Silivri’den gelen bir mektup önce sessizliği deliyor; sonra okuyanı, hem meraklandırıyor hem de kendi çıkarımlarını sınamaya zorluyor. İlk satırlar bir alışkanlığı, planlamayı ve çocukluktan gelen bir disiplinin izlerini taşıyor — ama asıl anlatılacaklar ikinci paragraftan itibaren dökülüyor.
İmamoğlu, mektubunda 9 No’lu Marmara Cezaevi’nde “izole” tutulduğunu, 12 metrekarelik bir koğuş ve toplamda 30 metrekarelik bir alan içinde günlerini planladığını aktarıyor. Günlük rutini sabah 07:30'da başlıyor; avlu kapısı açıldığında alan biraz genişliyor, gün boyunca okuma, avukat görüşmeleri ve ziyaretlerle geçiyor; geceleri ise fikirlerini yazıya dökerek sonlandırıyor. Cezaevi ortamında kısıtlı olanaklara rağmen projeler, raporlar ve “Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi” üzerinden yürütülen program çalışmalarının kendisine büyük bir sorumluluk ve motivasyon verdiğini söylüyor. Okumalarını cezaevi kantininde dergi olmaması nedeniyle fotokopiler üzerinden, gazeteleri ve avukatlar aracılığıyla temin edilen yazılarla sürdürdüğünü vurguluyor.
Mektupta, siyasi gündemin tamamının hâlâ kendisinin odak noktasında olduğu, Türkiye’nin sorunlarının, İBB faaliyetlerinin, hukukun üstünlüğü meselesinin ve geleceğe ilişkin hükümet programlarının zamanının büyük bölümünü aldığı satır satır işleniyor. Ziyaretçi bölümünde ise Genel Başkan Özgür Özel’in ilk haftadan itibaren yaptığı ziyaretlerin kendisine güç verdiğini, ortak akılla yürütülen fikir alışverişlerinin hücresinde moral kaynağı olduğunu aktarıyor. Spor takip ettiğini, Diamond League ve çeşitli spor dallarına ilgi duyduğunu, gençlere yatırımın ülkenin başarısını değiştireceğine inandığını da ifade ediyor.
Okuyucuya satır aralarında düşen unsurlar dramatik: İmamoğlu, geçmişteki deneyimlerinden (2019 seçim süreci ve mazbata gecikmesi gibi anılara) hareketle halkla kurduğu ilişkinin değerini hatırlıyor; cezaevinden bile halkla “göz göze, gönül gönüle” diyaloğu satırlar aracılığıyla sürdürme niyetini açıklıyor. Mektupta, sokaklardan gelen hikâyeler, yanına gelen bir AK Partili ailenin itirafı, İngiltere’den oy kullanmak için gelen bir seçmenin sarılması, genç bir Kürt yurttaşın sıcak itirafı gibi anekdotlar, okurun hem empati kurmasını hem de sahici bir bağ hissetmesini sağlıyor.
Pratik ayrıntılar — hijyen, yemek, spor, kişisel bakım — yalnızca gündelik yaşamın küçük kayıtları değil; İmamoğlu için disiplinin, planlamanın ve siyaseti örgütlemenin parçaları. Mektupta, notlarını titizlikle tuttuğu, bazen aynı notu iki-üç kez elden geçirdiği, projeleri olgunlaştırırken satırların siyasetin ana damarına nasıl aktığını gösterdiği açıkça belirtiliyor. Cezaevi koşulları ve “hukuksuzluk” değerlendirmesine dönük satırlarda ise, karşı karşıya olduğu yargı pratiğini sert şekilde niteleyip bunun kendisini cezalandırma amacı taşıdığını ifade ediyor.
Bu mektubun taşıdığı siyasi yük de göz ardı edilemez: bir yandan hukuki süreçler, diğer yandan kampanya organizasyonu, parti içi koordinasyonlar ve kamuoyuna mesaj vermenin yeni yolları… Mektup, yalnızca kişisel bir döküm değil; eş zamanlı bir strateji belgesi gibi okunuyor — seçmenle iletişimi koparmama, fikirleri yazıyla aktarma ve saha çalışmalarını satırlara dökerek sürdürme stratejisi. Okur, satırlarda bir adayın cezaevi koşullarına rağmen nasıl “siyaseti yaşamaya” devam ettiğini görüyor.
Geçmişle hesaplaşma ve geleceğe dair planlar mektubun merkezinde: İmamoğlu, siyaset yaşamında şeffaflık ve kapsayıcılık prensibinden vazgeçmeyeceğini, çocuklar ve gençlere yönelik projelere öncelik vereceğini belirtiyor. “Her şey çok güzel olacak” söylemi, hem geçmişteki slogandan bildik bir çağrı hem de cezaevinden gelen metinde yeniden inşa edilen bir umut manifestosu olarak kendini hissettiriyor.
Bugünün bağlamına dair değerlendirme: İmamoğlu’nun cezaevi notları siyasi mücadeleyi metinlerle sürdürme taktiğinin bir parçası. Bu notlar, hem tabandaki motivasyonu canlı tutmayı hem de ulusal/uluslararası algıyı yönetmeyi hedefliyor. Hukuki süreçler devam ederken bu tür mektuplar, liderin iletişim kanallarını korumasına, destekçileriyle duygusal bağını kuvvetlendirmesine ve kampanya gündemini dışarıya taşımaya yarıyor. Aynı zamanda cezaevi koşullarını kamuoyuna aktararak hukuksal ve siyasal meşruiyet tartışmalarını kamçılıyor.
Ne oldu, ne olabilir? Geçmişte yaşanan süreçler (tutuklama, duruşmalar, davalar) siyasi tansiyonu yüksek tutuyor; şimdi ise mektup, İmamoğlu’nun hem savunma hem de anlatı inşa etme aracı. Hukuk safhası muhtemelen sürdürülecek; itirazlar, temyiz süreçleri ve duruşmalar devam edecek; siyasi alanda ise destek mobilizasyonu ve kamuoyu iletişimi ön plana çıkacak. Ancak unutulmamalı ki cezaevi mektupları kısa vadede moral ve dikkat çekme işlevi görür; uzun vadede hukuki sonuçların ve kamuoyundaki algının nasıl şekilleneceği, meseleye taraf olan aktörlerin hamlelerine bağlı olacak.
Sonuç olarak: Bu mektup, bir siyasetçinin adeta el yazısıyla kurduğu yeni iletişim hattı. Hücrenin sınırları, satırlarda bir araya gelen planlarla aşılmaya çalışılıyor. Okuyanlar için en önemli soru şu: Bu notlar İmamoğlu’nun hukuki sürecini nasıl etkileyecek, seçmen algısını ne ölçüde dönüştürecek ve önümüzdeki siyasi haritayı nasıl yeniden çizecek? Cevaplar zamanla gelecek — ama mektup, bugünden bir şey söylüyor: mücadele, yazıyla da olsa devam ediyor.