Türkiye'de ekonomik dalgalanmalar ve siyasi tartışmalar bir araya gelerek ülkenin geleceğini şekillendiren kritik bir dönem yaratıyor.
Merkez Bankası'nın son faiz kararı, birçok uzman tarafından enflasyonla mücadelede önemli bir geri adım olarak değerlendiriliyor. 23 Ekim 2025 tarihinde gerçekleştirilen Para Politikası Kurulu toplantısında, politika faizi olan bir hafta vadeli repo ihale oranı yüzde 40,5'ten yüzde 39,5'e indirildi. Bu 100 baz puanlık indirim, piyasaların genel beklentisiyle uyumlu olsa da, enflasyonun hala yüksek seviyelerde seyretmesi nedeniyle bankanın mücadele azmini sorgulatıyor. Ekonomistler, bu hamlenin Merkez Bankası'nın enflasyon hedeflerinden uzaklaştığını ve adeta teslim bayrağı çektiğini ifade ediyor. Eylül ayında yapılan 250 baz puanlık indirimin ardından gelen bu ikinci kesinti, yıl sonu enflasyon tahminlerinin revize edilme ihtimalini artırıyor. Piyasa oyuncuları, indirimin liradaki baskıyı hafifletebileceğini düşünse de, uzun vadede güvenilirliği zedeleyebileceğinden endişe duyuyor. Bu karar, hükümetin ekonomik politikalarını doğrudan etkileyerek, Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerinde ekstra yük oluşturuyor. Çünkü yüksek faiz ortamının büyüme üzerindeki olumsuz etkileri, indirim taleplerini artırırken, erken gevşeme riskleri de cabası.
Ekonomik zorlukların siyasi kararları tetiklediği bir ortamda, Merkez Bankası'nın bu adımı Erdoğan'ı daha da köşeye sıkıştırıyor. Enflasyonun kontrol altına alınamaması, döviz kurlarındaki oynaklık ve dış etkenler, hükümetin manevra alanını daraltıyor. Indirim kararı, kısa vadede rahatlama sağlasa da, uzmanlar bankanın rasyonel zeminden uzaklaştığını ve havlu attığını belirtiyor. Bu durum, 2025 yılı için belirlenen büyüme hedeflerini tehlikeye atarken, vatandaşların günlük hayatındaki fiyat artışlarını durdurmada yetersiz kalıyor. Piyasadaki medyan beklenti olan 100 baz puanlık kesinti gerçekleşmiş olsa da, bu adımın zamanlaması tartışmalı. Erdoğan'ın ekonomi yönetimindeki tercihleri, bu tür kararlarla doğrudan bağlantılı hale geliyor ve siyasi istikrarı etkileyebilecek bir baskı unsuru oluşturuyor.
Parlamento gündeminde yer alan komisyonun geleceği de belirsizliğini koruyor. Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, 2025 yılında terörizmden arındırılmış bir Türkiye hedefiyle kurulmuştu. TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş'un başkanlığında ilerleyen çalışmalar, kardeşlik ve demokrasi vurgusuyla dikkat çekiyor. Komisyon, Temmuz ve Ağustos aylarında yoğun trafiğe sahne olmuş, partiler arası görüşmelerle şekillenmişti. Ancak son dönemde toplantıların seyrekleşmesi ve somut adımların gecikmesi, geleceğinin ne olacağı sorusunu gündeme getiriyor. AKP ve CHP'nin üye bildirimleri sonrası başlayan süreç, koşullu desteklerle ilerliyor. Komisyonun işleyişi, bölgesel barış ve birlik mesajlarını güçlendirmeyi amaçlasa da, pratikte karşılaşılan engeller nedeniyle yavaş ilerliyor. Ekim ayı itibarıyla yeni toplantıların planlanması beklenirken, bu yapının kalıcı katkı sağlayıp sağlayamayacağı merak konusu.
Komisyonun belirsiz geleceği, daha geniş siyasi dinamikleri de etkiliyor. Terörsüz bir bölge vizyonuyla yola çıkan yapı, Orta Doğu'daki gelişmelerle entegre edilmeye çalışılıyor. Kurtulmuş'un vurguları, güven ve yaslanma temelli bir yaklaşımı öne çıkarıyor. Ancak parti içi ve dışı görüş ayrılıkları, komisyonun etkinliğini sınırlıyor. Gelecek toplantılarda somut önerilerin masaya yatırılması halinde ilerleme kaydedilebilir, yoksa sembolik bir yapı olarak kalma riski var. Bu durum, hükümetin iç ve dış politika dengelerini zorlarken, ekonomik baskılarla birleşince karmaşık bir tablo ortaya çıkarıyor.
Anadilde eğitim tartışması ise son günlerde iyice alevlendi. TBMM Başkanı Kurtulmuş'un Diyarbakır'daki ifadeleri ve paylaşımları, konuyu yeniden gündeme taşıdı. Anadilde eğitim talebi ile resmi dil statüsü arasında net bir ayrım yapılıyor; biri öğrenim özgürlüğünü, diğeri ise devlet dili değişikliğini ifade ediyor. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş'ın konuya dair önerileri, tartışmaya yeni bir boyut kattı. Yavaş, ana dil ve resmi dil farkını vurgulayarak, eğitimde çeşitliliğin önemine işaret etti. Bu görüşler, 80 milyon nüfuslu bir ülkede resmi dilin Türkçe kalması gerektiğini savunanlarla çatışıyor.
Kürtçe'nin resmi dil olup olamayacağı sorusu, tartışmanın en hassas noktası. MHP'nin vetosu ve DEM Parti'nin talepleri arasında sıkışan konu, eğitim özgürlüğü ile birlik vurgusu arasında denge arıyor. Anadilde eğitim, bireysel haklar kapsamında ele alınırken, resmi dil değişikliği dağılmaya yol açabileceği gerekçesiyle reddediliyor. Son anketler, Kürt kökenli vatandaşların büyük çoğunluğunun anadilde eğitim istediğini gösteriyor. Ancak resmi statü için geniş共识 sağlanması zor görünüyor. Bu tartışma, komisyon çalışmalarıyla bağlantılı olarak, kardeşlik köprülerini güçlendirme potansiyeli taşıyor.
Ekonomik baskılarla siyasi reformların iç içe geçtiği bu dönemde, Merkez Bankası'nın indirim hamlesi teslimiyet olarak yorumlanırken, komisyonun geleceği ve anadil eğitimi gibi konular toplumun nabzını tutuyor. Faiz kesintisinin enflasyon üzerindeki etkileri yakından izlenirken, parlamento komisyonunun somut çıktıları bekleniyor. Anadil tartışması ise, eğitim sisteminde yenilikler getirip getirmeyeceğiyle sınırlı kalmayıp, resmi dil dengesini sorgulatıyor. Tüm bu unsurlar, Erdoğan yönetimini zorlayan bir zincir oluşturuyor ve Türkiye'nin önündeki yol haritasını belirleyecek.
Merkez Bankası'nın havlu attığı yönündeki görüşler, indirim kararının zamanlamasından kaynaklanıyor. Yüksek enflasyon ortamında gevşeme, güveni sarsabilir ve lirayı zayıflatabilir. Uzmanlar, bankanın elinin daraldığını ve rasyonel politikaların zeminden yoksun kaldığını belirtiyor. Bu, hükümetin büyüme odaklı yaklaşımını yansıtsa da, uzun vadeli istikrarı riske atıyor.
Komisyon tarafında, terörizmden arınmış bir Türkiye için atılan adımlar takdir edilse de, uygulama aşamasındaki tıkanıklıklar endişe yaratıyor. Parti temsilcilerinin katılımı önemli, ancak karar alma mekanizmalarındaki gecikmeler etkinliği düşürüyor. Gelecek aylarda hız kazanması halinde, bölgesel barışa katkı sağlayabilir.
Anadilde eğitimde ise, öğrenme özgürlüğü ile resmi dil ayrımı kritik. Kürtçe'nin eğitimde kullanımını artırmak mümkün görülürken, resmi dil statüsü için anayasal değişiklikler gerekiyor ve bu pek olası değil. Tartışma, toplumun farklı kesimlerini bir araya getirme fırsatı sunuyor.
Bu gelişmeler, ekonomi ve siyasetin kesişiminde Türkiye'yi beklenmedik dönemeçlere sürüklüyor. Faiz indirimlerinin piyasalara yansıması, komisyonun ilerleyişi ve dil eğitimi politikaları, önümüzdeki dönemin anahtarları olacak.