Türkiye'nin siyasi arenasında fırtınalar koparken, CHP Genel Başkan Yardımcısı Gül Çiftçi, deneyimli gazeteci Uğur Dündar'ın moderatörlüğünde yayınlanan Arena programında, günlerdir kamuoyunu meşgul eden iddianamenin perde arkasını tüm çıplaklığıyla ortaya koydu. Program, SÖZCÜ TV ekranlarında milyonlarca izleyiciyi ekran başına kilitleyen bir tartışma platformu olarak biliniyor ve bu kez yargı-siyaset ilişkisinin en hassas noktalarına dokundu. Çiftçi'nin açıklamaları, sadece bir iddianameyi değil, Türkiye'nin demokrasi mücadelesini de masaya yatırdı. 31 Mart 2024 yerel seçimlerinin yarattığı depremden bu yana süren gerilim, iddianameyle yeni bir boyut kazandı ve CHP'nin geleceğini tehdit eden unsurlarla dolu bir tabloyu gözler önüne serdi.
Arena stüdyosunda, Uğur Dündar'ın ustalıkla yönlendirdiği sohbet sırasında Gül Çiftçi, iddianamenin yapısını en ince detayına kadar irdeledi. Binlerce sayfalık belgenin, somut delillerden ziyade siyasi bir kurgu üzerine inşa edildiğini vurgulayarak başladı. "İddianameye baktığımızda delil sunmaktan iddiaları çözümlemekten ziyade siyasal bir kurgu görüyoruz. Bütüne baktığımızda CHP'yi hedefe koyan bir iddianame var," diye konuştu Çiftçi, izleyicilere iddianamenin CHP'yi doğrudan nişana aldığına dair net bir mesaj verdi. Bu ifade, programın en çarpıcı anlarından biriydi ve sosyal medyada anında yankı buldu. Seçim zaferinin ardından Cumhurbaşkanı'nın "silkeleyin" talimatı olarak yorumlanan süreç, Ekim 2024'te İstanbul Başsavcısının atanmasıyla hız kazandı. Çiftçi, bu zincirin ilk halkası olarak Ahmet Özer'in tutuklanmasını hatırlattı: "Her şey 31 Mart 2024 seçimi ile başladı. Seçimden sonra CHP birden fazla belediye kazanınca Cumhurbaşkanı çıktı silkeleyin dedi. O yaptırımları Ekim 2024'te Başsavcı atması ile farklı bir boyut kazandı. Önce Ahmet Özer tutuklandı. Bugün Ahmet Özer tahliye edildi. 13 aydır Esenyurt'tan seçmenlerinden uzak." Bu sözler, tutuksuz yargılama talebinin ne kadar acil olduğunu bir kez daha ortaya koydu ve CHP'li belediyelerin karşılaştığı baskıların günlük hayatını nasıl etkilediğini somutlaştırdı.
İddianamenin delil yetersizliği, Çiftçi'nin eleştirilerinin odak noktalarından biriydi. Dört bin sayfalık metnin büyük kısmı, tanık anlatımlarına dayanıyordu ancak bu anlatımlar "hatırladığım kadarıyla" veya "duyduğuma göre" gibi belirsiz ifadelerle doluydu. Çiftçi, bu durumu sert bir dille eleştirdi: "İddianame tamamen tanık anlatımları üzerine kurulu. 4 Bin sayfa iddianamede 'hatırladığım kadarıyla', 'duyduğuma göre' şeklindeki ifadeleri somut bir delile dayanmıyor. 15 gizli tanık var." Program sırasında, CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in "Çınar oldu İlke" ifadesine atıfta bulunarak bir örnek verdi: "Sayın Genel Başkanımız 'Çınar oldu İlke' dedi. Beş dakika geçmedi yalanlama geldi. Bugün düzeltip 'Çınar değil Meşe' dedi. Bakın 24 saat geçti hala bir yalanlama yok. Partimiz de HSK'ya başvurdu." Bu alıntı, iddianamedeki tutarsızlıkların ne kadar bariz olduğunu gösteriyordu ve Çiftçi'nin HSK'ya (Hakimler ve Savcılar Kurulu) yaptığı başvurunun, yargıdaki şeffaflık mücadelesinin bir parçası olduğunu ima ediyordu. Gizli tanıkların güvenilirliği sorgulanırken, program izleyicilere yargı süreçlerindeki manipülasyon riskini düşündürttü.
Etkin pişmanlık yasasının yanlış uygulanması da iddianamenin zayıf yönlerinden biri olarak öne çıktı. Çiftçi, bu mekanizmanın siyasi hedefler için suistimal edildiğini belirterek, "Etkin pişmanlık üzerine kurulan bir iddianame bu. Etkin pişmanlık çok yanlış uygulanıyor. Dolayısıyla siyasi hedefi olan bir iddianame," dedi. İddianamede CHP'nin tarihine ve faaliyetlerine ayrılan sayfalarca yer, partinin iç dinamiklerine bile müdahale edildiğini gösteriyordu. Hatta Özgür Özel'in bir teşekkür konuşması bile belgeye dahil edilmişti: "Sayfalarca CHP anlatıldı. Sayın Genel Başkanımızın yaptığı teşekkür konuşması bile iddianameye yazmışlar." Bu detay, iddianamenin sadece suçlama değil, aynı zamanda itibar suikastı aracı olarak kullanıldığını kanıtlıyordu. Çiftçi, daha önce medyada dolaşan "1200 telefon iddiası", "KİPTAŞ'tan 100 tane ev" veya "valizlerle para taşındı" gibi asılsız haberlerin iddianamede yer almadığını da ekledi: "1200 telefon iddiası vardı. KİPTAŞ'tan 100 tane ev deniyordu. Valizlerle para taşındı şeklinde haberler vardı. Bunları görmüyoruz iddianamede. O gün itibar suikastına uğramıştık ama iddianamede bunlar yer almıyor." Bu karşılaştırma, medya manipülasyonu ile yargı sürecinin nasıl iç içe geçtiğini gözler önüne serdi ve izleyicilerde derin bir şüphe uyandırdı.
İstanbul İl Binası'nın alımıyla ilgili kısım, iddianamedeki en tartışmalı unsurlardan biriydi. Çiftçi, bu konunun zaten ayrı bir dava konusu olduğunu ve somut delil olmadan rüşvet iddiasına dönüştürülmesini eleştirdi: "İstanbul İl Binası ile ilgili bir bu iddianamede görüyoruz. Ek olarak bu konuyla ilgili yürüyen bir dava var. O dava da il binası alımında siyasi partiler kanununa uymayan şekilde bağış toplanması sebebiyle açıldı. Ortada somut hiçbir durum yokken değişen bir şey yok bu iddianamede bu konuyu rüşvet olarak görüyoruz. Orada bağışı aşan limitle bağış toplandı şeklinde açılan dava nasıl oluyor da rüşvete dönüyor. Ortada böyle bir çelişki var. O rüşvet iddiası da delillendirilmemiş." Bu çelişki, iddianamenin hukuki temellerinin ne kadar sallantıda olduğunu vurguluyordu. Çiftçi, bağış davasının Siyasi Partiler Kanunu'na aykırılıkla sınırlı kaldığını, rüşvet suçlamasının ise tamamen uydurma olduğunu ima ederek, yargıdaki siyasi baskının boyutlarını çizdi.
Programın en kritik bölümü, iddianamenin CHP'yi kapatma girişimi olarak yorumlanmasıydı. Çiftçi, belgenin bazı kısımlarının partinin iç işlerine karıştığını ve demokrasiye tehdit oluşturduğunu belirtti: "Buradaki hedefin demokrasimiz olduğu o kadar açık ki, kapatma davasına yönelik atılan adımlar var. Önce biz iddianameyi elimize aldık. Okuduk. Bazı bölümlere tekrar tekrar bakmamız lazım. Bazı kısımları çok tehlikeli. Bir partinin iç işlerine karışan hususlar var." Özellikle Ekrem İmamoğlu'nun kurultaydaki tutumuna yapılan atıf, özgür tercihin suç sayılmasını eleştirdi: "İmamoğlu'nun kurultayda Özgür Özel'i destekledi diye suçluyor iddianame. Bu özgür bir tercihtir. Demokrasi da tam budur. Ülkeyi seçimsiz hale getirme yöntemlerinden biriyse bu o zaman demokrasimize gelen bir engel söz konusu. İddianameye genel bir bakınca kocaman bir CHP görüyoruz hedef konulmuş." Bu sözler, iddianamenin sadece bireysel değil, kurumsal bir saldırı aracı olduğunu netleştirdi ve CHP'nin demokrasi mücadelesindeki rolünü pekiştirdi.
İddianameyi ilk incelediklerinde kapatma niyetini fark ettiklerini açıklayan Çiftçi, savcılığın yalanlamasına rağmen Yargıtay'a yazılan yazının gerçek niyeti ortaya koyduğunu söyledi: "İddianameyi ilk gördük ve dedik ki partiyi kapatmaya çalışıyorlar. Biz bunu gördük ve dile getirdik. Savcılık hemen yalanlama yaptı. Ertesi gün Savcılıktan Yargıtay'a yazılan metin geldi elimize. Anayasa'nın 68-69. maddesinden bahsetmiş. Siyasi Partiler Kanunu'nun 101. maddesinden bahsetmiş ve sonunda da gereğinin yapılması demiş. Açık açık kapatın demiş. Kapatma davasını açın demiş. Resmen Yargıtay'a 'Sen CHP'ye kapatma davası aç' demiş. Başsavcılığın Yargıtay'a yazısı kapatma çağrısıdır." Bu itiraf niteliğindeki detay, programın zirve anıydı ve Türkiye'nin muhalefet partisine yönelik sistematik baskılarını bir kez daha gündeme taşıdı. Çiftçi, bu sürecin demokrasiyi seçimsiz bir yola sokma girişimi olduğunu vurgulayarak, izleyicileri uyardı.
Kamu zararı iddiaları da iddianamenin bir başka zayıf halkası olarak masaya yatırıldı. CHP'li belediyelerin yurtdışı kredilerinin usulsüz harcandığı suçlaması, Sayıştay raporlarında hiçbir iz bırakmamıştı: "Kamu zararı deniyor ama Sayıştay raporlarına tek bir atıf yok. CHP'li Belediyeler silkeleme talimatından önce de sonra da o kadar çok baskı altında ki, CHP'li Belediyelerin içinden Sayıştay müfettişleri çıkmıyor. İddianamede yurtdışı kredilerinin başka siyasi işlere harcandığına ilişkin bir kısım var. Şimdi bu kredi defalarca Sayıştay denetimine tabi oldu. Bugüne kadar kimse bunu bulamadı. Siz getirip buna konu ediyorsunuz. Çıkartın Sayıştay raporunu hiç atıf bile yok iddianamede. Dosyada somutlaştırdıkları hiçbir şey yok." Çiftçi, bu iddiaların denetim mekanizmalarını hiçe saydığını belirterek, yargının siyasi talimatlarla hareket ettiğinde ne kadar kırılganlaştığını örnekledi. Belediyelerin iç denetim eksikliği değil, dış baskılarla boğuştuğunu anlatan bu bölüm, yerel yönetimlerin karşılaştığı zorlukları da aydınlattı.
Arena programının kapanışında Gül Çiftçi, adalet kavramını en geniş perspektiften ele aldı ve Türkiye'nin geleceği için bir manifesto gibi konuştu. "Adalet neden var bir ülkede kaos olmasın diye var. İnsanlar hakkını hangi çerçevede arayacağını bilsin diye var. Bu ülkede çok iyi hakim savcılar var. İyi ki varlar ama maalesef üzülerek söylüyorum ki, ülkede adalete olan güven o kadar düşük ki. Sadece siyasi yargılamalar değil ev sahibi kiracısını çıkartmak için tahliye davası açmak istemiyor. Yıllar süreceğini biliyor çünkü. Adalet olmazsa anarşi olur bu ülkede o yüzden adalet hepimiz için var. Hepimiz gideceğiz o binaların içerisinde hakkımızı arayacağız. O yüzden mahkemeler Türk Milleti adına karar verir. Bu ülkenin geleceği için en kıymetli şey ne derseniz, adalettir," dedi. Bu duygusal ve düşündürücü final, programın sadece bir tartışma olmadığını, aynı zamanda bir adalet çağrısı olduğunu gösterdi. Çiftçi, Soma, Amasya ve Çorlu tren kazalarındaki adaletsizlikleri hatırlatarak, "6 kadın işçimiz öldü. Onların aileleri adalet arıyor. Binlerce işçi arıyor. Soma'da Amasya'da Çorlu'da adalet bulabildik mi? Bulamadık. Adalet hepimiz için hava gibi su gibi önemli olmak zorunda," diye ekledi. Bu sözler, bireysel mağduriyetlerden toplumsal yaralara uzanan bir köprü kurdu ve izleyicileri adalet mücadelesine davet etti.
Gül Çiftçi'nin Arena'daki bu cesur çıkışı, CHP iddianamesi tartışmalarını yeni bir seviyeye taşıdı. Delilsiz suçlamalar, gizli tanık yalanları ve kapatma davaları gibi unsurlar, Türkiye'nin siyasi iklimindeki gerilimi artırırken, Çiftçi'nin açıklamaları muhalefetin direncini simgeliyor. Program, yargı bağımsızlığının ne kadar kritik olduğunu bir kez daha hatırlattı ve milyonlarca vatandaşı düşündürdü: Bu iddianame gerçekten adalet arayışı mı, yoksa siyasi bir intikam mı? Cevaplar, önümüzdeki günlerde mahkeme salonlarında aranacak, ancak Arena gibi platformlar, gerçeğin peşinde koşmaya devam edecek. CHP'nin bu süreçteki tutumu, demokrasinin geleceğini belirleyecek anahtar unsurlardan biri olarak öne çıkıyor ve tüm Türkiye'nin gözü kulağı bu davalarda.




