikleşme fırsatı" olarak görüyor. Bu kutuplaşma, İmralı sürecinin en büyük engeli: Parti politikaları, bireysel vicdanları ezerken, bölgesel şartlar ulusal uzlaşmayı zorluyor.
Suriye detayı, görüşmenin jeopolitik boyutunu zirveye taşıyor. Öcalan'ın "aile hanedanı" eleştirisi, Hafız Esad'ın 1971'den beri süren mirasını hedef alıyor; babadan oğula geçen iktidar, Suriye'yi "en yaralı coğrafya"ya dönüştürdü. Şara'nın HTS kökenli dönüşümü – radikal bir İslamcı grup liderliğinden devlet başkanlığına – Öcalan için bir sınav: Gerçek demokratikleşme, Araplar, Kürtler, Hristiyanlar ve diğer azınlıkların eşit katılımını gerektiriyor. Aksi halde, "bildiğimiz felaketler" tekrarlanır – iç savaş, mülteci akını, terör ihracı. Bu şart, Türkiye için de kritik: Suriye'nin istikrarsızlığı, sınır ötesi operasyonları ve mülteci politikasını doğrudan etkiliyor. Öcalan'ın SDG ile iletişim talebi ise, Rojava'daki özerk yapıyı meşrulaştırma girişimi; bu, Ankara-Washington gerilimini derinleştirebilir. 2025'in sonuna yaklaşırken, Astana süreci tıkanmışken, Öcalan'ın vizyonu alternatif bir yol haritası sunuyor: Üç ülkeyi kapsayan demokratik konfederasyon. Ama bu, hukuki düzenlemeler olmadan hayal mi kalacak? Komisyonun bir sonraki adımı, tam protokolü yayınlamak olabilir; zira Koçyiğit'in alıntıları, tartışmayı alevlendirdi.
Bu görüşmelerin yankıları, Türkiye'nin iç siyasetini de sarsıyor. Ulusal Dayanışma Komisyonu, 2025'in en tartışmalı organı haline geldi; farklı partilerden üyelerin bir arada çalışması, nadir bir uzlaşı örneği. Ancak özet rapor krizi, güven erozyonuna yol açtı. Öcalan'ın "siyasi aktör" vurgusu, onu müzakere masasının merkezine oturtuyor; bu, 1999'dan beri ilk kez bu kadar net bir konumlandırma. Bölgesel vizyonu ise, Kürt sorununun sınır ötesi boyutunu hatırlatıyor: Irak'taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi'yle entegrasyon, Suriye'deki SDG'yle diyalog, Türkiye'nin demokratik reformlarını tetikleyebilir. Ama MHP gibi milliyetçi partiler, bunu "bölünme riski" olarak görüyor. Koçyiğit'in MA demeci, sürecin "yasal düzenlemeler" ayağını güçlendiriyor: Anayasa değişiklikleri, af yasaları veya iletişim protokolleri gündeme gelebilir. 5 Aralık 2025'in bu akşamı, İmralı haberleriyle doldu taştı; sosyal medyada paylaşımlar rekor kırdı, uzmanlar "Şartlar karşılanmazsa tıkanıklık" diyor.
Sonuçta, İmralı görüşmeleri Suriye şartıyla yeni bir evreye girdi. Öcalan'ın "demokratikleşme olmazsa diktatör" uyarısı, Şara yönetimini ve bölgesel aktörleri köşeye sıkıştırıyor. Bu, sadece bir protokol değil; barışın anahtarı mı yoksa yeni bir kriz mi? Heyet üyelerinin itirazları, sürecin şeffaflığını test ediyor. 2025'in son haftalarında, bu detaylar Türkiye'nin geleceğini şekillendirecek – uzlaşı mı, yoksa yeni gerilimler mi? İzlemeye devam edelim; çünkü Öcalan'ın sesi, sessiz sedasız yankılanmıyor.




