Antalya'nın turistik beldelerinden Beldibi'nde, savaşın gölgesinde umut arayan masum çocukların başına gelenler, Türkiye'nin en karanlık sayfalarından birini oluşturuyor. Rusya'nın Ukrayna'yı işgali sırasında, Şubat 2022'den itibaren "Savaşsız Çocukluk Projesi" kapsamında ülkesini terk eden 510 yetim ve ebeveynsiz çocuk, güvenli bir sığınak umuduyla Antalya'ya getirilmişti. Ancak bu çocuklar, bekledikleri şefkat yerine ihmal, psikolojik şiddet ve en korkuncundan cinsel istismarla yüzleşti. Uluslararası araştırmacı gazetecilik ağı OCCRP'nin eline geçen bir rapor, olayın boyutlarını gün yüzüne çıkardı: Ukraynalı 11 yetkili tarafından imzalanan belge, çocukların otel çalışanları tarafından taciz edildiğini, iki kız çocuğunun hamile bırakıldığını ve tüm sürecin örtbas edildiğini ortaya koyuyor. Bu rapor, 2024 Mart'ında Antalya'daki incelemelerin ürünü; heyette Ukrayna Parlamentosu İnsan Hakları Komiseri, Dnipropetrovsk Bölgesel Askeri İdaresi, Türkiye Kamu Denetçiliği Kurumu ve UNICEF Türkiye temsilcileri yer alıyordu. Peki, bu çocuklar nasıl bu cehenneme sürüklendi? Projenin detayları nelerdi ve neden kimse hesap soramadı? Bu mide bulandıran hikayenin her katmanını, adım adım açalım ki, vicdanlar sızlasın ve benzer trajediler önlensin; zira savaşın yaraları, barışın kucağında bile kanamaya devam ediyor.
Hikayenin başlangıcı, Ukrayna'daki vahşi işgale uzanıyor. Rusya'nın 24 Şubat 2022'de başlattığı tam ölçekli saldırı, binlerce çocuğu yetim bırakmıştı. Bu çocuklar, Ukrayna'daki yetimhanelerde ve yatılı okullarda hayatta kalmaya çalışırken, Dnipropetrovsk bölgesindeki yetkililer acil bir plan devreye soktu. Ruslan Shostak'ın kurduğu Shostak Vakfı, "Savaşsız Çocukluk Projesi"ni hayata geçirdi: Amaç, bombalardan ve kıtlıktan kaçan 510 çocuğu –çoğu 7 ila 17 yaş arasında– geçici olarak Türkiye'ye getirmek ve burada barındırıp eğitmekti. Proje, Ukrayna hükümetinin onayıyla ve uluslararası yardım kuruluşlarının desteğiyle ilerledi; çocuklar, Antalya'nın Beldibi ilçesindeki bir otele yerleştirildi. Otel, dışarıdan bakıldığında bir tatil cenneti gibiydi: Deniz kenarı, havuzlar ve yeşil bahçeler. Ancak içerdeki gerçek, bir kabusun ta kendisiydi. Çocuklar, refakatçiler eşliğinde getirilmişti ama otelin acil durum birimi yoktu, tıbbi bakım yetersizdi ve psikolojik destek neredeyse sıfırdı. Refakatçiler, hasta çocuklar için Ukrayna'daki doktorlarla telefon görüşmeleri yaparak basit müdahaleler yapmaya çalışıyordu – bir çocuğun ateşi çıkınca, eczaneden ilaç alıp odada enjeksiyon yapmak gibi. Bu ihmaller, çocukların zaten kırılgan ruhlarını daha da yaralıyordu; savaş travmasıyla baş başa bırakılmışlardı.
Projenin ilk ayları, umut verici görünse de, karanlık bulutlar hızla toplanmaya başladı. Çocuklar, oteldeki günlük rutinlere alışmaya çalışırken, personel arasındaki uygunsuz ilişkiler su yüzüne çıkmaya başladı. Raporda detaylıca belirtilen iddialara göre, otelin aşçıları çocuklarla yakın temas kuruyordu. 23 yaşındaki aşçı M., 15 yaşındaki kız çocuğu N.'yi sık sık odasında ziyaret ediyor ve "yürüyüşlere çıkarıyordu". Benzer şekilde, otelin diğer aşçısı 21 yaşındaki S., 16 yaşındaki I. ile samimi bir ilişki geliştiriyordu. Bu etkileşimler, başlangıçta masum gibi görünse de, çocukların ifadeleri bambaşka bir tablo çiziyordu: Korku, baskı ve cinsel taciz. En dehşet verici kısım ise, iki kız çocuğunun hamile kalmasıydı. Bu durum, otel yönetimi tarafından fark edildiğinde, panikle örtbas operasyonu başlatıldı. Hamilelikler, tıbbi kontroller sırasında ortaya çıkmıştı ama oteldeki yetersiz koşullar nedeniyle gecikmişti. Kız çocuklar, hemen sessiz sedasız Ukrayna'ya geri gönderildi; hamilelikleri sonlandırıldı ve ailelerine –eğer varsa– "kaza" diye anlatıldı. Raporda, bu örtbasın otel çalışanları ve proje yetkilileri tarafından koordine edildiği belirtiliyor. Üstelik, çocuklar Ukrayna'ya döndüklerinde bile baskı bitmedi: Ukraynalı eğitmenler, soruşturma kapsamında çocuklardan "yatılı okul personeliyle ilgili kötü şeyler söylememeleri ve Türk erkeklerle olan ilişkilerinin rızaya dayalı olduğunu" belirten belgeleri imzalamalarını istedi. Bu baskılar, çocukların travmasını katmerli hale getirdi; bazıları konuşmaktan korkuyor, bazıları ise inkâr etmeyi öğrenmişti.
İnceleme süreci, bu karanlık tabloyu aydınlatmak için 2024 Mart'ında devreye girdi. Ukrayna Parlamentosu İnsan Hakları Komiseri'nin öncülüğünde oluşan heyet –ki bu ekipte Dnipropetrovsk Bölgesel Askeri İdaresi yetkilileri, Türkiye Kamu Denetçiliği Kurumu temsilcileri ve UNICEF Türkiye uzmanları vardı– Antalya Beldibi'ndeki otele ani bir ziyaret gerçekleştirdi. Heyet, çocuklarla birebir görüşmeler yaptı, otel personelini sorguladı ve tesisin koşullarını inceledi. Bulgular, raporda net bir şekilde özetlendi: Çocuklar, psikolojik şiddete maruz kalıyordu; otel çalışanları tarafından taciz ediliyor, ihmal ediliyordu. Tıbbi bakımın yokluğu, bir çocuğun kaybolmasıyla daha da trajik hale geldi – o çocuk, otel yakınındaki sahilde helikopterli arama kurtarma operasyonuyla bulundu. Heyet, raporunda "çocukların güvenliğinin tehlikede olduğunu" vurguladı ve acil önlemler talep etti. Ancak bu rapor, OCCRP'ye ulaşana kadar tozlu raflarda kaldı; uluslararası gazetecilik ağı, belgeyi kamuoyuyla paylaştığında ise skandal patlak verdi. Raporda imzası olan 11 Ukraynalı yetkili, çocukların maruz kaldığı istismarın "sistematik" olabileceğini ima etti; iki hamilelik vakası, somut delil olarak kaydedildi. Bu inceleme, sadece bir denetim değil; savaş mağduru çocukların uluslararası koruma hakkının ihlaliydi.
Yasal süreçler ise, adalet arayışını daha da umutsuz kıldı. Hamilelik vakaları ortaya çıkınca, Antalya Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü derhal harekete geçti ve suç duyurusunda bulundu. Soruşturma, otel çalışanları M. ve S. hakkında başlatıldı; ancak delil yetersizliği gerekçesiyle takipsizlik kararı verildi. Kurumun avukatları bu karara itiraz etti ama mahkeme, itirazı reddetti. Türkiye'deki süreç burada tıkanırken, Ukrayna makamları da boş durmadı: Mayıs 2024'te, Türkiye'nin bildirdiği ihlaller üzerine Dnipropetrovsk bölgesinde soruşturma açıldı. Çocukların ifadeleri toplandı, belgeler incelendi; ancak Haziran 2025'te –yani tam bir yıl sonra– delil yetersizliği nedeniyle dosya kapatıldı. Bu karar, Ukrayna'daki yetkililer tarafından "çocukların baskı altında ifade verdiği" gerekçesiyle eleştirildi ama değiştirilmedi. Proje kurucusu Ruslan Shostak, iddiaları reddetti ve "projenin kapatılmasının istismar iddialarıyla ilgisi olmadığını" savundu. Aralık 2024'te sona eren proje, Shostak'a Ukrayna'dan yüksek bir devlet ödülü getirmişti – ki bu ödül, skandalın gölgesinde ironik bir tezat oluşturuyordu. Antalya Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü, haber hazırlanırken sorulara yanıt vermedi; Türkiye'nin Ukrayna Büyükelçiliği'ne gönderilen talepler de cevapsız kaldı. Dnipropetrovsk Oblastı'ndaki ebeveynsiz çocuklardan sorumlu yetkililer ise, yorum yapmaktan kaçındı.
Bu olay, sadece bireysel bir skandal değil; uluslararası yardım projelerinin kırılganlığını ve savaşın dolaylı mağdurlarını gözler önüne seriyor. 510 çocuktan bahsediyoruz – her biri, bombaların sesiyle uykuya dalan, ailesiz bir geleceğe mahkûm edilmiş masumlar. Oteldeki ihmal, psikolojik şiddetin ötesinde fiziksel riskler taşıyordu: Acil tıbbi bakımın yokluğu, basit bir ateşin bile ölümcül olabileceği bir ortam yaratmıştı. Kaybolan çocuğun sahilde bulunması, helikopterli operasyonla mucizevi bir kurtuluştu ama diğerleri için şans böyle işlemedi. İki kız çocuğunun hamileliği, cinsel istismarın en somut kanıtıydı; bu çocuklar, 15 ve 16 yaşlarında, rızadan uzak bir kabusa sürüklenmişti. Örtbas mekanizması ise, daha da mide bulandırıcı: Belgeleri imzalatmak, soruşturmaları baltalamak ve sessizce geri göndermek. Bu, sadece otel personelinin suçu değil; denetim mekanizmalarının çöküşüydü. UNICEF'in heyet içindeki rolü, örgütün Türkiye'deki faaliyetlerini sorgulatıyor; Kamu Denetçiliği Kurumu'nun sessizliği ise, idari ihmali işaret ediyor. Ukrayna tarafında, savaşın kaosu soruşturmaları zorlaştırmış; delillerin toplanması, bombardıman altında imkânsız hale gelmiş. Shostak Vakfı'nın projesi, başlangıçta bir kahramanlık öyküsüydü – 510 çocuğu kurtarmak – ama sonu, utanç verici bir lekeyle bitti.
Toplumsal yankılar, bu skandalı daha da derinleştiriyor. OCCRP'nin raporu, uluslararası medyada geniş yer buldu; Ukrayna'da protestolar patlak verdi, Türkiye'de ise sosyal medyada #UkraynaÇocukları etiketiyle binlerce paylaşım yapıldı. Vatandaşlar, "Savaştan kaçanlar burada mı korunuyor?" diye soruyor; aktivistler, benzer projelerin denetlenmesini talep ediyor. Antalya'da, Beldibi sakinleri olayı "turizmin karanlık yüzü" olarak nitelendiriyor; otel, şimdi boş ve sessiz ama hafızalarda kirli bir iz bıraktı. Psikologlar, çocukların travmasını yorumluyor: Savaş stresi üstüne istismar, kalıcı PTSD'ye yol açabilir; bu kız çocuklar, ömür boyu güvensizlik taşıyacak. Hukukçular ise, takipsizlik kararlarını eleştiriyor: "Delil yetersizliği, mağdurları korumasız bırakıyor" diyorlar. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın sessizliği, kurumun güvenilirliğini sarsıyor; belki de diplomatik ilişkiler, adaleti gölgeliyor. Projenin sona ermesiyle çocuklar Ukrayna'ya döndü ama yaraları hâlâ kanıyor; bazıları yeni yatılı okullarda, bazıları akraba ellerinde. Shostak'ın ödülü, zafer mi yoksa alay mı? Bu soru, cevapsız kalıyor.
Bu mide bulandıran olay, bize uluslararası yardımın kırılganlığını hatırlatıyor. Savaş, sadece cephede değil; mülteci kamplarında, otel odalarında da devam ediyor. 510 çocuğun hikayesi, bir uyarı: Denetim olmadan iyilik, felakete dönüşür. Antalya'nın güneşli sahilleri, şimdi gözyaşıyla anılacak; iki kız çocuğunun hamileliği, vicdanları da hamile bırakacak bir utançla. Umarız, bu rapor yeni soruşturmalara kapı aralar; Ukrayna ve Türkiye, ortak bir komisyon kursun. Zira çocuklar, savaşın en masum kurbanları – ve istismar, en iğrenç ihanet. Bu skandal, unutulmamalı; aksine, geleceğin kalkanı olmalı. Beldibi'nin dalgaları, sessizce bu acıyı taşıyor; ama adalet, dalgaları durdurana dek susmayacak.




