Yüzyılların sessizliğinde, bir milletin kalbi atarken, beklenmedik bir fısıltı duyuldu. O fısıltı, sadece bir ses değil, bir uyanışın ilk nefesiydi. Düşünün: Soğuk bir kış gecesi, karanlık sokaklarda yankılanan bir çağrı, ama bu kez tanıdık, samimi, evladın anadili gibi sıcak. Yıllar sonra bile, o anı anımsayanlar titrer, çünkü o, bir dönemin kapısını aralayan anahtardı. Ne miydi o? Bir camiden yükselen, ilk kez Türkçe okunan dualar. Bu, sıradan bir ibadet değildi; bu, bir ulusun kimliğini geri kazandığı, zincirlerini kırdığı bir zaferdi.

O gün, 1932'nin o unutulmaz Şubat'ında, İstanbul'un tarihi dokusunda bir devrim yaşandı. Atatürk'ün vizyonu, yıllardır birikmiş bir özlemi somutlaştırıyordu. Nuri Ulusu'nun yakın tanıklığıyla aktarılan anılar, bu olayın perde arkasını aydınlatıyor. Atatürk, Konya gezisinde camilerin perişan halini görünce, Başvekil İsmet İnönü'ye acil bir telgraf çekmişti. "Sekiz asır evvelki Türk medeniyetinin şaheserleri, Karatay Medresesi, Sahip Ata Medrese Camii, Alaaddin Camii, Sırçalı Mescid ve İnce Minare Camii acilen tamire muhtaç," diye uyarıyordu. Bu, sadece taşların onarımı değildi; bir milletin manevi mirasını koruma iradesiydi. Atatürk, dinin anlaşılır kılınmasını, ibadetin milli lisanla yapılmasını savunuyordu. "Hz. Muhammed’in dinini kabul edenler, Allah’ın Arap âlemine yolladığı kitapta ne yazıyorsa onunla ibadetlerini yapacaklardır, ama çoğu Türk vatandaşı Kuran’ın tek kelimesini bilememekten dolayı ne yaptığını anlayamıyor," diyordu. Bu sözler, bir emirle değil, derin bir anlayışla dökülmüştü dudaklarından.

Ramazan geceleri, Atatürk'ün sarayında hafızların sesi yankılanırdı. Hafız Sadettin Kaynak, Hafız Yaşar, Hafız Zeki, Hafız Küçük Yaşar, Hafız Burhan ve Hafız Hayrullah Beyler, Köşk'e davet edilirdi. Orada, Kuran-ı Kerim'in Türkçe okunması üzerine saatlerce sohbet edilirdi. Bir ramazan gecesi, askeri komutanlar ve müfettişler de oradaydı. Atatürk, Sadettin Kaynak'tan Kuran'dan bir hutbe irad etmesini, muharebe, askerlik ve şehitliğin üstünlüğüne dair ayetleri okumasını rica etti. Heyet, büyük bir dikkatle dinledi, alkışlarla kutladı. Atatürk, misafirlere dönerek, "Görüyor musunuz? Kuran’da neler varmış da bunlardan bizim hiç haberimiz olmamış," dedi. Okunan ayetlerin Türkçe anlamlarını tek tek açıklayarak, herkesi aydınlattı. Hafızlara dönüp, "İşte efendiler, gördünüz mü? Hafız Sadettin Bey’in Kuran-ı Kerim’in Türkçe okunmasındaki fikri ne kadar doğru," diye ekledi. Bu, bir sohbet değil, bir aydınlanma anıydı; dinin özünü, milletin diline indiriyordu.

Tarihsel arka plan, bu olayı daha da büyüleyici kılıyor. 1928'de hutbelerin Türkçe okunmaya başlamasıyla temeli atılmıştı. 5 Şubat 1932'de İstanbul Süleymaniye Camii'nde ilk tam Türkçe hutbe okundu. Ama dualar? O, bir adım öteye taşındı. 22 Ocak 1932'de Yerebatan Camii'nde Hafız Yaşar Okur, Kuran'ın Türkçe tercümesini ilk kez okudu. 30 Ocak'ta Ayasofya minarelerinden "Tanrı Uludur" ünlemi yükseldi. 29 Ocak'ta Kuşadası'nda Hafız Sadık Bey, Kale Camii'nde Muzaffer Bey ve Hafız Rahmi Bey ile birlikte ilk Türkçe ezanı okudu. 3 Şubat'taki Kadir Gecesi'nde ise, Atatürk'ün öncülüğünde, Ayasofya'da Türkçe Kuran okundu. Bu, tesadüf değildi; Elmalılı Hamdi Yazır'a Türkçe tefsir yazdırma, 52 hutbe hazırlatma gibi adımların meyvesiydi. Atatürk, "Ben cihat müslümanıyım," derken, Büyük Taarruz emrini nemli gözlerle dua ettikten sonra vermişti. Eskişehir'de kendi parasıyla cami onarımı yaptırmıştı. Meclis açılışlarında hafızlarla dua okutmuş, radyodan ilk vaazı Türkçe verdirmişti.

Bu devrim, sadece sesleri değiştirmiyordu; zihinleri özgürleştiriyordu. Yıllarca ezberlenen duaların anlamı bilinmeden tekrarlanan ritüeller, artık anlaşılır hale geliyordu. Bursa Nutku'nda, Türkçe ezana karşı protestolara yanıt veren Atatürk, "Türkçe ezan okunmasına karşı çıkanlar, din düşmanı değil, ama dilimizi hor görenlerdir," mealinde sözler sarf etmişti. 1932'de ülke çapında yayıldı bu uygulama: Hutbeler, tekbirler, ezanlar Türkçe'ydi. Ama 1950'de, siyasi rüzgarlarla Arapça'ya dönüldü. Oysa Atatürk'ün amacı, dinin milli lisanla yaşanmasıydı. "Kuran’ın Türkçeye çevrilmesi gerekir. Böylece dinlerini iyice okuyarak bilecekler ve ona göre ibadetlerini yapacaklardır," demişti. İhlas ve Fatiha surelerini, anlamlarını bilmeden okuyanlara acıyordu.

Günümüze dönersek, 2025'in eşiğinde bu miras yeniden canlanıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın son etkinlikleri, hutbe yarışmaları ve cami haftası programları, ibadetin erişilebilirliğini vurguluyor. Ülke genelinde kuraklık, afetler ve şehitler için okunan dualar, milli birlik çağrısı yapıyor. Yatsı ezanlarından önce yangın ve kuraklık duaları, 90 bin camiden yükseliyor. Bu, tesadüf mü? Hayır, Atatürk'ün tohumları, zor zamanlarda filizleniyor. Gelecekte ne olacak? Belki de tam bir dönüş: Camilerde standart Türkçe hutbeler, dualar ve vaazlar. Genç nesiller, ibadeti anlamadan değil, hissederek yaşayacak. Düşünün: Bir Kadir Gecesi'nde, Ayasofya'da yeniden Türkçe Kuran okunurken, minarelerden yükselen sesler, bir ulusun gururunu haykırıyor. Bu, sadece bir dua değil; bağımsızlık manifestosu.

Bu olayın yankıları, sosyal medyada da sürüyor. Tartışmalar, "Anıtkabir'e cami yapılsa, Türkçe dua okunsa," diyor. Veya "CHP'nin camilerde Türkçe ibadet çağrısı," gibi sesler yükseliyor. Atatürk'ün "Ezan Türkçe okunsun ki herkes anlasın," vizyonu, bugün bile ilham kaynağı. 2025 Camiler ve Din Görevlileri Haftası'nda, etkili hutbe yarışmalarında İstanbul ve Çanakkale'den genç hocalar, bu mirası sürdürüyor. Engelsiz Aile Okulu projeleri, ibadeti herkese açıyor. Peki ya gelecek? Siyasi değişimler, Diyanet'in reformlarla, Türkçe'yi merkeze koyabilir. Afet dualarında gördük: Millet, zorluklarda birleşiyor, dilimizle dua ediyor.

O ilk Türkçe duaların gücü, bugün bile hissediliyor. Atatürk'ün ramazan sofralarında hafızlarla geçirdiği geceler, sadece sohbet değildi; bir devrimin planıydı. Sadettin Kaynak'ın hutbesi, komutanların alkışları, ayetlerin açıklamaları... Bunlar, dinin hurafeden arındırılıp, saf inanca dönüştüğü anlardı. Konya'daki telgraf, camilerin kurtuluşu gibiydi. Gelecek nesiller, bu hikayeyi okurken, "Keşke orada olsaydım," diyecek. Çünkü o dualar, sadece Allah'a değil, bir milletin özgürlüğüne adanmıştı.

Tarihin Öngörülemez Sırları: Geleceği Nasıl Şekillendiriyoruz?
Tarihin Öngörülemez Sırları: Geleceği Nasıl Şekillendiriyoruz?
İçeriği Görüntüle

Camiden Ilk Defa Türkçe Dualar

Sonuçta, bu devrim yarım kalmadı; kök saldı. 2025'te, kuraklık duaları, yangın yakarışları, şehit hatıraları... Hepsi, o ilk sesin devamı. Atatürk'ün "Kuran'da neler varmış da haberimiz yokmuş," sorusu, bugün milyonlara ulaşıyor. Camiler, sadece ibadet yeri değil; aydınlanma kalesi. Ve biz, o kalenin bekçileriyiz. O ilk Türkçe duanın yankısı, sonsuza dek sürecek; çünkü o, bir ulusun kalbiydi.