Son dakika gelişmesiyle dünya gündemine bomba gibi düşen bir açıklama, siyasetin sarsılmaz görünen dengelerini bir anda altüst etti. Başta Türkiye olmak üzere, uluslararası arenanın tüm dikkatini üzerine çeken bu sözler, her ne kadar sadece bir kişinin ağzından dökülmüş gibi görünse de, aslında uzun yıllardır biriken gerilimin ve beklenen kırılmanın en somut işareti olarak yorumlandı. Sessizliğin adeta çığlığa dönüştüğü o anlardan sonra, herkes bir sonraki adımın ne olacağını merakla bekliyor. Bu ses, sadece belirli bir siyasi partinin değil, adeta tüm vicdanların ortak sesi haline geldi.
Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu’nun, Katar’ın başkenti Doha’da gerçekleştirilen ve tüm dünyanın nefesini tutarak izlediği ateşkese dair kritik görüşmelerin hemen yanı başında gerçekleşen İsrail saldırısına verdiği tepki, diplomatik koridorlarda soğuk rüzgârlar estirdi. Davutoğlu, bu saldırıyı "uluslararası hukuku hiçe sayan pervasız bir saldırganlık" olarak niteleyerek, hedefteki ülkeye karşı çok sert bir dil kullandı ve "Soykırımcı çete durdurulmalı, tüm cinayetlerinin bedeli ödetilmelidir" ifadelerini kullandı. Bu cümleler, sadece bir kınama olmaktan öte, açık bir meydan okuma olarak yankılandı. Davutoğlu, bu "soykırımcı çete"nin durdurulması için yalnızca sözle yetinilmemesi gerektiğini vurguladı ve bölge liderlerine acil bir zirve çağrısında bulundu. Hava sahalarının kapatılmasından diplomatik ilişkilerin askıya alınmasına kadar, İsrail'e karşı topyekûn bir duruş sergilenmesini talep etti. En çarpıcı olanı ise bu adımlara Türkiye'nin öncülük etmesi gerektiğini söylemesi ve sessiz kalanları tarih, gelecek nesiller ve Allah tarafından affedilmeyeceği konusunda uyarmasıydı.
Oysa son beş yıla bakıldığında, Türkiye-İsrail ilişkilerinin bir yoyo gibi sürekli inişli çıkışlı bir seyir izlediği görülüyor. Özellikle 2018 yılında yaşanan Kudüs olaylarının ardından ilişkilerin dibe vurduğu ve elçiliklerin karşılıklı olarak kapatıldığı bir döneme tanık olduk. O dönemde, uluslararası sahada sert çıkışlar ve karşılıklı suçlamalar gündemi belirlemişti. Ancak bu gerilimli dönemin ardından, 2022'de başlayan bir normalleşme süreciyle birlikte iki ülke arasındaki diplomatik ve ekonomik bağlar yeniden kurulmaya başlamış, karşılıklı ziyaretler gerçekleştirilmişti. Bu süreç, bölgedeki dengeleri yeniden kurma çabalarının bir yansıması olarak değerlendirilmişti. İşte tam da bu normalleşme çabalarının ortasında, Davutoğlu'nun bu sert çıkışı, siyasi gözlemcileri derinden düşündürüyor. Davutoğlu, iktidarın bu normalleşme adımlarını dahi eleştirerek, İsrail'e sağlanan bazı ekonomik desteklerin bile Filistinlilerin aleyhine işlediğini ve bu durumun Türkiye'yi "samimiyetsiz" bir konuma düşürdüğünü açıkça ifade etti. Hatta son dönemde gençlerin Filistin'e destek gösterileri sırasında tutuklanmasını örnek göstererek, Belçika'da soykırım suçu işleyen İsrail askerlerinin tutuklanırken Türkiye'de durumun tam tersi olduğunu ve bu riyakâr siyasetin utanç verici olduğunu söylemişti. Davutoğlu, tüm bu yaşananların bir tesadüf olmadığını, İsrail'in Gazze'deki soykırımından sonra Batı Şeria'ya ablukalar uyguladığını, Lübnan ve Suriye'ye saldırdığını ve hatta İran'a saldırı başlatarak bir üçüncü dünya savaşını tetikleyebilecek adımlar attığını belirtti.
Bu gelişmeler ışığında, Davutoğlu'nun çağrısı sadece bir siyasi manifestodan ibaret değil, aynı zamanda son yıllarda uygulanan dış politikanın bir eleştirisi olarak da okunmalıdır. Davutoğlu, sadece bölgeye yönelik somut adımlar atmakla kalmayıp, Türkiye'nin kendi iç politikasında da bu konuya dair daha net bir duruş sergilemesi gerektiğini ifade ediyor. Limanların kapatılmasından hava sahasının kısıtlanmasına, hatta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda İsrail Başbakanı'na konuşma fırsatı dahi verilmemesi için uluslararası baskı kurulmasına yönelik önerileri, bu meselenin bir parti meselesinden çok, bir millet ve insanlık onuru meselesi olduğu yönündeki inancını gösteriyor. İsrail'in siber güvenlik alanında dahi Türkiye'nin önemli kurumlarına sızdığını iddia etmesi, tehdidin yalnızca askeri değil, aynı zamanda çok daha derin ve gizli boyutlarda olduğunu da gözler önüne seriyor. Bu durum, Türkiye’nin bugüne kadar sergilediği politikaların ne kadar etkili olduğu sorusunu da beraberinde getiriyor. Davutoğlu’nun bu çıkışı, Orta Doğu’da yeni bir kartın daha masaya sürüldüğünün habercisi olabilir. Ve tüm gözler, bu çıkışın ardından gelebilecek olası yeni adımları bekliyor.