Doğal afetler her zaman gündemin önemli bir parçası olmuş, özellikle deprem gibi yıkıcı olaylar toplumda büyük yankı uyandırmıştır. Son dönemde uzmanların yaptığı uyarılar, bu konunun ne kadar kritik olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor. (Video görüntüsü makalenin aşağısında verilmiştir.)
Jeolog Okan Tüysüz'ün son açıklamaları, özellikle İstanbul ve Marmara Bölgesi için beklenen büyük deprem riskini detaylı bir şekilde ele alıyor. 27 Aralık 1939 Erzincan depreminin 86. yıldönümünde yapılan bu değerlendirmeler, Cumhuriyet tarihi boyunca depremlerde kaybedilen yaklaşık 100 bin canın, hazırlıksızlığın bir göstergesi olduğunu vurguluyor. Bilim insanları tarafından yıllardır öngörülen ve bilimsel makalelerde belirtilen depremlerin, örneğin 6 Şubat 2023 depremleri gibi, beklenmesine rağmen 54 bin kişinin hayatını kaybetmesine yol açması, tedbirlerin yetersizliğini gözler önüne seriyor.
Anadolu coğrafyasında neredeyse her bölgede yıkıcı depremler yaşanmış durumda. Bugün aktif fay hattı olarak tanımlanan, geçmişte deprem üretmiş ve gelecekte de üretebilecek potansiyele sahip yaklaşık 500 fay hattı bulunuyor. Bu faylar nedeniyle yaşanan sarsıntılar, sürekli can kayıplarına neden olurken, hazırlıksızlığın devam etmesi düşündürücü. Dünyada ise Tayvan, Şili, Yeni Zelanda, Japonya ve Amerika'nın bazı bölgeleri gibi ülkeler, depreme dayanıklı yerleşimler ve toplumlar oluşturmayı başarmış. Bu ülkeler büyük depremleri minimum hasarla atlatabiliyor.
Peki, bizde durum ne? Genellikle deprem olduktan sonra toplantılar, çalıştaylar düzenleniyor ve raporlar hazırlanıyor. Örneğin, 2020 İzmir ve Elazig depremlerinden sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kurulan araştırma komisyonu, bilim insanları, mühendisler ve uzmanların katılımıyla neredeyse 1000 sayfalık bir rapor ve 250-300 öneri üretmiş. Ancak 2023 depremi geldiğinde bunların neredeyse hiçbiri uygulanmamış. Yine 2023 sonrası kurulan komisyonlar benzer raporlar hazırlamış, fakat önemli bir kısmı rafta kalmış.
Bu raporlar sonrası eylemler genellikle yapılanları anlatmakla sınırlı kalıyor. Karşılaştırmalar yapıldığında, gerekli tedbirlerde diğer ülkelere göre çok geride olduğumuz görülüyor. Sürekli deprem ve diğer afetlere maruz kalmak, ama kayıplar yaşamak, hazırlıksızlığın kanıtı. 26 yıl geçmiş olaylardan beri tam hazırlık yapılmalıydı, farkındalık artırılmalıydı. Marmara dışındaki bölgelerde de depremler yaşanırken uyarılar dikkate alınmamış.
Neden hazırlık yapılmıyor sorusu akıllara geliyor. Yetkililer bazen "Sonra yapalım mı?" gibi ertelemelerle yaklaşıyor, acil olmadığı düşünülüyor. Oysa 24 ilin merkezi aktif fay hatları üzerinde. Bu fayların uygun ölçekli haritaları şehir planlamasına entegre edilmiyor. Jeoloji Mühendisleri Odası üzerinden çoğu ile raporlar gönderilmiş, ama yanıt alınamamış.
Hazırlıksızlığın nedenleri arasında kamuoyunun ilgisizliği de var. Talep olsa, hükümetler (önceki veya mevcut) harekete geçerdi. Eğitim sistemi de afet bilincini yeterince vermiyor. Afetlere dirençli toplum için okul öncesi eğitimden başlayarak ömür boyu süren bir sistem şart. Sel, heyelan, kuraklık gibi diğer afetler için de geçerli bu.
Afete dirençli toplum için üç temel ayak var: Sosyoekonomik direnç (adil gelişme), farkındalık (eğitim) ve sürdürülebilirlik (kararlılık). Bunlardan biri eksikse başarısız olunur. Afet sonrası müdahale nispeten iyi olsa da, kalitesi tartışmalı; genellikle enkaz kaldırma ve kurtarma odaklı, ama kayıplar önlenemiyor.
Popülist politikalar da etkili; siyasetçiler halkı takip ediyor, öncülük etmiyor. Halk talep etmezse (oy tehdidi gibi) harekete geçilmiyor. EYT örneğinde olduğu gibi, güçlü taleple değişim mümkün. Afet hazırlığı da ön seçim şartı olursa gerçekleşebilir.
Kurtarma açısından bakarsak, yakın zamanda Gebze'de bir bina çökmesinde dört kişi enkazda kalmış, yüzlerce kişi saatlerce uğraşmış, enkaz günlerce kaldırılmamış. Beklenen depremde 80 bin bina çökerse kim kurtaracak? Umut etmekten başka çare yok gibi.
Marmara depremi, özellikle İstanbul için hayati bir damar. İhracatın yüzde 30'u buradan, ekonomik zarar devasa olur. Deprem sonrası çoğu cadde erişilmez hale gelir, analizler bunu gösteriyor. Kaos kaçınılmaz, hazırlık acil.
Bu ulusal bir hayatta kalma meselesi, siyaset üstü. İstanbul nüfusun yüzde 20'sini barındırıyor, deprem ülkenin geleceğini tehdit ediyor. Ekonomik ve demografik merkez, Anadolu ile bağlantılı; zarar tüm illere yayılır. Tedbirler hemen alınmalı.
1939 Erzincan'dan beri uyarılar var, 80-90 yılda pek bir şey öğrenilmemiş. Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü 1935'te kurulmuş, Prof. İhsan Ketin gibi isimler Kuzey Anadolu Fayı'nı keşfetmiş, fay üzerine yerleşim uyarısı yapmış. 2002 İstanbul Deprem Master Planı, İzmir planları gibi çalışmalar rapor olup kalmış.
Kanal İstanbul gibi projeler riskli alanlarda nüfusu milyonlarca artırır (500 bin-1 milyon yeni yerleşim). Tehlike yükselir. Maruziyet önemli; nüfus azsa hasar düşük (Alaska veya Kamçatka örnekleri). Riskli alanlarda nüfus ve varlık azaltılmalı, teşviklerle güvenli bölgelere yönlendirme yapılmalı. İstanbul için nüfus azaltma, sanayi taşıma öneriliyor. Şu an 16 milyon etkilenir, proje sonrası 17 milyon. 1999'da 8 milyon nüfusta bin ölüm olmuş, şimdi katbekat fazla olur.
Bu uyarılar, deprem gerçeğinin kaçınılmazlığını hatırlatıyor. Hazırlık yapılmazsa sonuçlar ağır olacak. Toplum olarak farkındalığı artırmak, talep etmek ve sürdürülebilir adımlar atmak gerekiyor. Önümüzdeki dönem, bu konuda kararlılık gösterilmesi gereken bir süreç.




