Türk siyasetinin en kritik anlarından biri, bugün Silivri Cezaevi'nin soğuk duvarları arasında yaşanıyor. Tutuklu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve CHP'nin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu, uzun süredir gölgesini düşürdüğü bir davanın ilk duruşmasında hakim karşısına çıktı. Diploma sahteciliği iddialarıyla dolu bu süreç, sadece bir yargılama değil; adeta bir ulusal hesaplaşmanın sahnesi haline geldi. Salonun her köşesinden yükselen gerilim, dışarıdaki milyonların nabzını tutuyor. Peki, bu davanın kökeni ne ve İmamoğlu'nun cesur çıkışları ne anlama geliyor? Bu soruların yankısı, Türkiye'nin dört bir yanını sardı. Ancak asıl heyecan, salonun içindeki o ateşli anlarda yatıyor; gelin, bu fırtınanın kalbine birlikte inelim, çünkü her kelime bir kıvılcım gibi parlıyor.

Ekrem İmamoğlu'nun hikayesinin bu noktaya evrilmesi, aylar öncesine dayanıyor. Mart 2025'te başlayan soruşturma dalgası, yolsuzluk ve terör suçlamalarıyla İmamoğlu'nu gözaltına aldı ve kısa sürede tutukluluğa dönüştü. İstanbul Üniversitesi'nin 18 Mart 2025'te diplomasını iptal etmesi, domino taşlarını devirdi. Savcılık, 22 Şubat 2025'te resmi belgede sahtecilik suçlamasıyla harekete geçti; Yükseköğretim Denetleme Kurulu'nun raporları, seçim kurulu yazışmaları ve üniversite incelemeleri delil olarak sıralandı. İddianame, 8 Temmuz 2025'te kabul edildiğinde, zincirleme sahtecilikle 2 yıl 6 aydan 8 yıl 9 aya varan hapis talebiyle siyasi yasak gölgesi düştü İmamoğlu'nun üzerine. Bu dava, sadece bir diploma meselesi değil; 2019 ve 2024 seçimlerindeki zaferlerini gölgeleyen bir siyasi hamle olarak görülüyor. İmamoğlu'nun avukatları, yatay geçiş sürecinin yasal olduğunu, gazete ilanına dayalı başvurusunun tanıdık bir örnekten esinlendiğini savunuyor. Ancak iptal kararı, idare mahkemesinde temyize taşındı ve yürütme durdurma talebi reddedildi. Bugün, 12 Eylül 2025'te Silivri'deki Marmara Cezaevi duruşma salonunda, bu zincir kırılacak mı? Salonun kapıları açıldığında, dışarıda toplanan kalabalık bile hissetti: Bu, sıradan bir duruşma değil.

İstanbulun 461 Yıllık Tarihi Kemeri ve Su Havzası Rant Uğruna Yapılaşmaya Açılıyor...
İstanbulun 461 Yıllık Tarihi Kemeri ve Su Havzası Rant Uğruna Yapılaşmaya Açılıyor...
İçeriği Görüntüle

Duruşma saati 11.00'i vurduğunda, Silivri'nin ağır havası bir anda değişti. Salon tamamen dolmuş, CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in önderliğinde milletvekilleri, belediye başkanları ve partililer sıraları doldurmuştu. İmamoğlu'nun eşi Dilek Kaya İmamoğlu, oğlu Selim, babası Hasan ve kız kardeşi Neslihan Yakupçebioğlu, sessiz bir direnişle yerlerini almıştı. Üniversite arkadaşları bile oradaydı; yılların dostluğu, bugünün mücadelesine kalkan olmuştu. Ve sonra, o an geldi: İmamoğlu salona adım attığında, "Ekrem Başkan" ve "Cumhurbaşkanı İmamoğlu" sloganları patladı. Dakikalarca süren alkışlar, beton duvarları titretti. Bu giriş, sadece bir selamlaşma değil; milyonların sesiydi. Hakim, iddianameyi okumaya başladığında, salonun nabzı hızlandı. İmamoğlu'nun yüzünden okunan sakinlik, içindeki fırtınayı gizleyemiyordu. Tahsil durumu sorusuyla başlayan sorgu, "Yüksek lisans" cevabıyla alkış yağmuruna tutuldu. Sabıka durumu içinse, "Allah'a şükür yok" sözleri, gülüşmelerle karışık bir rahatlama yarattı. Her cevap, salondaki heyecanı bir kat daha artırıyordu.

İddianamenin detayları okundukça, İmamoğlu'nun tepkisi sertleşti. "Anlattığınız hiçbir şeyin benimle alakası yok" diyerek itiraz etti. Savcılığın uzun uzun okuduğu metne, "Umarım o da dinliyordur, elinde belge olmayan o kişi… Niyetinizi anlamadım. Ben 18 yaşındaydım, nasıl yapmışım bunları hayretle dinliyorum" diye karşılık verdi. Bu sözler, salonu bir kez daha ayağa kaldırdı; alkışlar, hakimden gelen uyarıyla kesildi. İmamoğlu, ceketini çıkardığında bile destekçilerden gelen tezahüratlar durmadı. Hakim, izleyicilerden "makul" kalmalarını rica etti, ama hava çoktan elektriklenmişti. Sonra, İmamoğlu'nun üniversite arkadaşlarını işaret ederek söylediği, "Ben üniversite arkadaşlarımla çift kale maç yapabilirim. Bazılarının tavla oynayacak arkadaşı yok" cümlesi, salonda kahkahalarla karşılandı. Bu espri, sadece bir anlık rahatlama değil; yalnızlığa karşı bir meydan okuma, dostluğun gücünü hatırlatmaydı. Savunma ekibi, somut kanıtlarla sahtecilik iddiasını çürütecekti: Gazetedeki ilan, tanıdığın yatay geçişi ve yasal başvuru süreci. Ancak İmamoğlu, meseleyi daha derine taşıdı.

İşte o kritik an: İmamoğlu, iddianameyi bir siyasi intikam aracı olarak damgaladı. "Bu iddianameyi, bir sonraki seçimde kendisini yeneceğini bildiği kişi yazdırdı. Bu davanın varlığı bile yüz karası bir durumdur" dedi. Salon, bu ithamla donup kaldı, sonra alkışlar yeniden yükseldi. Tarih 12 Eylül'ü işaret ediyordu ve İmamoğlu bunu kaçırmadı: "12 Eylül Türk toplumunun hafızasında net olarak darbeyi hatırlatır. Askeri olsun, sivil olsun, siyasi olsun, iktidar eliyle olsun ya da iktidar eliyle beslenen bir cemaat tarafından yapılmış olsun. Tüm darbeleri, darbeyi yapanları, alkışlayanları, pohpohlayanları, destekleyenleri ve onlara aparat olanları en yüksek seviyede kınıyorum." Bu sözler, sadece bir eleştiri değil; bugüne uzanan bir hesaplaşmaydı. Devam etti: "Ülkemizin bu tür darbelerle karşılaşmamasını diliyorum ama ne yazık ki şu anda da bir darbe sürecinin içerisinde olduğumuzun altını çizmek isterim. Karar verenlerin ve bu sürece alet olanların, topluma ve milletin geleceğine çok büyük bir bedel ödettiğini yine altını net olarak çizmek istiyorum." Salon, bu manifesto gibi konuşmayla ayağa kalktı; alkışlar, sloganlar birbirine karıştı. İmamoğlu'nun sesi, Silivri'nin ötesine, Türkiye'nin her köşesine yayılıyordu.

Bu çıkışlar, sosyal medyada anında yankı buldu. X platformunda (eski Twitter), #Ekremİmamoğlu ve #DiplomaDavasi etiketleri trend oldu. Avukat Ebru Zor'un paylaştığı gibi, "Seninleyiz Başkanım @ekrem_imamoglu. Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!" mesajı, binlerce etkileşim aldı. Destek mesajları yağarken, muhalif sesler sansür iddialarını dile getirdi. CHP tabanı, Özgür Özel'in liderliğinde Silivri'ye akın etti; milletvekilleri, "Adalet için buradayız" diye haykırdı. İmamoğlu'nun ailesi, sessiz gözyaşlarıyla destek verirken, oğlu Selim'in yüzündeki kararlılık dikkat çekti. Dışarıda, yüzlerce kişi pankartlarla bekliyordu: "Diploma gaspı değil, demokrasi mücadelesi!" Bu kalabalık, davanın sadece hukuki değil, toplumsal bir sınav olduğunu gösteriyordu. Savcılığın delilleri –YÖK raporları, seçim kurulu yazıları, Özalp Tozan'ın ifadesi– masaya yatırılırken, İmamoğlu'nun savunması somut kanıtlarla güçlenecekti. Ancak o, duygusal bir darbe vurmuştu: Bu dava, seçimi kaybedenlerin intikamıydı.

Davanın arka planı, 2025'in kaotik siyasetine uzanıyor. İmamoğlu'nun tutuklanması, Mart'ta yolsuzluk dalgasıyla başladı; terör suçlamaları eklenince, İBB başkanlığından uzaklaştırıldı. Diploma iptali, 20 Mart'ta İstanbul Üniversitesi'nden geldi; rektör ve yönetim hakkında suç duyurusu bile yapıldı. İdare mahkemesi, yürütmeyi durdurmadı, ama İmamoğlu'nun avukatı Mehmet Pehlivan da tutuklanmıştı. Bu zincir, CHP'yi ayağa kaldırdı: Kurultay davaları, kayyum iddiaları ve ittifak gerilimleri. İmamoğlu'nun "Aslanlar gibi koşmaya devam edeceğim" sözü, videolarla yayıldı. Bugün Silivri'de, bu koşu bir duruşma salonunda test ediliyor. Hakim, iddianameyi hatırlatırken, İmamoğlu'nun "Hayretle dinliyorum" tepkisi, niyet okuması gibiydi. 18 yaşındaki bir gencin nasıl sahtecilik yaptığı sorusu, retorik bir silahtı. Salonun alkışları, hakim uyarılarına rağmen dinmedi; bu, halkın sesiydi.

Gelecek ne getirecek? Duruşma, saatler sürecek; savunma ekibi, Doğu Akdeniz ve Girne Amerikan üniversitelerinden evraklarla kontra atak yapacak. Eğer mahkeme, sahteciliği kabul ederse, hapis ve siyasi yasak İmamoğlu'nu saf dışı bırakır. Ama bu, CHP'yi değil, demokrasiyi yaralar. İmamoğlu'nun darbe benzetmesi, 12 Eylül'ün gölgesini bugüne çekti: Askeri darbeden sivil vesayete, cemaat etkisine kadar. "Bedel ödettiler" sözü, milyonları düşündürdü: Bu dava, bir kişinin mi yoksa bir sistemin mi hesabı? Sosyal medyada, "Tavla arkadaşı yok" esprisi viral oldu; dostluk vurgusu, yalnızlığa meydan okudu. Ailesinin varlığı, duygusal kalkandı: Dilek'in gücü, Hasan'ın gururu, Neslihan'ın desteği. Özgür Özel'in ziyareti, parti birliğini pekiştirecek. Dışarıda, gazeteciler bekliyor; DW ve BBC gibi uluslararası medya, süreci izliyor.

Bu dava, Türkiye'nin aynası: Eğitim mi, intikam mı? İmamoğlu'nun yatay geçişi, 1990'ların ilanlarına dayanıyor; tanıdığın örneği yasal bir ilhamdı. Savcılık, zincirleme nitelik taşıdığını söylüyor: Kamu görevleri, sahteciliği ağırlaştırıyor. Ama İmamoğlu, "Yüz karası" diye nitelendirdi. Salonun doluluğu, halk desteğini kanıtladı; alkışlar, özgürlük çığlığıydı. Ceket olayı bile sembolik: Rahatlık arayışı, baskıya direniş. Üniversite arkadaşları, "Çift kale maç" metaforuyla anıldı; bu, köklerin gücünü hatırlattı. 12 Eylül'ün laneti, bugüne mi uzanıyor? İmamoğlu, evet diyor: Darbe süreci devam ediyor. Bu sözler, meclisi sarsabilir; muhalefet, solidarity çağrısı yapacak.

Sonuçta, Silivri'deki bu duruşma, bir başlangıç. İmamoğlu'nun sesi, duvarları aşacak; alkışlar, sloganlar tarih yazacak. Diploma davası, sahtecilikten öte: Demokrasi testi. Eğer adalet tecelli ederse, İmamoğlu özgür kalır; yoksa, mücadele büyür. Bugün, 12 Eylül 2025, unutulmaz: Bir liderin haykırışı, bir milletin uyanışı. Salon dağılırken, heyecan dinmeyecek; bu hikaye, devam edecek. İzleyin, çünkü asıl zafer sahada.