Eskişehir'in verimli toprakları, son aylarda madencilik projelerinin gölgesinde kaldı. Tepebaşı ve Mihalgazi ilçelerinde planlanan Atalan-Alpagut Altın ve Gümüş Madeni projesi, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'ndan gelen "ÇED Olumlu" kararıyla yeşil ışığa kavuştu. Ancak bu karar, bölge halkı ve sivil toplum kuruluşlarını ayağa kaldırdı. Cengiz Holding'e ait olan proje, siyanürle işletilecek bir altın madeni olarak tasarlanmış durumda ve ÇED raporuna göre tam 57 bin ağacın kesilmesini öngörüyor. Bu rakam, orman ekosisteminde açılacak devasa bir yaranın habercisi. Eskişehir Doğa Yaşam Platformu öncülüğünde başlatılan hukuk mücadelesi, sadece bir dava değil; tarım alanlarını, su kaynaklarını ve gelecek nesillerin sağlığını koruma savaşı olarak nitelendiriliyor. Platform üyeleri, bir yılı aşkın süredir halkı bilgilendirme çalışmaları yaptıktan sonra, nihayet idarenin kararını yargıya taşıdı. Bu süreçte, yürütmenin durdurulması talebiyle açılan davalar, maden faaliyetlerinin başlamasını engellemek için kritik bir adım olarak görülüyor.
Hukuk mücadelesinin startını veren basın açıklaması, Eskişehir'in kalabalık sokaklarında yankılandı. Köprübaşı'ndan Kanatlı AVM önüne uzanan bir yürüyüşle toplanan yurttaşlar, platform bileşenleriyle omuz omuza verdi. Açıklamayı okuyan Yener Çalışkan, sesini yükselterek projenin hem hukuka hem de doğanın temel ilkelerine aykırı olduğunu haykırdı. Bu proje, anayasanın 56. maddesini yok hükmünde saymaktadır. Bilimsellikten uzak, uluslararası ve yerli işbirlikçi sermayenin kâr hırsıyla ortaya konmuş bir ekokırım projesidir. Çalışkan'ın bu sözleri, dinleyenlerde derin bir yankı uyandırdı. Platform, idarenin ÇED olumlu kararının iptali için çok sayıda dava açtığını ve her birinde yürütmenin acilen durdurulmasını talep ettiklerini belirtti. Bu davalar, sadece kağıt üzerinde kalmayacak; zira Çalışkan, maden şirketinin bölgeye adım atması halinde her faaliyeti yakından izleyeceklerini vurguladı. Tek bir ağacı dahi kestirmeyeceğiz. Yürütme durdurulana kadar şirketin bölgede yapacağı her faaliyet tarafımızca takip edilecektir. Bu hukuka aykırı karardan dönüleceğine inanıyoruz.
Projenin ÇED süreci, baştan sona usulsüzlük iddialarıyla gölgelendi. Halkın Katılımı Toplantısı, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü tarafından adeta provoke edilmiş gibi yürütüldü. Köylülerin toplantıya erişimi engellendi, katılım hakları gasp edildi. Cengiz Holding ise gerçeğe aykırı bilgilerle dolu broşürler dağıtarak halkın rızasını çarpıtmaya çalıştı. Yalanlarla dolu broşürlerle halkın rızası çarpıtılmıştır. Platform üyeleri sosyal medyada hedef gösterilmiş, köylüler tehdit edilmiştir, diye öfkesini dile getirdi Çalışkan. Bu broşürlerde, projenin çevreye zararsız olacağı vaadi tekrarlanırken, gerçekte siyanür gibi zehirli kimyasalların su kaynaklarını geri dönüşsüz biçimde kirleteceği belirtiliyor. Bölgedeki su varlıklarına ilişkin ÇED raporundaki çelişkiler, davaların en güçlü dayanaklarından biri. Rapor, bir yandan su kaynaklarının bol olduğunu söylerken, diğer yandan devasa su tüketimini görmezden geliyor. İklim krizinin pençesinde olan Eskişehir için bu, felaket senaryosunu tetikleyebilir. Platform, bu usulsüzlüklerin Anayasa'nın sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkını ihlal ettiğini savunarak, mahkemeden hızlı bir müdahale bekliyor.
Eskişehir Doğa Yaşam Platformu'nun mücadelesi, sadece bu projeyle sınırlı değil; kent genelinde madencilik dalgasının yarattığı tehditlere karşı birleşik bir cephe oluşturuyor. Platform, Ziraat Mühendisleri Odası Eskişehir Şubesi gibi kurumlarla iş birliği yaparak, organik tarım potansiyeli yüksek Sarıcakaya ve Mihalgazi'nin mikroklima yapısını koruma çağrısı yapıyor. BEBKA raporları, bu bölgelerin tarımsal verimlilik açısından stratejik önemini doğruluyor. Ancak ÇED raporu, bu verilerle çelişiyor ve tarım arazilerinin maden çukurlarıyla yok olacağını gizliyor. Bu rapor su kaynakları konusunda da birbirini tutmayan bilgiler içermektedir. Projede kullanılacak devasa su miktarı, iklim krizinin etkileriyle birleştiğinde çok daha vahim sonuçlar doğuracaktır, uyarısında bulundu Çalışkan. Halkın geçim kaynağı olan tarım, maden projesiyle birlikte siyanür sızıntıları riskiyle karşı karşıya. Köylüler, toprağın altın değil, ekmek kaynağı olduğunu haykırıyor. Bu mücadelede, 59 yaşındaki Ahmet Adalı gibi bireysel davacılar da öne çıkıyor; Alpagut-Atalan sakinleri, evlerini ve tarlalarını savunmak için mahkeme kapılarını aşındırıyor.
Süper izin yasası, bu tür projelerin önünü açan en tartışmalı düzenlemelerden biri olarak eleştiriliyor. Resmi Gazete'de yayımlanan ve kamuoyunda "süper izin yasası" olarak bilinen yasa, maden ve enerji izinlerini tek elde toplayarak süreci hızlandırıyor. Ancak bu hız, çevre denetimlerini zayıflatıyor. Enerji ve maden politikalarının tek merkezde toplanmasıyla yağma projeleri hızlanmaktadır. Bu gelişmeleri endişeyle takip ediyoruz, dedi Çalışkan, yasanın ekokırımın kapılarını araladığını ima ederek. Yasaya göre, ormanlarda maden arayanlara 2 yıl süreyle bedelsiz izin verilebiliyor, izin onayı 3 ayda çıkıyor ve stratejik madenler için ayrıcalıklı statü tanınıyor. ÇED süreci devam ederken bile ruhsat alınabiliyor, bu da halkın itirazlarını etkisiz kılıyor. Zeytinliklerin bile madenciliğe açılmasına yol açan bu düzenleme, kamu yararı kisvesi altında sermayenin çıkarlarını koruyor. Platform, Bu toprakları sermayeye teslim etmeyeceğiz, diyerek yasanın çevre koruma rejimini çökerttiğini vurguluyor. Maden tekellerine kıyak olarak görülen bu yasa, cari açığı düşürme bahanesiyle doğayı feda ediyor; rehabilitasyon bedelleri zorunlu kılınsa da, gerçekte orman kaybı ve su kirliliği telafisi imkansız hale geliyor.
Platformun eleştirilere verdiği yanıt, direnişin gücünü gösteriyor. Bazı çevrelerden ve iktidar kanadından gelen suçlamalara karşı Çalışkan, net bir duruş sergiledi: Ormanlarımızı, suyumuzu, tarım alanlarımızı koruyan bizleriz. Bir özel şirketin kârını kamu yararı gibi göstermeye çalışanlara soruyoruz: Bu projeden sizin çıkarınız nedir? Platformumuzu suçlamadan önce bunu açıklayın. Asıl kamu yararını savunanların kendileri olduğunu söyleyen Çalışkan, Asıl kamunun yararını biz savunuyoruz, diye ekledi. Maden şirketi, arazi sahiplerine yönelik satın alma tekliflerinde platformu suçlayıcı ifadeler kullanarak köylüleri bölmeye çalışıyor. Ancak bu taktik işe yaramıyor; köylüler, Topraklarımızı kolayca alamayacaklar, diyerek birleşiyor. Güçlerini iş makinelerinin önünde direnenlerden, tarlada ter döken üreticilerden ve derelerini koruyan komşulardan aldıklarını belirten Çalışkan, Gücümüzü iş makinelerinin önünde direnen arkadaşlarımızdan, tarlada çalışan üreticilerden, derelerine sahip çıkan köylülerden alıyoruz. Asıl güç halktır ve bunu herkese göstereceğiz. Bu sözler, mücadelenin toplumsal bir hak arayışı olduğunu pekiştiriyor.
Dava süreci, yüzlerce kişi tarafından destekleniyor ve sadece hukuki bir itiraz olmanın ötesinde, anayasal hakların savunusu olarak görülüyor. Bu dava yalnızca hukuki bir süreç değil, toplumsal bir hak arama mücadelesidir. Anayasal hakkımız olan sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkını sonuna kadar savunacağız, diye konuştu Çalışkan. Platformun sosyal medya hesapları ve etkinlikleri, kamuoyunu bilinçlendirme konusunda etkili oluyor. ES TV'deki programlarda avukat Mert Yedek gibi isimler, projenin yasal zaaflarını detaylıca anlatıyor. İmza kampanyaları ve eylem çağrıları, Eskişehir'i maden çöplüğüne çevirme girişimlerine karşı geniş bir koalisyon oluşturuyor. Bölgedeki diğer maden projeleri de bu direnişten ilham alıyor; vahşi madenciliğe karşı "Bu çevre, yaşam ve adalet mücadelesidir" sloganı yükseliyor.
Eskişehir'in maden mücadelesi, Türkiye genelindeki ekolojik krizin bir yansıması. Cengiz Holding gibi devlerin projeleri, sıkça çevre örgütleri tarafından sorgulanıyor; benzer davalar Artvin'de veya Kaz Dağları'nda yaşandı. Ancak burada, halkın doğrudan katılımı ve platformun koordinasyonu, fark yaratıyor. 100 binden fazla ağacın risk altında olduğu tahmin ediliyor, ki bu rakam sadece bu proje için. Siyanür madenciliğinin su kaynaklarını zehirleme potansiyeli, iklim değişikliğinin kuraklık etkileriyle birleşince, felaket senaryosu kaçınılmaz. Platform, madenlerin halkın geçim kaynağını bitireceğini, organik tarımı yok edeceğini ve biyoçeşitliliği katledeceğini raporluyor. Köylülerin sesi, mahkeme salonlarında yankılanırken, soru şu: Bu dava, süper izin yasasının yarattığı talana set çekebilecek mi?
Sonuçta, Atalan-Alpagut mücadelesi, doğanın ve halkın birleştiği bir zafer hikayesinin başlangıcı olabilir. Yürütme durdurma kararları çıkarsa, 57 bin ağaç kurtulacak, su kaynakları korunacak ve Eskişehir'in mikroklimaları nefes alacak. Ancak süreç uzarsa, geri dönüşsüz zararlar kapıda. Platformun Bu dava sadece bir itiraz değil, toplumsal bir hak mücadelesidir çağrısı, tüm Türkiye'ye ilham veriyor. Halkın gücü, sermayenin kâr hırsını yenecek mi? Gözler mahkemede, kalpler doğada. Bu direniş, ekokırımın karşısında dimdik durmanın simgesi olarak tarihe geçecek.





