Türkiye'nin adalet koridorlarında, sonbahar rüzgarlarının uğultulu fısıltıları arasında bir gerilim hâkim. Bu gerilim, taş duvarların arasından sızan bir öfke; güneşin altında solan umutların, yarım kalmış cümlelerin yankısı. Yıllardır süren basın özgürlüğü fırtınalarının ortasında, bir kalemin gücü en karanlık sınavla yüzleşiyor. Her kapı gıcırtısı, yeni bir umut kıvılcımı gibi çınlarken, ufukta kara bir gölge beliriyor – kelepçeler, sorgu lambaları ve bir milletin vicdanının sessiz isyanı. Bu, sadece bir duruşma değil; insan ruhunun en çıplak hali, bir gazetecinin kaleminin kaderiyle kesişen bir destan.

İşte tam burada, Silivri Cezaevi'nin o soğuk 2 No'lu duruşma salonunda, saat 10:55'te perde açıldı ve Fatih Altaylı, tam 104 gün sonra ilk kez hakim karşısına çıktı. 20 Haziran'da YouTube kanalındaki "Fatih Altaylı Yorumluyor" programında sarf ettiği sözler nedeniyle gözaltına alınan deneyimli gazeteci, "Cumhurbaşkanına tehdit" suçlamasıyla yargılanıyor. İddianame, suikast ve fiili saldırı iddialarıyla Ağır Ceza Mahkemesi'ne taşınmış; en az 5 yıl hapis cezası isteniyor. Salon, adeta bir dayanışma arenasına dönüşmüştü: Eşi Hande Altaylı ve kızı Zeynep Altaylı'nın gözyaşlı bakışları arasında, Prof. Dr. Celal Şengör, gazeteci Murat Bardakçı, Galatasaray eski başkanı Faruk Süren, CHP'li vekiller Burhanettin Bulut, Deniz Atalar, Sezgin Tanrıkulu, Ali Gökçek, Utku Çakırözer gibi isimler koltukları doldurmuştu. İYİ Parti'den Hakan Şeref Olgun, Selçuk Türkoğlu, Lütfü Türkkan; Zafer Partisi'nden Hakan Akşit; TGS Başkanı Gökhan Durmuş ve Galatasaray Lisesi dönem arkadaşları da oradaydı – bir kalabalık, bir kalkan, bir ses.

Saat 11:00'de mahkeme heyeti, savcı ve Altaylı salona girdiğinde hava elektrik yüklüydü. 63 yaşındaki gazeteci, kelepçesiz ama yorgun adımlarla kürsüye yürüdü; ilk sözleri salonu titretti: "İnsan neden burada?" diye sordu, sesinde hem öfke hem hüzünle. Savunmasına saat 11:10'da başlayan Altaylı, 104 günlük hücre cezasını anlattı: "Silivri'de yüksek güvenlikli hücrede yaz ve sonbaharı geçirdim, ilk kez dört duvarın dışına çıktım." Kendisini tehdit eden değil, tehdit edilen biri olarak tanımladı; 30 yıl devlet korumasında yaşadığını, terör örgütlerinin hedefi olduğunu vurguladı. Konuşmasının 2,5-3 dakikalık bir bölümünden sadece 15-20 saniyelik kısmın kesilip sosyal medyada linç edildiğini haykırdı: "Hayatımda tek bir kişiyi bile tehdit etmedim, hayal kurmak özgürlüğüm!"

Altaylı'nın savunması, bir manifesto gibi akıyordu: Türk halkının demokrasiye bağlılığını, sandığı sevdiğini örneklerle anlattı. Tarihsel anekdotlarla zenginleştirdi sözlerini – Erdoğan'ın hapse atıldığı dönemde yazdığı destek köşe yazısını, 2007'deki 367 krizinde verdiği mücadeleleri sıraladı. "Muhalif değilim, toplumun ortak duygularını seslendiriyorum," dedi, sesi salonu doldururken. Bilimsel çalışmalarını, gazetecilik serüvenini paylaştı; haksızlıklara karşı duruşunu, Erdoğan'a destek verdiği günleri hatırlattı. "Bağlamdan koparılmış bir cümleyle buradayım, demokrasinin değerini anlatırken suçlanıyorum," diye haykırdı, gözleri dolarken. Avukatı Mehmet Can Seyhan, savunmayı destekleyerek, iddiaların asılsızlığını vurguladı; mahkeme, dakikalarca sessizce dinledi.

Saat 11:50'de karar anı geldiğinde salon nefesini tuttu. Mahkeme heyeti, Altaylı'nın tutukluluk halinin devamına hükmetti; duruşmayı 26 Kasım'a erteledi. Bu karar, salonda bir fırtına kopardı: Destekçiler ayağa kalktı, gözyaşları aktı, öfke fısıltıları yükseldi. Altaylı, karar sonrası ailesine sarılırken "Devam edeceğiz," diye fısıldadı; eşi Hande, "O bizim kahramanımız," diyerek kalabalığa döndü. Dışarıda bekleyen gazeteciler, mikrofonlara üşüştü; BBC, Milliyet, BirGün, Yeniçağ gibi mecralar anbean aktardı olayı. YouTube'da Halk TV'nin canlı yayını, milyonları ekran başına kilitledi – yorumlar yağmur gibi yağdı: "Adalet nerede?", "Basın özgürlüğü için diren!"

Bu duruşma, sadece bir gazetecinin değil, Türkiye'nin basın özgürlüğü sınavının bir yansımasıydı. Altaylı'nın sözleri, sosyal medyada #FatihAltaylıSerbestKalsın etiketiyle trend oldu; X'te binlerce paylaşım, Instagram'da NOW Haber'in reels'leri duyguları coşturdu. Hürriyet ve Star gibi siteler, ertelenme tarihini duyururken, Haberler.com süreci özetledi. Ama asıl soru havada asılı kaldı: Bu tehdit iddiası, bir kalemin susturulma girişimi mi? Altaylı, hücreden çıkarken bile kalemini bırakmadı; savunması, bir kitap gibi kalın, bir şiir gibi derin. Destekçileri, salondan ayrılırken "Yalnız değilsin," diye tezahürat yaptı; Celal Şengör, "Bilim ve vicdan yan yana," diye mırıldandı.

Yılmaz Özdil’den Özgür Özel’e Sert Eleştiri: "Yanlış Bilgilerle Yalancı Çoban Durumuna Düşürülüyor"
Yılmaz Özdil’den Özgür Özel’e Sert Eleştiri: "Yanlış Bilgilerle Yalancı Çoban Durumuna Düşürülüyor"
İçeriği Görüntüle

Duruşmanın yankıları, Türkiye'nin dört bir yanına yayıldı. CHP ve İYİ Parti vekilleri, TBMM'de konuyu gündeme taşıyacak; TGS, basın özgürlüğü için eylem planı hazırlıyor. Altaylı'nın kızı Zeynep, babasının elini sıkarken "Güçlü kal," diye fısıldadı; Murat Bardakçı, eski dostuna sarılıp "Tarih seni haklı çıkaracak," dedi. Bu karar, bir yenilgi değil; bir meydan okuma, bir direnişin yeni halkası. 26 Kasım'a kadar, Altaylı Silivri'de kalacak; ama ruhu, özgürce uçuyor – kaleminde, sözlerinde, milyonların vicdanında.

Bu hikaye, son bulmuyor; her erteleme, yeni bir bölüm açıyor. Fatih Altaylı, kelepçelerle zincirlenemez; o, Türkiye'nin aynası, bir gazetecinin onurudur. Destek kalabalığı dağılırken, Silivri'nin duvarları titredi – çünkü adalet, gecikse de gelir. Ve o geldiğinde, bu 104 gün, bir zafer maratonunun başlangıcı olacak.