Dünya siyaseti, son yılların en belirsiz ve gerilimli günlerinden birini yaşıyor. Başkentlerin koridorlarında yankılanan ayak sesleri, diplomatik çevrelerde fısıldanan senaryolar ve okyanus ötesinden gelen her bir kelimenin santim santim hesaplandığı bir atmosfer hâkim. Uluslararası ilişkiler uzmanları, mevcut statükonun artık sürdürülemez olduğunu savunurken, gözler tek bir merkeze çevrilmiş durumda. Tarihin tekerrürden ibaret olup olmadığı tartışılırken, alınan her yeni karar sadece bugünü değil, gelecek elli yılı şekillendirecek bir güç barındırıyor. Herkesin bildiği ama yüksek sesle söylemekten çekindiği o büyük değişim, kapıyı çalmak üzere değil, artık eşikten içeri girmiş durumda.
Bu devasa değişimin merkezinde, Washington’daki yönetim değişikliğiyle birlikte ivme kazanan yeni bir doktrin yer alıyor. Özellikle son günlerde yapılan üst düzey telefon görüşmeleri ve sızan raporlar, okyanusun iki yakası arasındaki geleneksel bağların ciddi bir sınavdan geçtiğini gösteriyor. Yeni yönetim, geçmişin "koşulsuz destek" politikalarını bir kenara bırakarak, pragmatik ve sert bir pazarlık sürecini başlattı. Bu durum, savunma harcamalarından enerji hatlarına kadar pek çok alanda Avrupa başkentlerinde büyük bir panik havasının oluşmasına neden oldu. Klasik müttefiklik ruhunun yerini, "önce kendi çıkarım" anlayışına dayalı bir soğukluğun aldığı açıkça görülüyor.
Ukrayna cephesinde ise durum çok daha dramatik bir boyuta evriliyor. Yeni yönetimin sunduğu ve kamuoyunda büyük yankı uyandıran 28 maddelik barış planı, Kiev yönetimini oldukça zorlu bir ikilemle karşı karşıya bıraktı. Bu planın içeriğinde yer alan; Ukrayna’nın bazı toprak taleplerinden vazgeçmesi, askeri kapasitesinin sınırlandırılması ve en önemlisi savunma ittifaklarına katılımın uzun vadeli olarak askıya alınması gibi başlıklar, sahadaki dengeleri tamamen değiştirecek nitelikte. Özellikle ABD'nin özel temsilcileri aracılığıyla yürütülen bu sessiz diplomasi, yardımların devamı için Ukrayna’nın bu "acı hapı" yutması gerektiği sinyalini veriyor. Kiev'in bu baskılara ne kadar direnebileceği ise büyük bir muamma.
Avrupa'nın önde gelen liderleri, okyanus ötesinden gelen bu sert rüzgâra karşı ortak bir zırh oluşturmaya çalışıyor. Ancak bu çaba, beraberinde derin çatlakları da getiriyor. Almanya ve Fransa gibi devler, savunma yükümlülüklerini artırmaları konusunda doğrudan hedef alınırken, "zayıf liderlik" ve "göç kontrolündeki başarısızlık" gibi ağır ithamlarla karşı karşıya kalıyorlar. Geçmişte sarsılmaz görülen güvenlik garantilerinin artık birer "abonelik sistemi" gibi tartışmaya açılması, kıta genelinde kendi ordusunu kurma ve savunma sanayiini bağımsızlaştırma fikirlerini hiç olmadığı kadar popüler hale getirdi. Bu süreçte müttefikler arasındaki köprülerin atılıp atılmadığı sorusu, diplomatik çevrelerin en çok tartıştığı konu haline geldi.
Finansal boyutta ise devasa hamleler birbirini izliyor. Washington'un askeri yardımları kesme veya azaltma tehdidine karşılık olarak, Avrupa Birliği yaklaşık 90 milyar Euro’luk devasa bir kredi paketini onayladı. Bu paket, dondurulan Rus varlıklarından elde edilen gelirlerin doğrudan kullanımı konusundaki hukuki çıkmazların aşılması adına bir "köprü çözüm" olarak nitelendiriliyor. Ancak bu adım, ABD'nin geri çekilme ihtimaline karşı bir can simidi olsa da, uzun vadeli güvenlik stratejilerindeki boşluğu doldurmaya yetmiyor. Karşı tarafta ise Rusya, bu iç çekişmeleri yakından takip ederek sahadaki baskısını artırmaya ve Batı blokundaki bu ayrışmayı kendi lehine çevirmeye çalışıyor.
Sonuç olarak, küresel siyasetin aktörleri için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Washington’ın "Önce Amerika" mottosuyla yeniden şekillendirdiği dış politika, müttefiklerini birer ortak olmaktan ziyade, maliyet kalemleri olarak görmeye başladı. Ukrayna'nın geleceği, sadece bir savaşın bitişi değil, aynı zamanda uluslararası hukuk ve sınır dokunulmazlığı ilkelerinin yeniden tanımlanması anlamına gelecek. Avrupa, kendi güvenliğini sağlama konusunda bir dönüm noktasındayken; bu büyük satranç tahtasında yapılacak bir sonraki hamle, ya küresel barışın anahtarı olacak ya da mevcut ittifak sisteminin tamamen çöküşünü hazırlayacak. Her iki durumda da, sessiz sedasız kurulan bu yeni dünya düzeni, eski dostlukların üzerine kalın bir perde çekmeye hazırlanıyor.



