Türkiye'nin medya ve siyaset arenası, son 24 saatte adeta bir depremle sarsıldı. Dün gece saatlerinde başlayan geniş çaplı bir uyuşturucu operasyonu, sadece suç şebekelerini değil, ekranların en tanınmış yüzlerini de hedef aldı. Habertürk'ün hem yayın yönetmeni hem de sıkça ekranda boy gösteren ismi Mehmet Akif Ersoy, operasyonun gölgesinde aniden görevinden uzaklaştırıldı. Bu hamle, sadece bir kanal değişikliği mi yoksa daha derin bir siyasi hesaplaşmanın ilk adımı mı?

Kamuoyunda yankılanan sorular, operasyonun perde arkasını aydınlatmak için saatler içinde çoğaldı. Uzun süredir beklenen bu baskın, neden tam da bu dönemde patlak verdi? Siyasi İslam'ın çelişkili dünyası, AKP içindeki güç mücadeleleri ve medya patronlarının radarında olan isimler... Tüm bu unsurlar, Türkiye'nin yönetim katmanlarında fırtınalar estiren bir tabloyu gözler önüne seriyor.

TBMM Kantininde Taciz Skandalı: Kadın Milletvekillerinin Protestosu Polisle Çatıştı
TBMM Kantininde Taciz Skandalı: Kadın Milletvekillerinin Protestosu Polisle Çatıştı
İçeriği Görüntüle

Operasyonun detayları henüz tam olarak kamuoyuyla paylaşılmadı, ancak gözaltına alınanlar arasında televizyon çalışanları, haber odası personeli ve hatta bazı tanınmış medya figürleri yer alıyor. Bu durum, basit bir uyuşturucu ağı çökertme girişimi olmanın ötesinde bir boyut kazanıyor. Hatırlanacağı üzere, Şamil Tayyar'ın sosyal medyada paylaştığı bir tweet, olayın seyrini değiştirdi. Tayyar, Mehmet Akif Ersoy'un daha önce benzer bir soruşturmanın radarında olduğunu ve bu sürecin etkili figürlerin müdahalesiyle ertelendiğini ima etti. Peki, Ersoy bu bilgiden haberdar mıydı? Eğer biliyorsa, neden riski göze alıp yoluna devam etti? Bu sorular, operasyonun sadece yasal bir takip olmadığını, aynı zamanda kişisel hesaplaşmalarla örülü bir hikaye barındırdığını düşündürüyor. Medya dünyasında "güvenilir kaynak" olarak anılan Ersoy'un ani düşüşü, izleyicileri şaşkınlığa uğratırken, sektördeki diğer isimlerin de tedirginliğini artırdı.

Mehmet Akif Ersoy'un kariyerine bir göz atarsak, bu olay hiç de şaşırtıcı gelmiyor – ya da tam tersine, yıllardır biriken çelişkilerin patlaması gibi duruyor. Siyasi İslam geleneğinden gelen bir ailede büyüyen Ersoy, ekranlarda muhafazakar değerleri savunan bir profil çiziyordu. Ancak, perde arkasındaki gerçekler bambaşka bir tablo sunuyor. Konuşmacılar, Ersoy'un aile kökenlerinin siyasi İslam'la yoğrulduğunu ve bu mirasın hem avantaj hem de lanet olduğunu vurguluyor. "Onların eylemleri, sözleri ve perde arkasındaki hamleleri hiçbir zaman uyuşmaz," deniyor bu bağlamda. Bu çelişki, sadece Ersoy'la sınırlı değil; benzer bir hikaye, yakın zamanda gündeme gelen Veysi Ateş vakasında da kendini gösteriyor. Ateş, hükümetin bir kanadının sözcülüğünü yaparken, rüşvet iddiaları ve bakanlarla uzlaşma pazarlıklarıyla anılıyordu. O da dini eğitim geçmişine sahip bir figür olarak, ahlak dersi verirken özel hayatında bambaşka bir profil sergiliyordu.

Bu örnekler, siyasi İslam çevrelerinde bir "hayat krizi" yaşandığını işaret ediyor: Baskı altında ezilen arzular, yatlar, malikaneler ve gizli partilerle patlıyor. 2019'da Ukrayna'da yeni yılı kutlayan Ateş ve yanındaki isimler –ki aralarında şu an hapiste olan Cihan Ekşi var– eskortlarla dolu bir geceyi fotoğraflamış. "Bize ahlak dersi veriyorsunuz ama kendiniz o ahlakı yerine getiremiyorsunuz," diye özetleniyor bu ikiyüzlülük.

Bu çelişkiler, Türkiye'nin sosyolojik yapısını da yansıtıyor. Siyasi İslam'ın yükselişiyle birlikte, muhafazakar kesimlerde biriken gerilimler, uyuşturucu gibi "yasak meyvelere" yönelimi artırıyor. Hatırlayalım, AKP parti binalarında bile uyuşturucu tüketimi raporları ortaya çıkmıştı. Kürşat Ayhanatoğlu gibi isimler, araçlarında bu maddeleri taşırken yakalanmıştı. Ersoy'un durumunda ise, "köpek lobisi yok" diye alay ederken, "pudra şekeri lobisi"nin varlığıyla yüzleşmek zorunda kaldı. Operasyon ekipleri, "gayrimeşru" olarak nitelendirilen görüntülerle karşılaştı –ki bu terim bile tartışma yaratıyor. Neden şimdi? Bu soru, AKP içindeki güç dinamiklerini masaya yatırıyor. Ersoy'un Hakan Fidan'a yakın bir figür olarak anılması, olayı daha karmaşık hale getiriyor. Fidan, AKP'de yükselen bir güç; hatta cumhurbaşkanlığı adaylığı konuşuluyordu. Bu operasyon, Bilal Erdoğan'ın öncülüğünde bir hamle olarak yorumlanıyor –yani, yaklaşan dönemin yeni güç mücadelesi. MHP-AKP gerilimi de cabası. "Bu, AKP içinde bir iç hesaplaşma," diyor yorumcular, Süleyman Soylu'nun etkisini de işin içine katarak. Soylu, Ersoy'la bir programda "canım" diye hitaplaşırken, bir hafta sonra benzer bir skandal patlak veriyordu.

Medya sektöründeki bu deprem, daha geniş bir zinciri tetikliyor. Hatırlayın, bir ay önce oyunculara yönelik benzer bir operasyon yaşanmıştı. Orada da yeni doğum yapmış bir kadın oyuncunun adı geçmişti – masumiyet karinesi tartışılırken, asıl soru "Nasıl bu ağa bulaştılar?" oluyordu. Ersoy gibi, kanalın CEO'su olan birinin bu çarkın parçası olması, akıl almaz bir irrasyonelliği gösteriyor. Kullanım bir yana, ticaret ve ağ kurma boyutları bambaşka. Üstelik, eski içişleri bakanının uyuşturucu baronlarıyla çekilmiş fotoğrafları bile ortada –ki bu, Ekrem İmamoğlu'na yönelik eleştirileri de gölgeliyor. Fotoğrafın zamanlaması önemli: Bakanlık döneminde dosya silindiyse, fotoğrafın yayınlanması bile sorgulanmalı. Binali Yıldırım'ın Kolombiya ziyareti ise Sedat Peker'in ağzından dökülen gerçeklerle tescillenmişti; oğlunun "mal rotası" çizdiği iddiaları, uluslararası bir boyuta işaret ediyordu. Bu bağlantılar, operasyonun sadece medya ile sınırlı kalmayacağını gösteriyor. TRT çalışanlarının da radarında olması, devlet medyasının içindeki çürümeyi ifşa ediyor.

Peki, bu fırtına nereye varacak? Şamil Tayyar'ın tweet'i, Ersoy'un bilgisi dahilinde bir erteleme olduğunu ima ediyor –eğer biliyorsa, neden sustu? Bu, kişisel bir trajediden öte, toplumun çürümesini simgeliyor. Siyasi İslam sosyolojisi, ahlakı en çok savunanların en büyük hipokrasiyi sergilediğini kanıtlıyor. AKP polisinin LGBTİ Onur Yürüyüşü'nde şiddete karışması, TGRT CEO'sunun kendi cinsel yönelim skandalları... Hepsi birbiriyle örülü. Metin Korkmaz'ın menajerinin maç-fiks operasyonu öncesi yurtdışına kaçması, Rasim Ozan Kütahyalı'nın "Zekeriya Yağız'a heykel dikilsin" demesi –ki Akın Gürlek'in "dipte" kalacağı öngörüsü– ironik bir doğruluk taşıyor. Bu operasyon, sadece uyuşturucuyu değil, Türkiye'nin yönetim katmanlarındaki yozlaşmayı da hedef alıyor gibi.

Sonuç olarak, Mehmet Akif Ersoy'un düşüşü, tek bir adamın hikayesi değil; medya, siyaset ve ahlakın kesişimindeki bir depremin habercisi. Neden şimdi? Çünkü rüzgarın yönü değişiyor ve eski müttefikler, yeni düşmanlara dönüşüyor. Bu dosya, sınırlı kalmayacak; daha fazla isim, daha fazla bağlantı su yüzüne çıkacak. Türkiye, bu skandalın dalgalarıyla yüzleşirken, asıl soru şu: Bu çürüme, sistemin neresinden kaynaklanıyor? İzleyiciler, ekranlardaki "güvenilir" yüzlerin ardındaki gerçekleri sorgularken, medya dünyası nefesini tutmuş bekliyor. Operasyonun sonraki adımları, belki de önümüzdeki haftalarda daha büyük patlamalara yol açacak –ve o zaman, pudra şekeri tozu her yeri kaplayacak.