Gürsel Tekin'in Özgür Özel'e Lanetli Ayrılık Çıkışı
Gürsel Tekin'in Özgür Özel'e Lanetli Ayrılık Çıkışı
İçeriği Görüntüle

Türkiye'nin gündemine bomba gibi düşen son açıklamalar, ülkenin içinden geçtiği zorlu süreci bir kez daha gözler önüne serdi. Usta kalem ve yorumcu Memduh Bayraktaroğlu, siyasetin "çürüdüğünü" açıkça ifade ederken, yaşanan hayatların ve görülen gerçeklerin aslında ne kadar acı olduğunu vurguladı. Bu çarpıcı tespitler, milyonlarca vatandaşı derinden sarsacak nitelikte.

Bayraktaroğlu'nun dikkat çektiği en önemli konuların başında, ülkedeki ekonomik adaletsizlik geliyor. Herkesin refah içinde yaşamadığının altını çizen Bayraktaroğlu, ne yazık ki her 100 kişiden 10'unun olağanüstü bir refah, hatta şatafatlı bir yaşam sürdüğünü belirtiyor. Bu durumun tüketim rakamları ve gelir dağılımındaki uçurumdan rahatlıkla anlaşıldığını ifade eden Bayraktaroğlu, sadece 10 yıl öncesine kadar ülkedeki gelir eşitsizliğinin çok daha az olduğunu hatırlatıyor. O dönemde, en zengin ile en fakir arasında uçurum bulunmadığını, hatta çocuklarının bile aynı okullarda, aynı kalitede eğitim aldığını belirten Bayraktaroğlu, gelinen noktanın içler acısı olduğunu dile getiriyor.

Peki bu çürüme nasıl başladı? Memduh Bayraktaroğlu, siyasi bir partinin (AKP) iktidara gelirken demokrasi, hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığı gibi ne güzel sözler ve vaatlerde bulunduğunu söylüyor. Ancak acı gerçek, 2013-2014 yıllarından sonra bu temel ilkelerin hiçbirinin ayakta kalmaması. Kuvvetler ayrılığı ilkesinden, hukukun üstünlüğünden, insan haklarından ve demokratik laik sosyal hukuk devletinden eser kalmadığını öne süren Bayraktaroğlu, laiklik ilkesinin fiiliyatta yok sayıldığını vurguluyor.

Bu noktada Bayraktaroğlu'nun hedefindeki isimlerden biri, Diyanet İşleri Başkanı. Bayraktaroğlu, Diyanet'in başındaki kişinin normalde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesin inandığı dine eşit mesafede olması gerekirken, sadece kendi mezhebinin dinine göre fetvalar hazırladığını ve hutbeler okuduğunu belirtiyor. Diğer dinleri ve mezhepleri yok saydığını iddia ettiği bu durumun laisizmi öldürmek ve anayasa suçu işlemek anlamına geldiğini ifade eden Bayraktaroğlu, bu kişinin yıllardır görevde olmasından duyduğu rahatsızlığı dile getiriyor. Bayraktaroğlu ve kendisi gibi demokratik, laik, sosyal ve hukuk devletine bağlı olan herkesin bu insandan nefret etmese bile tiksindiğini, midesinin bulandığını açıkça dile getiriyor. Hatta bu ismin görevden alınacağına dair söylentilere rağmen, bir punduna getirilerek özel bir kanun hükmünde kararname ile tekrar görevde tutulabileceği ihtimali üzerinde duruluyor.

Bu siyasi ve toplumsal çöküş tablosunun ortasında, Memduh Bayraktaroğlu, herkesi şaşırtacak bir konuya, pozitif psikolojiye ve mutluluk arayışına yönlendiriyor. Geleneksel psikolojinin sorun çözme odaklı yaklaşımının aksine, pozitif psikolojinin insanın güçlü yanlarını, umutlarını ve potansiyelini merkeze aldığını belirtiyor. Martin Seligman ve arkadaşlarının geliştirdiği bu akımın, insan hayatını sadece dertlerle tanımlamak yerine, umutları, ilişkileri, sevgisi, üretkenliği ve anlam arayışıyla ele aldığını söylüyor. Yani mesele sadece depresyonu yenmek değil, daha mutlu, daha üretken ve daha anlamlı bir hayat kurmak.

Peki, günümüz dünyasında asıl soru şu: Mutluluk herkesin beklentilerini karşılamakta mı gizli, yoksa kendi özümüze sadık kalmakta mı? Bayraktaroğlu, birçok insanın başkalarını mutlu edersem ben de mutlu olurum diye düşündüğünü, bunun insani bir duygu olduğunu kabul ediyor. Yardımlaşma, nezaket ve empati gibi kavramların pozitif psikolojinin de tavsiye ettiği şeyler olduğunu, zira insanın sosyal bir varlık olduğunu ve başkalarına iyi gelmenin bize de iyi geldiğini belirtiyor. Ancak bu iyi niyetli yaklaşımın büyük bir tehlikesi olduğunu da ekliyor.

Eğer sürekli başkalarını mutlu etmeye çalışırken kendi özümüzden uzaklaşılırsa, bir süre sonra bir maskeyle yaşamaya başlanacağı konusunda uyarıyor. Belki herkesi mutlu edebiliriz, ama kendimizi mutsuz ederiz. İşte bu noktada, diğer kutup devreye giriyor: kendine sadık kalmak. Bu bencillik demek değildir, asıl anlamı kendi değerlerimize, hayallerimize ve doğrularımıza ihanet etmeden yaşamaktır. Pozitif psikolojiye göre, mutluluk anlamla birleştiğinde kalıcı olur ve anlam ancak kendimize sadık kaldığımız zaman ortaya çıkar.

İşte bu noktada Memduh Bayraktaroğlu, günümüz Türkiye'sinin içinde bulunduğu bu siyasi buhran ve toplumsal karmaşada gerçek mutluluğun sırrını açıklıyor. Herkesi mutlu etmeye kalkışırsak kendi öz benliğimizi kaybedebileceğimizi ve bunun da bize mutsuzluk getireceğini hatırlatıyor. Sadece kendimizi düşünmenin ise bizi yalnızlaştıracağını belirtiyor.

Bayraktaroğlu'nun nihai mesajı ve bu karmaşık denklemdeki çözüm anahtarı ise şudur: Gerçek mutluluk bir denge kurmakta gizlidir. Başkalarına faydalı olurken, aynı zamanda kendi özümüze sadık kalabilmek... Formül aslında basit: Kendini unutma ama başkalarını da ihmal etme! Bu derinlemesine analiz, sadece kişisel bir felsefe değil, aynı zamanda mevcut "helak edici siyasi zihniyet" altında hayatta kalmak ve kendi ruh sağlığını korumak için bir rehber niteliğinde. Bayraktaroğlu, bu dönem geçinceye kadar öncelikle kendimizi mutlu etmeye çabalamamız gerektiğini, çünkü kendimiz mutlu olmazsak ne başkalarını mutlu edebileceğimizi ne de kendi kahroluşumuzdan kurtulabileceğimizi vurguluyor. Bu, hem siyasetin çürümüşlüğüne karşı kişisel bir duruş hem de içsel bir direnç çağrısıdır.