Türkiye'nin kalabalık pazarlarında, sonbahar rüzgarlarının tozlu dansı arasında bir tedirginlik hâkim. Bu tedirginlik, tezgahların arkasından sızan fısıltıların yankısı; güneşin altında eriyen hayallerin, yarım kalmış hesapların gölgesi. Yıllardır süren ekonomik dalgalanmaların ortasında, bir ulusun geleceği en hassas terazide tartılıyor. Her yeni gün, umut dolu bir başlangıç gibi doğuyor, ama ufukta kara bulutlar birikiyor – enflasyonun öngörülemez ritmi, faizlerin inatçı direnişi ve yoksulluğun sessiz yayılışıyla dolu bir gökyüzü. Bu, sadece rakamların hikayesi değil; milyonlarca ailenin günlük mücadelesinin, sessiz bir isyanın nabzı.
İşte tam burada, eylül ayının son verileriyle patlak veren Citi'nin raporunda, ekonominin kırılgan dengesi bir kez daha sarsılıyor. Küresel dev bankanın ekonomistleri İlker Domaç ve Gültekin Işıklar, Eylül enflasyonunun gıda fiyatlarındaki ani sıçramayla beklentilerin üstüne çıktığını vurguluyor; bu veri, para politikası için karmaşık bir ortam yaratmış. Zayıf iç talep ve işgücü piyasasındaki erime, Merkez Bankası'nın (TCMB) elini bağlarken, enflasyon beklentilerinin hedeflerden sapması temkinli bir faiz indirim döngüsünü zorunlu kılıyor. Citi, bu ikilemi net bir şekilde çiziyor: Büyüme öngörülerinin düşmesi ve işsizliğin tırmanması, uzun vadede kısıtlayıcı duruşu zorlaştırabilir, ama enflasyonun inatçı yukarı yönlü riskleri, aceleci adımları frenliyor. Rapor, TCMB'nin politika faizini mevcut yüzde 40,50 seviyesinden yıl sonuna kadar yüzde 37'ye çekmesini öngörüyor – bu, Eylül'deki yüzde 43'ten yüzde 40,50'ye yapılan indirimin devamı niteliğinde, ama riskler hâlâ yüksek.
Bu tahmin, TCMB'nin son hamlelerini yakından izleyen bir ayna gibi; Eylül'de yapılan indirim, piyasalarda kısa bir rahatlama yaratmış olsa da, gıda enflasyonunun yüzde 4'e yaklaşan ivmesi her şeyi zehirliyor. Citi ekonomistleri, "Ekonomik aktivite, uluslararası rezervler ve dolarizasyon gibi faktörler, daha agresif bir indirim duruşuna yol açabilir, ama biz temkinli bir yaklaşımı tercih ediyoruz" diye not düşüyor. Politika faizi yüzde 37'ye inerse, kredi maliyetleri hafifleyecek, reel sektör bir nefes alacak; ama bu seviye, enflasyonun yıl sonu hedeflerini aşma riskini taşıyor. Piyasalar, bu öngörüyü bir uyarı zili gibi algılıyor – eğer büyüme daha da yavaşlarsa, TCMB'nin eli daha da daralacak, faiz indirimleri 2026'ya sarkacak. Küçük ve orta ölçekli işletmeler (KOBİ'ler), bu belirsizlikle yatırımlarını erteleyecek; fabrikalar sessizleşirken, istihdam dalgası tersine dönecek.
Enflasyon cephesinde ise tablo daha da karmaşık: Citi, 2025 yıl sonu enflasyonunu yüzde 30 olarak revize etmiş; bu, 2024'teki yüzde 44,4'lük zirveden 14 puanlık bir düşüşü işaret ediyor, ama yukarı yönlü riskler gölge düşürüyor. TÜİK'in Eylül verileri, aylık enflasyonu yüzde 3,23'e taşımış – beklentilerin yüzde 2,50 üstünde – yıllık oran ise yüzde 33,29'la yüzde 32,5'lik tahmini aşmış. Gıda fiyatlarındaki bu patlama, sadece bir aylık sapma değil; tedarik zincirlerinin kırılganlığını, iklim şoklarının etkisini ve küresel emtia dalgalanmalarını yansıtıyor. Citi, bu risk dengesinin yukarı yönlü olduğunu vurguluyor; eğer gıda enflasyonu ivme kazanırsa, yıl sonu tahmini yüzde 35'i zorlayabilir, bu da TCMB'nin faiz indirimlerini tamamen durdurabilir. Emekliler ve asgari ücretliler, bu senaryoda en çok ezilenler olacak; maaş zamları eriyecek, sofralar boşalacak, tasarruflar buharlaşacak.
Bu rapor, Türkiye ekonomisinin küresel bağlamdaki yerini de aydınlatıyor; Avrupa Birliği'nde yıllık enflasyon yüzde 2,7'ye gerilemişken, Türkiye'nin aylık verisi bile bunu aşıyor. Citi ekonomistleri, "Dünya enflasyonu yendi, pandemiyle yükseldi, ama doğru faiz politikasıyla aşağı çekildi – bizde ise bu döngü tersine işliyor" diye ima ediyor. TCMB'nin yıl sonu faizini yüzde 37'ye indirmesi, piyasalarda likiditeyi artırabilir; bankalar mevduat faizlerini aşağı çekecek, tasarruf sahipleri eriyen getirilerle boğuşacak. İhracatçılar, kur baskısı altında ezilirken, ithalat maliyetleri gökyüzüne fırlayacak – bu, bir ekonomi savaşının yeni cephesi: Herkes kaybeden, kimse kazanmayan bir arena. Reel sektör, KOBİ'ler için destek paketleri bekliyor; düşük faizli krediler, vergi indirimleri, istikrarlı kur politikası şart – yoksa toparlanma 2026 sonuna sarkacak.
Citi'nin bu öngörüsü, Merkez Bankası'nın enflasyon raporundaki yüzde 24'lük yıl sonu hedefini de sorgulatıyor; eğer Eylül verisi gibi sapmalar devam ederse, bu hedef baştan kadükleşecek. Ekonomistler, gıda fiyatlarının mevsimsel dalgalanmalarını, zayıf talebin disinflasyonist etkisini ve işsizliğin artan baskısını tartıyor; ama dolarizasyon riski ve rezerv erimesi, her adımı riskli kılıyor. Politika faizindeki kademeli indirim, yüzde 37'de durursa, kredi büyümesi hızlanacak; ama enflasyon yukarı sıçrarsa, TCMB geri adım atmak zorunda kalacak. Bu ikilem, hükümetin makroekonomik dengelerini de sarsıyor; Orta Vadeli Program'daki yüzde 28,5 enflasyon beklentisi, Citi'nin yüzde 30'una yaklaşırken, bütçe açıkları genişleyecek, kamu harcamaları kısılacak.
Peki, bu tahminlerin günlük hayata yansıması ne olacak? Emekliler, maaşlarının erimesini izlerken, asgari ücretliler pazarlarda hesap yaparken ter dökecek; bir anne, süt fiyatlarındaki sıçramayla çocuğunun kahvaltısını kısarken dua edecek. İşçiler, maaş günü geldiğinde faturalarla boğuşacak; çiftçiler, gübre maliyetleriyle toprağa küsecek. Şehirler, kalabalık pazarlarda öfkeyle dolacak; kırsallar, göç dalgalarıyla boşalacak. Kötü yönetimin bedeli, sadece rakamlarla ödenmiyor; gözyaşları, umutsuzluklar ve kırılan hayallerle katlanıyor. Ama belki de bu rapor, bir uyanışın kıvılcımı olur – eğer kulak verilir, eğer değişim cesareti doğarsa.
Citi'nin analizi, küresel rakiplerle kıyaslamada da çarpıcı: Goldman Sachs gibi kurumlar benzer şekilde yüzde 30 enflasyon öngörürken, Capital Economics faiz indirimlerini daha agresif görüyor. Bu çeşitlilik, piyasalardaki belirsizliği artırıyor; borsa endeksleri dalgalanırken, döviz kurları tetikte. TCMB'nin ekim toplantısı, bu tahminlerin ilk testi olacak; eğer indirim gelmezse, Citi'nin senaryosu doğrulanacak. Uzmanlar, acil şeffaflık ve gerçekçi hedefler çağrısı yapıyor; ama siyasi irade, bu sesleri duymakta gecikiyor. Reel sektör, KOBİ'ler için destek paketleri bekliyor – düşük faizli krediler, vergi indirimleri, istikrarlı kur politikası. Çalışanlar, sendikalarla omuz omuza, adil zam taleplerini yükseltiyor. Yıl sonu enflasyonun yüzde 30 bandını aşması, sadece bir uyarı değil; bir alarm zili.
Enflasyonun bu inatçı yükselişi, Merkez Bankası'nın elini bağlarken, piyasalardaki likiditeyi kurutuyor. Bankalar, mevduat faizlerini yukarı çekmek zorunda kalacak; tasarruf sahipleri, eriyen paralarının peşinde koşacak. İhracatçılar, kur baskısı altında ezilirken, ithalat maliyetleri gökyüzüne fırlayacak. Bu, bir ekonomi savaşının yeni cephesi: Herkes kaybeden, kimse kazanmayan bir arena. Citi'nin raporunda vurgulanan yukarı yönlü riskler, gıda fiyatlarındaki volatiliteyi işaret ediyor; eğer hasat kayıpları artarsa, enflasyon yüzde 35'i zorlayacak, faiz indirimleri duracak. Bu senaryo, hükümetin bütçe planlarını da altüst edecek; kamu yatırımları kısılacak, sosyal yardımlar eriyecek.
Sonuçta, bu hesap dışı senaryo, toplumun her katmanını vuracak. Gençler, işsizlik korkusuyla geleceğe küs; çiftçiler, gübre fiyatlarıyla toprağa küsecek. Şehirler, kalabalık pazarlarda öfkeyle dolacak; kırsallar, göç dalgalarıyla boşalacak. Kötü yönetimin bedeli, sadece rakamlarla ödenmiyor; gözyaşları, umutsuzluklar ve kırılan hayallerle katlanıyor. Ama belki de bu kriz, bir uyanışın kıvılcımı olur – eğer kulak verilir, eğer değişim cesareti doğarsa.
Umut, tamamen sönmüş değil; Citi gibi kurumlar, verileriyle gerçekleri haykırıyor. Piyasalar, dirençli; girişimciler, inovasyonla ayakta. Bu fırtına, geçecek – ama bedeli ağır olacak, eğer dersler çıkarılmazsa. Türkiye'nin ekonomik sahneleri, yeni bir perdeye hazırlanıyor; bu perde, ya felaketle ya da yeniden doğuşla açılacak. Ve o açılışta, hepimizin rolü var.





