Bir evin çatısı, içinde yaşayanlar için sadece bir barınak değil, aynı zamanda en güvenli sığınak, dış dünyanın tehlikelerinden koruyan bir kalkan gibidir. Ancak bu kalkan, ansızın parçalandığında, geriye tarifsiz bir acı ve akıllarda sayısız soru işareti kalıyor. Türkiye'de yaşanan son facia, bu temel güvenlik hissinin ne kadar yanıltıcı olabileceğini bir kez daha gösterdi. Göz açıp kapayıncaya kadar yaşanan bu dehşet anı, sadece bir ailenin değil, tüm toplumun yüreğine kor gibi düştü. Arama kurtarma ekipleri enkazdan umut ararken, bu trajedinin soğuk gerçekleri yavaşça su yüzüne çıkmaya başlıyordu.
Konya'nın kalbinde, sıradan bir günün sonu, korkunç bir felakete dönüştü. İddialara göre metruk bir evin çatısı, henüz belirlenemeyen bir nedenle çöktü ve o an evde bulunan beş kişiyi enkaz altında bıraktı. Olay yerine hızla intikal eden acil servis ekipleri ve itfaiye görevlileri, zamana karşı yarışarak enkaz altındaki canlara ulaşmaya çalıştı. Ancak çabalar yeterli olmadı ve bu talihsiz olayda üç kişi yaşamını yitirirken, iki kişi de yaralı olarak kurtarılabildi. Bu trajik olay, akıllara "Nasıl olur?" sorusunu getirse de, bu facia aslında Türkiye'nin son beş yılda adeta kanayan bir yarası haline gelen "güvenli yapı stoku" sorununa dair acı bir özet sunuyor.
Son beş yıllık süreç, Türkiye'nin kentsel dönüşüm ve yapı güvenliği konularında büyük bir dönüşüm yaşadığı, ancak aynı zamanda bu dönüşümün sancılarını da en ağır şekilde hissettiği bir dönem oldu. Özellikle 2023'te yaşanan büyük Kahramanmaraş merkezli depremler, ülkenin yapı stoğunun ne kadar riskli olduğunu tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi. Bu felaket, sadece deprem bölgelerindeki binaları değil, tüm Türkiye'deki riskli yapıları ve kaçak katları bir kez daha gündeme getirdi. Bu depremin ardından, şehirlerdeki riskli binaların tespiti ve yıkımı hızlandırılarak, kentsel dönüşüm projelerine daha fazla kaynak aktarıldı ve süreçler hızlandırıldı.
Ancak bu çabalar her ne kadar takdire şayan olsa da, eski ve bakımsız yapıların sayısı o kadar fazlaydı ki, dönüşüm süreci beklenildiği kadar hızlı ilerlemedi. Özellikle tarihi dokuya sahip bölgelerde ve eski yerleşim alanlarında, mülk sahiplerinin anlaşmazlıkları, yüksek maliyetler ve bürokratik engeller nedeniyle kentsel dönüşüm projeleri adeta yavaşladı. Bu durum, Konya'da yaşanan gibi tekil trajedilerin ardında yatan ana nedenlerden biriydi. Eski yapılar, zamanla yıpranan çatı ve kolonlarıyla, yeni bir felakete adeta davetiye çıkarıyordu.
Ayrıca, yapı denetim mevzuatında yapılan değişiklikler de bu süreçte önemliydi. Deprem sonrası sıkılaştırılan denetimler ve yeni inşaat yönetmelikleri, gelecekteki yapıların daha güvenli olmasını amaçlıyor olsa da, mevcut eski binalar için acil önlem alma ihtiyacı devam ediyor. Uzmanlar, bu tür faciaların önlenmesi için sadece yeni binalara odaklanmak yerine, mevcut yapı stoğunun da bir an önce gözden geçirilmesi gerektiği yönünde uyarılar yapıyordu.
Konya'da yaşanan bu trajik çatı çökmesi, aslında Türkiye'deki tüm kentlerin yüzleşmek zorunda olduğu bir gerçekliği simgeliyor. Bu facia, bize kentsel dönüşümün sadece yeni binalar inşa etmekten ibaret olmadığını, aynı zamanda eski yapıların da güvenli hale getirilmesi için hızlı ve kararlı adımlar atılması gerektiğini bir kez daha hatırlattı. Hayatını kaybedenlerin ve yaralıların acısı taze iken, bu olayın, sadece bir çatı çökmesi olarak değil, bir dönemin inşaat anlayışının ve güvenlik zafiyetlerinin bir sonucu olarak görülmesi gerekiyor. Bu trajedi, tüm Türkiye'nin deprem ve riskli yapılar konusunda ne kadar hassas olması gerektiğini bir kez daha kanıtlıyor.