Türkiye'nin siyasi sahnesi, son dönemde yaşanan gelişmelerle adeta bir deprem sarsıntısı yaşıyor. İttifakların beklenmedik manevraları, hukuki süreçlerin şaşırtıcı şekilde hızlanması ve toplumsal kutuplaşmanın derinleşmesi, herkesin aklındaki tek bir soruyu beraberinde getiriyor: Bütün bu hamlelerin ardında nasıl bir büyük siyasi plan yatıyor? Kritik anlarda gelen kararların ve siyasi liderlerden yükselen sert çıkışların, sadece günü kurtarmaya yönelik bir taktik mi olduğu, yoksa ülkenin yakın geleceğini şekillendirecek çok daha kapsamlı bir stratejinin mi parçası olduğu merakla beklenirken, uzmanlar perde arkasındaki gerçekleri aydınlatıyor. Asıl söylenmesi gerekenler, siyasetin karmaşık labirentinde, adım adım ve heyecan verici bir şekilde çözülmeyi bekliyor.

Siyaset bilimci Doç. Dr. Berk Esen, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesinin bu topraklar için devrimci bir hareket olduğunu vurgularken, ülkenin komşularına kıyasla büyük bir iç savaş, rejim çöküşü ya da işgal yaşamamasının dahi büyük bir başarı olduğunu belirtiyor. Ancak, günümüzde özellikle genç neslin yaşadığı derin karamsarlığa dikkat çekiliyor. Berk Esen, gençlerin umutsuzluğunu anlamanın mümkün olduğunu belirterek, bu durumun Türkiye ekonomisinin ağır bir darboğazdan geçmesi ve siyasetin 12 Eylül döneminden beri görülmemiş derecede baskıcı bir hal almasıyla yakından ilgili olduğunu ifade ediyor. Üstelik, bu otoriter rejimin kısa vadede biteceğine dair hiçbir işaret olmaması, geleceksizliğin temel nedeni olarak gösteriliyor. Senem tarafından gençlerin umutsuzluğuna dair getirilen endişe, Esen'in de kendi öğrencileri ve çevresindeki gözlemleriyle örtüşüyor; ancak Esen, anne babalarına göre ortalama eğitim seviyesi daha yüksek ve dünyaya daha entegre olan bu genç kitlenin, mücadele etme potansiyeline sahip bir "tsunami etkisi" yaratabileceğini, güç elden bırakılmadığı sürece umudun canlı kalacağını öne sürüyor.

Muhalefet cephesinin önde gelen isimlerine yönelik başlatılan ve toplumda geniş bir karşılık bulmayan casusluk suçlamaları ise siyasi arenada şok etkisi yaratıyor. Sunucu Senem, Ekrem İmamoğlu, Necati Özkan ve Merdan Yanardağ'a (Tele1) yöneltilen casusluk iddialarının, yolsuzluk ve terör gibi önceki suçlamaların AKP seçmeninde bile kabul görmemesi üzerine başvurulan yeni bir çaresizlik stratejisi olduğunu belirtiyor. Berk Esen, bu soruşturmaların hızla ilerleyip iddianameye dönüşememesinin nedeninin, iktidarın elinde yargılamaya yetecek somut delil bulunmaması olduğunu savunuyor. Ona göre, soruşturmaların bu şekilde uzatılması ve suçlamaların giderek "casusluk" gibi daha ağır siyasi boyutlara taşınması, muhalif isimleri psikolojik olarak yıpratma ve onların tüm mesailerini kendilerini savunmaya harcamalarını sağlama amacını taşıyan bir "düşük maliyetli" baskı yöntemidir. Bu hamleler, İmamoğlu ve diğer muhalif liderlerin ülkeyi yönetmeye hazırlanma ve siyasi strateji oluşturma süreçlerini engellemek için tasarlanmış, bir tür psikolojik işkence olarak değerlendiriliyor. Tele1'e kayyum atanması gibi olaylar ise, muhalif medyanın giderek daraltılmasının ve seslerinin kesilmeye çalışılmasının somut bir göstergesi olarak kabul ediliyor.

Türkiye siyasetinin en karmaşık ve kritik konusu olan İmralı süreci, Selahattin Demirtaş'ın AİHM kararının kesinleşmesi ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'den gelen şaşırtıcı tahliye açıklamalarıyla yeni bir boyut kazanıyor. Senem, AİHM kararının kesinleştiğini belirterek, Bahçeli'nin Demirtaş'ın tahliyesine destek veren bir açıklama yaptığını hatırlatıyor ve Demirtaş'ın çıkışının siyasi bir hamle olacağını düşünüyor. Berk Esen, 9 yıldır haksız yere tutuklu bulunan Demirtaş'ın serbest kalma ihtimalinin Bahçeli'nin bu çıkışıyla birlikte arttığını ifade ediyor. Ancak, Esen'in asıl odak noktası, tahliye kararının kendisinden ziyade, Demirtaş'ın serbest kaldıktan sonra atacağı adımlar ve siyasetteki konumu oluyor. Siyasetçi, eğer Bahçeli'nin bu tahliye çağrısı "hayırlı" ise, kamuoyunun aynı soruyu Bahçeli'ye ve AKP kanadına sorması gerektiğini belirtiyor: Neden 5 yıl, 2 yıl önce bu tahliye hayırlı değildi?

Berk Esen, süreçle ilgili en sert eleştirisini, iktidar ittifakının süreç yönetimine getiriyor. Sürecin neden başladığı, hangi aktör tarafından başlatıldığı ve gerçek hedeflerinin ne olduğu konusunda hala net bir açıklama olmadığını belirterek, yürütülen tartışmaların bir "sis perdesi" arkasından yapıldığını iddia ediyor. Esen, AKP ve MHP arasında İmralı süreci konusunda büyük bir çatlak olduğunu düşünmüyor; aksine bu sürecin Erdoğan tarafından başlatıldığını, ancak Suriye'deki jeopolitik gelişmelerin beklenmedik bir hızla değişmesi ve iç siyasetteki muhalif tepkilerin gücü nedeniyle iktidarın planladığı takvimin uzadığını düşünüyor. Bahçeli'nin sert çıkışları ve zikzakları, Esen'e göre, ittifak içindeki iktidar kavgalarıyla ve MHP'nin Cumhur İttifakı içindeki konumunu güçlendirme çabasıyla ilgili olabilir. Esen, bu süreçte önemli olanın sonucun değil, "sürecin" kendisi olduğunu savunan analizin doğru olduğunu, zira iktidarın amacının zaman kazanmak, muhalefeti yormak ve anayasa değişikliği gibi hedeflerini 2026'ya ertelemek olduğunu ileri sürüyor.

Esen, ayrıca muhalif camiada, bu tarz "sürece" odaklanan analizlerin, toplumsal barış ve demokratikleşme beklentilerini manipüle ederek kamuoyunu yanlış yönlendirdiğini düşünüyor. Medya çevrelerinde sürekli olarak aynı tezlerin öne sürülmesinin ve farklı seslerin yok sayılmasının, eleştirel gazetecilik sınırlarını aştığını ve ileride çok ağır bir vebali olabileceğini iddia ediyor. Tele1'in kapatılması, yüzlerce öğrencinin tutuklanması gibi ülkenin otoriterleşme sürecini gösteren somut gelişmelerin görmezden gelinerek, Bahçeli'nin "hukuk devleti getirmek istediği" tezinin savunulmasının "ayıp" olduğunu belirtiyor. Siyaset bilimci, Demirtaş'ın tahliye edilmesi durumunda bile, Kürt siyasi hareketindeki Abdullah Öcalan'a yakın kadroların onu zayıflatmış olması nedeniyle, iktidarın Demirtaş'tan artık korkmadığı için bu kararı alıp almadığı sorusunun akıllara geleceğini ifade ediyor.

Marmara İçin Çarpıcı Uyarı: Asıl Risk Bu Bölgede Yoğunlaşıyor
Marmara İçin Çarpıcı Uyarı: Asıl Risk Bu Bölgede Yoğunlaşıyor
İçeriği Görüntüle

Siyasetçinin dikkat çektiği bir diğer önemli nokta ise, eski AKP'li elitlerden gelen Osman Kavala açıklamaları ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın diploması hakkındaki tartışmalar. Berk Esen, bu konuların birdenbire gündeme gelmesini manidar buluyor. Esen, Kavala hakkındaki geç kalınmış açıklamaların, eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül başta olmak üzere eski AKP elitlerinin, süreçleri başlatmak yerine sadece mevcut gelişmelere el verme çabası olarak komik kaldığını belirtiyor. Hakan Fidan'ın diploması meselesinde ise Esen, bunun iktidar içindeki bir rekabetin (aile-Fidan rekabeti) sonucu olarak sızdırılmış olabileceği ihtimali üzerinde duruyor ve muhalefetin, iktidar içi kavgaların bir "malzemesi" olmamaya dikkat etmesi gerektiği uyarısında bulunuyor. Muhalefetin, stratejik olarak rejimi zayıflatacak hamlelere odaklanması gerektiğini vurguluyor.

Tüm bu karmaşık tabloda, Doç. Dr. Berk Esen, son söz olarak iyimserliğini genç nüfusa dayandırıyor. Türkiye'nin 33-34 medyan yaş ortalamasıyla Batı Avrupa'ya kıyasla çok genç bir toplumsal yapıya sahip olduğunu ve 18-30 yaş arası gençlerin ebeveynlerine göre çok daha yüksek eğitimli ve dünyaya açık olduğunu belirtiyor. Mevcut siyasi ortamda kendisine yer bulamayan bu genç kitlenin, mücadele edebilme imkanı olduğu sürece, "bir dalga, bir tsunami etkisi" yaratabileceğini ve 70 yaş üstü siyasetçilerin yönetimindeki eski dönemin siyasi kavgalarını devam ettirmeye çalışan liderleri arkadan iterek, ülkenin geleceğini değiştirecek asıl aktörler olacağını öngörerek haberin finalini yapıyor.