Türkiye'nin egemenlik tartışmaları, son dönemde beklenmedik bir çelişkiyle gündeme oturdu: Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani'nin uzun namlulu silahlı korumalarıyla Şırnak'ın Cizre ilçesine gelmesi, siyasi arenada fırtınalar kopardı. Bu olay, vatan topraklarında yabancı güçlerin silahlı dolaşımına yönelik sert tepkileri tetikledi; ancak aynı hassasiyet, Yunanistan'ın işgal ettiği Ege adalarındaki benzer durumlara gösterilmiyor. Üstelik bu tartışmaların gölgesinde, vatandaşların günlük çilesi unutuluyor: Ortopedi ameliyatları için malzeme kıtlığı, binlerce hastayı aylarca bekletiyor. Saygı Öztürk'ün kaleme aldığı bu köşe yazısı, 9 Aralık 2025'te yayımlanarak, hem milli onur hem de sağlık sistemindeki tıkanıklıkları masaya yatırıyor. Peki, Barzani olayındaki diplomatik hamleler neden Ege adalarına uzanmıyor ve hastalar neden feryat ediyor? Bu çelişkilerin derinliklerini, siyasi tepkileri ve uzman görüşlerini adım adım ele alalım; zira bu sadece bir yazı değil, Türkiye'nin vicdan muhasebesi.

Barzani'nin Cizre ziyareti, Türkiye'nin sınır ötesi ilişkilerindeki hassas dengeleri bir kez daha test etti. Uzun namlulu silahlı korumalarıyla ilçeye giriş yapan Barzani, bazı kesimlerce "Bunda ne var?" diye normalleştirilirken, diğerleri tarafından ulusal egemenliğe ağır bir saldırı olarak nitelendirildi. Özellikle Cumhur İttifakı'nın kilit ortağı Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, tepkisini net bir şekilde dile getirdi. Bahçeli, "Vatan topraklarında yabancı üniformalı askerlerin uzun namlulu silahla ortalıkta dolaşmaları tek kelimeyle rezalettir. Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenlik hak ve hukuku çiğnenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin itibarına taammüden saldırıdır," diyerek, olayı bir skandal olarak damgaladı. Bu sözler, MHP tabanında büyük yankı uyandırdı ve sosyal medyada #EgemenlikHaklarımız etiketiyle tartışmaları alevlendirdi. Bahçeli'nin çıkışı, sadece parti içini değil, genel kamuoyunu da harekete geçirdi; zira bu tür ziyaretler, Türkiye'nin güvenlik protokollerini sorgulatıyordu.

Cumhurbaşkanı ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan da konuya müdahil olarak, diplomatik kanalların devreye girdiğini açıkladı. Erdoğan, "Gerekli diplomatik adımların atıldığını, izahat yapılmasının istendiğini" belirterek, olayın ciddiyetini tescilledi. Bu açıklama, Barzani tarafına bir uyarı niteliğindeydi; zira Türkiye, komşu bölgelerle ilişkilerini dengelemeye çalışırken, egemenlik ihlallerine tolerans göstermeyeceğini vurguluyordu. İçişleri Bakanlığı ise hızlı bir hamleyle inceleme başlattığını duyurdu; bu, olayın idari boyutunu aydınlatma çabasının bir parçasıydı. Bakanlık kaynakları, Barzani'nin ziyaretinin standart prosedürlere uymadığını ima etti. Nitekim, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu, yabancıların koruma hizmetlerini net bir şekilde düzenliyor: Bu hizmetler, İçişleri Bakanlığı tarafından yürütülüyor ve bakanlık dışında silahlı koruma girişi kesinlikle yasak. Barzani'nin talebi varsa, koruma ekibinin bakanlık tarafından sağlanması gerekiyordu; bu ihlal, kanunun ruhuna aykırı bir durum yarattı. Olayın ardından, diplomatik notalar ve resmi yazışmaların hız kazandığı, ancak Barzani cephesinden henüz tatmin edici bir yanıt gelmediği belirtiliyor. Bu süreç, Türkiye'nin sınır güvenliği politikalarını yeniden gözden geçirme ihtiyacı doğuruyor; zira benzer ziyaretler, bölgesel istikrarsızlığı tetikleyebilir.

Ancak, Barzani olayındaki bu hassasiyet, Türkiye'nin batı sınırlarındaki benzer ihlallere gösterilmiyor – ve bu çelişki, yazının en çarpıcı eleştirisi. İzmir, Aydın ve Muğla illerinin sınırları içinde yer alan Ege adaları, 2004 yılından beri –yani tam 21 yıldır– Yunan işgali altında. Bu adalarda, 7 bin Yunan askeri üniformalı bir şekilde, uzun namlulu silahlar, toplar ve uçaksavarlarla elini kolunu sallayarak dolaşıyor. Milli Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri ve Kutlu Parti Genel Başkan Yardımcısı emekli Kurmay Albay Ümit Yalım, bu duruma sert bir çıkış yaparak, ikiyüzlülüğü gözler önüne serdi. Yalım, "Barzani’nin silahlı korumalarına sert tepki verilirken vatan topraklarımızda uzun namlulu silah taşıyan Yunan askerlerine bugüne kadar ‘Nota’ dahil hiçbir tepki verilmedi. Yalnız Cumhur İttifakı ortakları değil, muhalefet partileri de vatan topraklarında elini kolunu sallayarak dolaşan silahlı Yunan askerlerine yeterli tepki vermiyor," dedi. Bu sözler, siyasi partilerin seçici tutumunu eleştirirken, Yunanistan'ın adalara yerleştirdiği askeri teçhizatı da detaylandırdı: ABD yapımı 105 mm'lik çekili toplar, 81 mm'lik havanlar, Alman yapımı uçaksavar silahları, değişik menşeli tanksavarlar ve zırhlı araçlar. Dahası, bu silahların namluları doğrudan Türkiye'ye çevrilmiş durumda; bu, açık bir tehdit unsuru.

Bahçeli ve DEM Parti Arasındaki El Sıkışmalar Yeni Çözüm Sürecini Hızlandırıyor!
Bahçeli ve DEM Parti Arasındaki El Sıkışmalar Yeni Çözüm Sürecini Hızlandırıyor!
İçeriği Görüntüle

Yalım'ın değerlendirmesi, Yunan işgalinin boyutlarını somutlaştırıyor: Adalar, Lozan Antlaşması'na göre silahsızlandırılmış olmalıydı, ancak Yunanistan bu maddeyi hiçe sayarak askeri üsler kurdu. 21 yıllık bu sessizlik, diplomatik notalardan yoksun; ne Cumhur İttifakı ne de muhalefet partileri, bu konuyu yeterince gündeme taşımadı. Yazar Saygı Öztürk, bu tabloyu sorgulayarak, "Peki, vatan topraklarına, Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenlik haklarına kim sahip çıkacak?" diye soruyor. Bu retorik soru, okurları düşündürmeye sevk ediyor; zira Barzani'nin birkaç korumasına gösterilen tepki, Ege'deki binlerce askere uygulanmıyor. Uzmanlara göre, bu sessizliğin arkasında, AB ve NATO ilişkileri yatıyor; Yunanistan'ın ittifak içindeki konumu, Türkiye'nin hamlelerini sınırlıyor. Ancak, Yalım gibi emekli askerler, bu durumun milli güvenliği riske attığını vurguluyor: Adalara yerleştirilen zırhlı araçlar ve tanksavarlar, olası bir gerilimde ilk hedefi oluşturuyor. Muhalefet partilerinin de sessiz kalması, konunun ideolojik ötesinde bir milli mesele olduğunu gösteriyor; belki de iç siyasetin gölgesinde dış tehditler unutuluyor. Bu çelişki, Türkiye'nin dış politika tutarlılığını sorgulatıyor ve kamuoyunda "Neden Ege adaları için Barzani kadar tepki yok?" tartışmalarını alevlendiriyor.

Siyasi gündemin bu karmaşasında, vatandaşların günlük acıları ise iyice gölgede kalıyor – ve yazı, bu ihmali de masaya yatırıyor. Özellikle ortopedi ameliyatlarındaki malzeme krizi, binlerce hastayı mağdur ediyor; kalça ve diz protezi gibi temel operasyonlar, aylar sonrasına gün veriliyor. Sorunun kökü, yerli üreticilerin maliyet enflasyonuna rağmen fiyat güncellemesi alamamasında yatıyor. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Sağlık Uygulama Tebliği (SUT), her operasyonun değerini belirliyor; örneğin, özel hastanede maliyeti 6 bin TL olan bir ameliyat için devlet sadece 1.500 TL ödüyor. Bu fark, firmaları devlet hastanelerinden uzaklaştırıyor; yerli üreticiler, özel sektöre yönelerek kamu hastanelerini malzeme fakirliğine itiyor. Sonuç? Ameliyatlar fiilen durma noktasına geliyor; hastalar, acılarıyla baş başa kalıyor. Bu tıkanıklık, sadece ekonomik değil, insani bir skandal: Yürüyemeyen yaşlılar, iş göremez hale gelen bireyler, aylarca feryat ediyor.

Doğu Karadeniz Sağlık Turizmi Derneği Başkanı Mustafa Yılmaz, bu krizi çarpıcı bir örnekle anlatıyor: "Karadeniz Bölgesi’nde 2500 hasta ameliyat olmayı bekliyor. Hastaneler ameliyat randevusu veremiyor, ameliyat tarihlerinden önce yatırılmış hastalar dahi geri gönderiliyor." Yılmaz'ın bu sözleri, tablonun vahametini özetliyor; hastaneler, yataklarını boş bırakmak zorunda kalıyor, randevu sistemleri çöküyor. Yazar, bu mağduriyetin sürdürülemez olduğunu vurgulayarak, acil çözümler öneriyor: Sağlık Bakanlığı, SGK ve Devlet Malzeme Ofisi (DMO) ortak bir masa kursun; SUT fiyatları gecikmeksizin güncellensin. DMO'nun, reel maliyetleri esas alan yeni bir fiyatlandırma modeli geliştirmesi şart; zira enflasyon, yerli üreticileri boğuyor. Yılmaz, "Bu tablo artık sürdürülebilir değil. Sağlık Bakanlığı, SGK ve Devlet Malzeme Ofisi (DMO) ivedilikle ortak çözüm üretmeli. SUT fiyat güncellemeleri geciktiği her gün, ameliyat bekleyen hastaların mağduriyeti büyüyor. DMO’nun reel maliyetleri esas alan yeni bir fiyat yaklaşımı geliştirmesi gerekiyor. Aylardır bekleyen hastalar, hayatlarının en kritik ameliyatları için devletten çözüm bekliyor. Hastalarımız, yaşlılarımız, yürüyemeyen vatandaşlarımız bu kadar uzun süre acı çekmek zorunda değil. Bu ülkenin hastaları, yerli üreticileri, bu ülkenin sağlığı sahipsiz değildir. Hastalarımızın sesini duyun," diye haykırıyor. Bu çağrı, bürokrasiye bir tokat gibi; hastaların sesi, siyasi tartışmaların arasında kaybolmamalı.

Bu makale, Barzani olayını bir ayna tutarak, Türkiye'nin önceliklerini sorgulatıyor. Yunan adalarındaki 21 yıllık işgal, 7 bin askerin tehdidi ve malzeme kriziyle mağdur binlerce hasta, milli meselelerin ne kadar iç içe geçtiğini gösteriyor. Yazar Saygı Öztürk, sessiz kalmayı eleştirirken, egemenlik haklarının korunmasını ve sağlık sisteminin revize edilmesini talep ediyor. Peki, bu çelişkiler ne zaman düzelecek? Barzani'ye gösterilen tepki, Ege'ye de uzanmalı; yoksa vatan toprağının her karışı riske girer. Hastalar için ise, acil bir SUT güncellemesi şart – zira acı, bekleyemez. Kamuoyu, bu yazıdan sonra harekete geçmeli; sosyal medyada #EgeAdalarıİşgali ve #OrtopediMalzemeKrizi etiketleri yükseliyor. Bu tartışma, bitmedi; devamı, hepimizi ilgilendiriyor ve değişim için bir kıvılcım olabilir.