Günümüzde pek çok ailenin içerisinde yaşanan en büyük tartışmaların başında maddi konular ve harcamaların yönetimi geliyor. Özellikle çalışan eşler arasında veya taraflardan birinin ailesinden kalan mirasa sahip olması durumunda, evin geçiminin kimin sorumluluğunda olduğu konusu sıkça gündeme geliyor. Yüzyıllardır süregelen geleneksel kabullerin aksine, kutsal kitabımızdaki bazı hükümler aslında toplumun bildiğinden çok daha farklı bir pencere açıyor. Merak edilen "Maddi gücü olan bir kadın, eşine para vermek zorunda mıdır?" sorusuna verilen yanıt, birçok kişi için oldukça şaşırtıcı detaylar barındırıyor.
Merakla beklenen o sorunun cevabı aslında oldukça net: Evet, bir kadın maddi durumu ne kadar iyi olursa olsun, eşine "Ben sana para vermek zorunda değilim ama sen bana bakmak zorundasın" diyebilir. İslam hukukuna göre bu söylemde bulunan bir kadın, hakkı olanı talep etmiş sayılıyor. Bu durumun temel dayanağı ise Nisa Suresi'nin 34. ayetine atıfla açıklanıyor. Ayetteki hükümlere göre, aile birliğinin maddi yükümlülüğü ve geçimi tamamen erkeğin omuzlarına yüklenmiş durumda. Kadının çalışarak elde ettiği maaş, ailesinden kalan miras veya biriktirdiği servet tamamen kendi mülkiyetindedir ve bu kazancı aile bireyleri için harcamak gibi bir zorunluluğu bulunmamaktadır.
Bu hükmün arkasındaki hikmet ise toplumsal yapının temel taşlarıyla ilişkilendiriliyor. Kadın, toplumun "kültürü" ve geleceği olarak görülüyor. Gelecek nesilleri yetiştiren ve şekillendiren kadınların, maddi kaygılarla yıpranmaması, dışarıda geçim derdiyle zorlu koşullara maruz kalıp istismar edilmemesi için bu koruma kalkanı geliştirilmiştir. Bu, kadının acizliğinden değil, aksine bir elmas gibi değerli görülüp korunması gerektiği inancından kaynaklanıyor. Hatta evlilik sırasında kadına verilen "Mehir", bir başlık parası değil, kadının olası bir boşanma veya eşinin vefatı durumunda kimseye muhtaç olmadan hayatını idame ettirebilmesi için ödenen bir "onur bedeli" ve bir nevi geleceğe yönelik sigorta olarak tanımlanıyor.
Ancak bu keskin çizgilerin yanında, Kur'an-ı Kerim'de eşler arasındaki muhabbeti ve fedakarlığı düzenleyen çok ince bir detay daha bulunuyor. Bakara Suresi'nde geçen "Aranızdaki fazlalığı (lütfu) unutmayın" uyarısı, hukuki hakların ötesinde bir vicdani sorumluluğu hatırlatıyor. Eğer taraflardan birinin maddi durumu diğerinden çok daha iyiyse, boşanma aşamasında bile olsa, zengin olan tarafın (kadın veya erkek fark etmeksizin) diğerine karşı cömert davranması, hakkından feragat etmesi veya fazlasını vermesi öğütleniyor. Yani kadın hukuken zorunda olmasa da, eşler arasındaki sevgi ve merhamet bağı gereği kendi isteğiyle harcama yapabilir veya mehrini eşine bağışlayabilir; bu tamamen onun hür iradesine bırakılmıştır.
Konunun bir diğer boyutu ise bilgi sahibi olup da bunu toplumla paylaşmayanlara yönelik sert eleştirilerde gizli. Cuma Suresi'ndeki "Kitap yüklü eşek" benzetmesi, sadece bilgi yüklenen ama bu bilgiyi hayata geçirmeyen, toplumun faydasına sunmayan alimler ve öğretmenler için kullanılıyor. Yıllarca dirsek çürütüp ilim tahsil eden, fizik, kimya veya din ilimlerine vakıf olan kişilerin, emekli olduktan sonra bilgilerini kahve köşelerinde heba etmeleri yerine, mahallenin çocuklarına öğretmeleri gerektiği vurgulanıyor. Bilgiyi saklamanın veya "toplum bunu kaldırmaz" bahanesiyle gerçekleri anlatmamanın, manevi sorumluluğu büyük bir vebal olarak nitelendiriliyor. Gerçek ilim sahiplerinin, bildiklerini ne pahasına olursa olsun insanlıkla paylaşması, o bilginin hamallığını yapmaktan kurtulmanın tek yolu olarak gösteriliyor.