Türkiye ekonomisi, son dönemde yaşanan siyasi ve hukuki şoklarla birlikte adeta mayınlı bir tarlaya dönüştü. Piyasada güvenilen ve değişmez sanılan pek çok denge hızla bozulurken, ekonomiye yön veren en önemli beklentilerden biri olan yabancı yatırımcı ilgisi de hızla kayboluyor. Uzun süre boyunca Türk Lirası’nın sağlam kalacağını ve yabancı ilginin artacağını savunan uzmanlar bile, maalesef bu beklentilerinin kötüye gittiğini itiraf ediyor. Özellikle gelişmekte olan piyasalara tahvil alanına akıl almaz miktarda para yığılırken, Türkiye’ye gelen sıcak para miktarı 400-500 milyon dolarla sınırlı kalıyor. Bu rakamlar, ülkenin ekonomik olarak izole edilme riskinin ne denli yükseldiğini gözler önüne seriyor. Semih Muşabak'ın "bu seneyi harcadık" tespiti karşısında, uzman ekonomist Atilla Yeşilada, 2025 yılının da bu siyasi ve şirket şokları nedeniyle tamamen çöpe gittiğini açıkça ifade ediyor. Doların zayıfladığı ve Amerikan tahvil faizlerinin tepki vermediği bu elverişli ortamın kaçırılması, gelecek dönem için endişeleri katlıyor.

Türkiye'deki sermaye piyasalarında yaşanan en büyük şok, ardı ardına gelen ve büyük şirketleri hedef alan operasyonlar oldu. Can Holding ile başlayan bu süreç, Ciner Holding, Park Holding ve İstanbul Altın Rafinerisi gibi köklü kurumları da içine alarak hızla yayılıyor. Atilla Yeşilada'ya göre, bu operasyonlar Ekrem İmamoğlu davasından sonra uydurulan "Ulusal Suç Çetesi" iddianamesine benzer bir ahtapot gibi kanserli hücreler misali hızla yayılma eğilimi gösteriyor.

Bu durum, özellikle borç senetleri ve özel şirket tahvillerine yatırım yapan yabancı yatırımcılar arasında büyük bir panik yarattı. Devlet tahvilleri ile özel şirket tahvilleri arasındaki faiz farkı (spread) genişlemeye başladı. Yabancı müşterilerin en büyük korkusu ise bu operasyonların bankacılık sektörüne sıçraması. Atilla Yeşilada, yabancı banka temsilcileriyle yaptığı istişarelerde, bu durumun İş Bankası’na sıçraması halinde uluslararası boyutta bir kriz çıkacağı uyarısının yapıldığını belirtiyor. Nitekim, İş Bankası yönetim kurulunda kısa bir süre görev yapmış olan Gökhan Şehir'in tevkif edilmesi bu endişeleri körüklüyor. İş Bankası yönetimi her ne kadar şeffaf olduklarını açıklasa da, Türkiye'de adalet ile hedeflenen politik sonuçlar arasında derin farklar olduğu gözleniyor.

TMSF Dev Bir Holding Oluyor: Yönetilemez Şirketler Zinciri

Operasyonların bir diğer çarpıcı sonucu ise Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun (TMSF) gücünün artmasıdır. Örneğin Tekfen Holding’de TMSF en büyük ortak haline geldi. TMSF, altın rafinerilerinden soda külüne, medyadan bankacılığa kadar uzanan ve sayısı 110’u aşan çok sayıda şirketi yönetmek durumunda kalıyor.

Atilla Yeşilada, TMSF'nin uzman kadrosuna saygı duymakla birlikte, bu kadar farklı sektördeki karmaşık yapıları yönetmenin Koç Holding'i yönetmekten bile daha zor olduğunu düşünüyor. TMSF'nin bu denli geniş bir portföyü yönetecek gerekli kadroya sahip olmadığı, dolayısıyla bu şirketler için kısa vadede umulacak en çok şeyin hayatiyetlerinin sönmemesi olduğu belirtiliyor. Eğer bu bir sanayi politikası ise bunun yanlış olduğu ve millileştirme veya yeniden yapılandırma çabalarıyla Türk sermayesinin sahipliğinin değiştirilmeye çalışıldığı şüphesi dile getiriliyor.

Bu ortam, Türk sermayedarları da kaçışa zorluyor. Atilla Yeşilada, Turgay Ciner’in 2024’te Türkiye’deki tüm sabit varlıklarını satmış olmasının, bu korkunun bir göstergesi olabileceğini söylüyor. Son üç yılda Türklerin yurt dışına yaklaşık 5 milyar dolar civarında para transfer ettiği de gözlemlenen bir diğer durum.

Halkbank Sırrı Çözüldü: 40 Milyar Dolarlık Yükün Hafifletilmesi

Tüm bu mayınlı ekonomik ve siyasi tablo içinde, Türkiye’nin sırtındaki en büyük yüklerden biri olan Halkbank davasıyla ilgili iki kaynaktan gelen haberler bir nebze olsun nefes aldırdı. Atilla Yeşilada, Bloomberg ve Gönül Tol’un haberlerine dayanarak, Halkbank davasında uzlaşmaya varıldığını belirtiyor. Bu uzlaşmaya göre Halkbank, Anayasa Mahkemesi'ndeki başvurusunu geri çekiyor ve ABD Adalet Bakanlığı da davayı geri çekiyor. Türkiye, suçlu olmadığını kabul etmeden, iki tarafın da kabul ettiği bir protokolle belirlenen bir ceza ödüyor.

Gönül Tol’a göre bu rakam 100 milyon dolar civarında. Oysa bu dava açıldığında 40 milyar dolara kadar ceza gelebileceği konuşuluyordu. Atilla Yeşilada, sadece bu davanın halledilmesinin bile Türkiye’nin sırtından büyük bir yükü kaldıracağını ve güveni artıracağını vurguluyor.

Enflasyon Çıkmazı ve Merkez Bankası'nın Yastık Altı İddiası

Enflasyon, beklentilerin üzerinde açıklanarak yüzde 3’ün üstüne tırmanmış durumda. Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan'ın enflasyonun ana sebeplerinden biri olarak gösterdiği "servet etkisi" ve **"yastık altı"**ndaki 500 milyar dolarlık stok tartışma yarattı. Atilla Yeşilada, bu servet etkisinin teorik olarak doğru olduğunu (parası olanın daha çok harcaması) kabul ediyor. Ancak asıl sorunun, bu 500 milyar doların tamamen vergisi beyan edilmiş faaliyetlerden mi, yoksa Türkiye’deki informal ekonominin sonucu olarak mı biriktirildiği olduğunu soruyor.

Yeşilada, eğer Can Holding örneğinde olduğu gibi paranın kaçakçılıktan kazanıldığı iddia ediliyor ve bu para hiç finansal sisteme girmeden yastık altındaki altına gittiyse, iç talebi hesaplamanın mümkün olmadığını belirtiyor. Semih Muşabak'ın sorduğu bir örnekte ise, Turgay Ciner'in medya grubunun bavullarla, nakit parayla (350 ila 600 milyon dolar arası) satın alındığı iddiaları, kayıt dışı ekonominin boyutunu gözler önüne seriyor.

Servet Vergisi Gündemi ve Yüksek Gıda Enflasyonu Utancı

Atilla Yeşilada, bu kayıt dışı ve yüksek servet birikimi karşısında çok çarpıcı bir öneri getiriyor: Servet Vergisi. Yeşilada, vergisini beyan eden, kayıtlı geliri olanların üstüne gitmek yerine, bankadaki kayıtlı hesaplarda 1 milyon liranın üzerinde parası olanlardan %5 vergi alınmasını destekliyor. Yapılan tahminlere göre, bankadaki mevduatın yarısının 70 bin civarındaki TL milyonerine ait olduğu düşünüldüğünde, bu yolla toplanacak 1,5 milyar dolarlık bir verginin pek çok sorunu çözebileceği belirtiliyor.

Öte yandan, dünyada gıda enflasyonu %3.36 iken, Türkiye'de %36 olması büyük bir utanç tablosu yaratıyor. Atilla Yeşilada, Türkiye'de üretimin yetersiz olduğunu ve çiftçinin sefalet içinde süründüğünü belirtiyor. Milli gelirin %1'ine eşit olması gereken çiftçi desteklerinin çok düşük kaldığını (bu sene 400 milyar yerine 110 milyar TL verilmesi gibi yuvarlak rakamlarla) ifade ederek, tarım politikalarının acilen kökten değiştirilmesi gerektiğini savunuyor.

Türkiye’nin ekonomik mayınlı tarlasının yanında, küresel siyaset de büyük riskler taşıyor. Atilla Yeşilada, ABD'de Donald Trump’ın siyasi niyetlerinin, federal hükümetin yetkilerini ve harcamalarını radikal bir şekilde kısmak olduğunu ileri sürüyor. Bu durum, sosyal programların fonlamasını keserek ABD'de sosyal patlamaya yol açabilir.

Daha da tehlikeli olanı ise, ABD Anayasa Mahkemesi'nin, devlet başkanlarının yetkilerini kongre ve mahkemeyle sınırlananın çok ötesinde kabul eden bir içtihat kararı alabilme ihtimalidir. Yeşilada, böyle bir durumda Trump’ın baltayı alıp özel sektöre kadar girebileceğini, bunun da ABD'de ve tüm dünyada çok ciddi şoklar yaratacağını ifade ediyor.

Son Perde: Gazetecilere Yapılan Hukuksuzluğun Tekrarı

Ekonomik ve siyasi krizlerin yanı sıra, hukuksuzluk da hız kesmiyor. Atilla Yeşilada, Fatih Altaylı’nın sağlık sorunları ve yorgunluk nedeniyle yayınlarına ara vermesinin haklı olduğunu belirtiyor. Ancak gazeteci Ayşe Barım’ın 250 gün soruşturmadan sonra tahliye edilmesine rağmen bir gün sonra tekrar tutuklanması, akıl almaz bir durum olarak yorumlanıyor. Yeşilada, bu kararın hem Allah’a hem de insanlığa karşı işlenmiş bir suç olduğunu ve dışarı çıktıktan bir gece sonra tekrar tutuklanan bir insanın yaşadığı mental çöküntünün kaldırılabilecek bir şey olmadığını belirtiyor.

Avustralya Faiz Sabit, Japon Yeni Rekor Düşük
Avustralya Faiz Sabit, Japon Yeni Rekor Düşük
İçeriği Görüntüle

Türkiye'nin içinden geçtiği bu süreç, ekonomik ve hukuki sistemlerin ciddi bir revizyona ihtiyaç duyduğunu gösteriyor. Yabancı yatırımcının geri çekilmesi, büyük şirketler üzerindeki operasyonlar ve hukukun üstünlüğünün erozyonu, 2025 yılının ekonomik açıdan büyük zorluklarla dolu olacağına dair güçlü sinyaller veriyor.