Türkiye'nin adalet sistemi içerisinde yaşanan gelişmeler, zaman zaman dikkat çekici hikayeler ortaya çıkarıyor. Bu hikayeler arasında yer alan iki isim, cezaevi koşulları ve hukuki süreçlerle ilgili önemli detayları gözler önüne seriyor.

Saygı Öztürk'ün kaleme aldığı yazıda, geçmişte "Ergenekon" ve "Balyoz" soruşturma ve davalarının devlet içindeki Fethullahçı yapı tarafından yürütüldüğü ve sahte belgeler üretildiği hatırlatılıyor. O dönemde ülkenin Genelkurmay Başkanı, silahlı kuvvetler komutanları evlerinden ya da makamlarından alınarak cezaevine konulmuştu. Prof. Dr. Mehmet Haberal gibi bilim insanları, rektör Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu gibi eğitimciler ve daha birçok kişi cezaevinde tutulmuştu.

Bu süreçlerin sonunda "Bu davalar bir düzme, FETÖ mensuplarının oyunuydu" sonucuna varılarak beraatler verilmişti. Bugün bile özellikle belediye başkanları ve bağlı şirket yöneticilerine yönelik bazı soruşturmalar şüpheyle karşılanmaktadır. İddianame hazırlanmaması ve yargılamaların ertelenmesi sürekli gündemde yer almaktadır.

Şu anda cezaevinde bulunan isimlerden biri Doç. Dr. Buğra Gökce'dir. İzmir Büyükşehir Belediyesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde önemli görevler üstlenen, son olarak İstanbul Planlama Ajansı Başkanlığı yapan Gökce'nin cezaevinden gönderdiği mektup, yaşanan durumun boyutlarını net bir şekilde ortaya koyuyor.

Marmara Silivri cezaevinde 7 aydır ağır bir tecrit yaşadığını belirten Gökce, tek kişilik hücrelerde kaldıklarını ve haftada sadece bir kez yalnız spor yapabildiklerini ifade ediyor. Avukat ve milletvekili ziyaretleri olmasaydı, "insan sohbeti"nin yasak olduğu tam bir tecritin içinde olacaklarını vurguluyor.

Gökce'nin mektubunda en çarpıcı ifadelerden biri, henüz bir iddianame dahi olmadan, neyle suçlandıklarını bilmeden özgürlüklerinden, yaşamlarından ve ailelerinden mahrum bırakıldıklarını belirtmesidir. Müebbet hapis cezası alan kişilere benzer koşullarda tutulduklarını söyleyen Gökce, sanki hüküm giymedikleri halde cezalandırıldıklarını ifade ediyor.

Bu durumu "yargısız infaz" olarak nitelendiren Gökce, yaşanan tüm bu olumsuzlukların ülkeye, bayrağa, Türkiye'ye ve halka olan inançlarını ve bağlılıklarını zerre kadar zarar veremeyeceğini vurguluyor. Bu karanlığın sona ereceğine ve birlikte aydınlık günlere çıkılacağına samimi bir şekilde inandıklarını belirtiyor.

Gökce, bunun bir bedel ödeme mi yoksa kampa götürülme mi olduğunu bilmediğini ifade ederken, ne olursa olsun sonuçlarını aileleriyle birlikte yaşadıklarını söylüyor. Ailelerinin de cezalandırıldığı bu zor süreci ülkenin akıl, sağduyu, inanç, umut ve dirençle en kısa sürede aşacağını umduğunu belirtiyor.

Diğer dikkat çeken isim ise yazar Ergün Poyraz'dır. Aydın 24 Haber sitesinin, Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu'nun eşi adına kayıtlı 10 bin 300 metrekarelik tarım arazisinde, sadece 75 metrekarelik çiftlik evi için izin bulunmasına rağmen izinsiz 900 metrekarelik villa ve 300 metrekarelik yüzme havuzu bulunduğu iddiası vardı.

Gazeteci Arif Cemrek, Çerçioğlu'nun ailesi uğruna hiçbir çekingenlik göstermediğini iddia etmişti. Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve mevcut Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında kitaplar yazan, özellikle Erdoğan'ın eğitimiyle ilgili "Diplomasız" kitabıyla tanınan yazar Ergün Poyraz, Arif Cemrek'in bu haberini paylaşmıştı.

Bu paylaşım ve açıklamaları nedeniyle Poyraz'ın tekrar cezaevine girmesi söz konusu olmuştur. Daha önce Ergenekon sürecinde 7 yıl cezaevinde kalan Poyraz, 1 Ekim'de Özlem Çerçioğlu'nun şikayetinden bir gün sonra 2 Ekim'de gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır.

Çok ciddi sağlık sorunları bulunan ve günde 4 kez insülin kullanması gereken Poyraz'a, tutuklandıktan sonra 2 gün boyunca ilaçları verilmemiştir. Bu durum, sağlık sorunu olan tutukluların yaşadığı zorlukları gözler önüne sermektedir.

Mustafa Karataş'ın Sözleri Türkiye'yi Ayağa Kaldırdı: Kadın Dayanışma Komiteleri'nden Tarihi Sertlikte Tepki!
Mustafa Karataş'ın Sözleri Türkiye'yi Ayağa Kaldırdı: Kadın Dayanışma Komiteleri'nden Tarihi Sertlikte Tepki!
İçeriği Görüntüle

Aydın 5'inci Asliye Ceza Mahkemesi 7 Ekim'de itirazı reddetmiştir. Aydın Cumhuriyet Başsavcılığı 6 Ekim'de iddianameyi hazırlamıştır. Ancak 9 Ekim'de iddianamede hukuki eksiklikler bulunduğu ve yetkili mahkemenin Aydın 2'nci Asliye Ceza Mahkemesi olduğu gerekçesiyle iddianame Aydın Cumhuriyet Başsavcılığı'na iade edilmiştir.

Ergün Poyraz'ın avukatı Hüseyin Buzoğlu, Aydın 5'inci Asliye Ceza Mahkemesi'nin Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 23/2 maddesindeki "Aynı davada soruşturma evresinde görev yapmış olan hakim, kovuşturma evresinde görev yapamaz" hükmünü dikkate almadığını belirtmektedir.

Aydın Cumhuriyet Başsavcılığı, Facebook paylaşımı temel alınmasına rağmen basın suçu olduğu gerekçesiyle davayı Aydın 2'nci Asliye Ceza Mahkemesi'ne göndermiştir. Ancak 13 Ekim'de Aydın 2'nci Asliye Ceza Mahkemesi kendisini yetkisiz görmüş ve dosyayı savcılığa iade etmiştir.

14 Ekim'de Aydın Cumhuriyet Başsavcılığı'nın itirazı üzerine dosya, itirazın incelenmesi için Aydın 1'inci Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilmiştir. Yetkili mahkeme belirlenemediği için 2 Ekim'de tutuklanan Poyraz'ın 12 gündür, 6 Ekim'de iddianame hazırlandıktan sonra ise 8 gündür tutukluluğunun devamı konusunda herhangi bir karar alınamamaktadır.

Avukatı Hüseyin Buzoğlu, Ergün Poyraz'ın durumunu şu sözlerle açıklamıştır: "Çalışmalarıyla ülkemizin laik üniter birliğinde kamusal bir görev ifa eden Ergün Poyraz'ın en kısa sürede özgürlüğüne kavuşması, senelerdir ülkemizde yaşanan hukuka aykırılıklar sürecinin geliştirilmesini de engelleyecektir."

Bu iki vaka, Türkiye'deki hukuk sisteminin işleyişi konusunda önemli sorular ortaya çıkarmaktadır. İddianamesiz tutukluluğun uzaması, sağlık sorunları olan tutukluların durumu ve tecrit koşulları, adalet sisteminin insan hakları açısından değerlendirilmesi gereken konular arasında yer almaktadır.

Hem Buğra Gökce'nin hem de Ergün Poyraz'ın durumu, hukuki süreçlerin şeffaflığı ve adil yargılanma hakkı konularında toplumsal tartışmaları beraberinde getirmektedir. Bu vakaların takip edilmesi, adalet sisteminin işleyişi hakkında önemli ipuçları vermektedir.

Yaşanan bu gelişmeler, geçmişte "Ergenekon" ve "Balyoz" davalarında yaşanan deneyimlerin bugün farklı formlarla tekrarlanıp tekrarlanmadığı sorusunu akıllara getirmektedir. Bu durum, hukuk sisteminin güvenilirliği ve bağımsızlığı konularındaki tartışmaları yeniden alevlendirmektedir.