Türkiye'nin uzun yıllardır mücadele ettiği güvenlik sorunları, son dönemde yeniden alevlenen tartışmalarla dikkat çekiyor. Bölgesel aktörlerin açıklamaları, Ankara'nın stratejik hamlelerini şekillendirirken, kamuoyunda geniş yankı buluyor. Bu bağlamda, hükümetin tutumu, hem iç politikada hem de komşu ülkelerle ilişkilerde belirleyici rol oynuyor. Peki, bu gerilimler nasıl bir tablo çiziyor ve gelecekteki adımlar neler olabilir?
Başbakanlık seviyesindeki kabine toplantılarının ardından yapılan değerlendirmeler, terörle mücadelede kararlılık mesajlarını ön plana çıkarıyor. Konuşmalarda vurgulanan "teslimiyetçi olmayan millet" vurgusu, yıllardır süren çabaların bir özeti niteliğinde. Bu retorik, sadece iç kamuoyuna değil, aynı zamanda sınır ötesi unsurlara da net bir sinyal gönderiyor. Özellikle, Kandil kaynaklı son açıklamalar, bu sert tonun doğrudan hedefi haline geliyor. Hükümet yetkilileri, bu tür tehditkar ifadelerin sorumsuzluk olarak nitelendirildiğini belirtiyor ve Türkiye'nin hedeflerini er ya da geç gerçekleştireceğinden emin olduklarını ifade ediyor.
Terörsüz bir Türkiye vizyonu, bu süreçte merkezi bir yer tutuyor. Yetkililer, bu hedefe ulaşmak için her türlü yöntemin masada olduğunu ima ediyor; "bir şekilde ya da başka şekilde" ifadesi, esneklikle birlikte kararlılığı yansıtıyor. Bu yaklaşım, barış sürecinin en keskin tonda dile getirilen yönlerinden biri olarak kaydediliyor. PKK'nın Kandil'den gelen açıklamaları, Suriye'deki gelişmelerle birleşince, sürecin tıkanma noktasına geldiği gözlemleniyor. Ankara, bu tıkanıklığı aşmak için diplomatik kanalları zorlarken, Öcalan'ın rolü de tartışma konusu oluyor. Hükümet, Öcalan'dan Suriye'deki YPG unsurlarını silah bırakmaya ve yerel yapılara entegre etmeye çağırmasını bekliyor; ancak bu çağrının pratikte ne kadar etkili olacağı şüpheli görülüyor.
Öcalan'ın "Suriye'deki 40 yıllık kazanımları bırakın" şeklindeki çağrısı, YPG'nin mevcut pozisyonu karşısında yetersiz kalıyor. YPG'nin 40 ila 50 bin, hatta bazı tahminlere göre 100 bin kişilik bir güce sahip olduğu, üstelik ABD ve İsrail gibi uluslararası aktörlerden destek aldığı biliniyor. Bu destek, örgütün bağımsız bir yapıya evrilmesini hızlandırıyor ve entegrasyon taleplerini zorlaştırıyor. Türkiye'nin Suriye'de tek taraflı adımlar atması, doğrudan ABD ve İsrail'le yüzleşmeye yol açabilir; bu da Ankara'nın temkinli davranmasına neden oluyor. Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında Suriye'de bir Kürdistan oluşumu hedeflendiği iddiaları, bu karmaşıklığı artıran unsurlardan biri.
İmralı'daki görüşmelerin tutanaklarının kamuoyuyla paylaşılmaması, sürecin şeffaflık tartışmalarını da beraberinde getiriyor. Odak noktası, YPG'ye yönelik Öcalan çağrıları olarak kalırken, Erdoğan'ın bu retorikle Suriye ve YPG sorununu geçici olarak gündemden düşürdüğü yorumları yapılıyor. Sürecin Öcalan'a devredildiği algısı, hükümetin stratejik bir hamlesi olarak değerlendiriliyor. Bu arada, Barzani'nin Şırnak ve Cizre ziyaretleri, dikkatleri başka bir yöne çekiyor. Peshmerga korumasındaki bu ziyaret, AK Partili vekiller ve vali tarafından karşılanmış; ancak bazı kesimlerden tepki çekmiş. Bir AK Partili vekilin tweet'inde vurgulandığı gibi, Barzani'nin devlet başkanı statüsünde olmadığı, silahsız Peshmerga eşliğinde gelmesinin devlet itibarına gölge düşürdüğü belirtiliyor. Erdoğan'ın onayı olmadan böyle bir ziyaretin gerçekleşmeyeceği, İçişleri Bakanlığı'nın rolünün kritik olduğu ifade ediliyor.
DEM Partisi'nin bu ziyaretlerden dışlanmışlık hissettiği, sürecin dengelerini etkiliyor. Barzani'nin dini ve muhafazakar profili, AK Parti ile yakınlaşmayı kolaylaştırıyor; zira Öcalan'ın daha seküler ve sol eğilimli yapısı, bu dinamikte farklı bir konumda. Hükümetin Barzani'ye gösterdiği yoğun ilgi, Kandil'e baskı unsuru olarak işlev görüyor ve barış sürecinde psikolojik bir destek sağlıyor. Bu ziyaretler, Kürt hareketi içindeki ayrışmaları da gözler önüne seriyor; farklı fraksiyonların Ankara'yla ilişkileri, geleceğin ittifaklarını belirleyebilir.
Genel olarak, bu gelişmeler Türkiye'nin güvenlik mimarisini yeniden şekillendiriyor. Tehditlere karşı verilen rest, sadece retorik değil, somut adımların habercisi olabilir. Kamuoyunda merak edilen, bu sertliğin Suriye'deki tıkanıklığı nasıl aşacağı ve bölgesel aktörlerin tepkisi. Uzmanlar, sürecin uzun vadede terörsüz bir yapıya evrilmesinin, diplomatik manevralara bağlı olduğunu vurguluyor. Bu bağlamda, her hamle dikkatle izlenmeli; zira küçük bir kıvılcım, büyük bir yangına dönüşebilir.





