Son dönemde iktidara yakın medya çevrelerinde yaşanan gerilim, herkesin dikkatini çekiyor. Köşe yazarlarının kalemleri adeta kılıç gibi çekilmiş durumda ve bu tartışma, siyaset-medya ilişkilerinin derinliklerine ışık tutuyor. Peki, bu polemiğin arkasında neler yatıyor ve neden bu kadar yankı uyandırıyor?

Tartışmanın fitilini ateşleyen isim, tanınmış bir köşe yazarı oldu. Bu yazar, AK Parti'li siyasetçilerin televizyon programlarına çıkmayışını veya çağrılmayışını eleştiren bir yazı kaleme aldı. "Şimdi iğneyi batırma zamanı" başlığıyla yayınlanan bu yazı, doğrudan siyasetçilerin ekranlardan uzak duruşunu hedef aldı ve bu durumun yorumcuların alanını genişlettiğini ima etti. Yazı, kısa sürede büyük yankı buldu ve iktidara yakın diğer isimleri harekete geçirdi.

ABD'den Gelen Deprem Uyarısı Tesadüf mü?
ABD'den Gelen Deprem Uyarısı Tesadüf mü?
İçeriği Görüntüle

Bu eleştiriye ilk sert yanıt, yine iktidar yanlısı bir gazetedeki köşe yazarından geldi. Eleştiriyi yapan yazara yönelik ağır ifadeler kullanan bu isim, yazının kendisinin yazılmadığını iddia etti. "Herkese gazetecilik dersi vermeye kalkmış" diyerek tepki gösterdi ve eleştirmenin kapasitesini sorguladı. Hatta dil bilmeyen birinin yabancı örnekler vermesinin mantıksız olduğunu öne sürdü. Bu çıkış, tartışmayı kişisel bir seviyeye taşıdı ve medya kulislerini hareketlendirdi.

Ancak asıl bomba, bir başka tanınmış kadın köşe yazarından geldi. Sabah gazetesinde yayınlanan yazısında, tartışmaya "İğneyi batıralım" başlığıyla dahil olan bu yazar, AK Parti'yi açıktan destekleyen yorumcuların konumunu çarpıcı bir şekilde ortaya koydu. Bu ülkede AK Parti'yi açıkça savunan bir yorumcu olmanın zorluklarını anlatırken, partililerin bu kişileri "mahallenin danası" olarak gördüğünü belirtti. Muhalif kesimlerin ise aynı yorumcuları hınçlarını boşaltacakları bir "kum torbası" gibi kullandığını vurguladı.

Yazar, birkaç istisna dışında bu durumun genel bir gerçeklik olduğunu ifade etti. Öte yandan, seküler kesimden gelen ve "her tarafa yakın" görünen gazetecilerin ayrıcalıklı konumuna dikkat çekti. Bu isimlerin sergilerinin bakanlar tarafından ziyaret edildiğini, zor günlerinde destek gördüğünü, nikâhlarında şahitlik yapıldığını veya çeşitli konularda kolaylık sağlandığını örnekledi. Bu karşılaştırma, tartışmaya yeni bir boyut kattı ve iktidar çevrelerinde rahatsızlık yarattı.

Tartışmanın en can alıcı kısmı ise özeleştiri çağrısı oldu. Yazar, son olaylar üzerine AK Partili siyasetçilerin iğneyi kendilerine batırıp batırmadığını merak ettiğini yazdı. Kritik meselelerde televizyona çıkmayı bırakın, sosyal medya paylaşımı yapmaktan bile kaçınan önemli bir kesimin varlığına işaret etti. Tam da bu "yokluğun" siyaset yorumcularının alanını genişlettiğini ve güçlenmesine yol açtığını savundu.

Yazar, Batı'daki siyaset-medya ilişkilerini steril bir vitrin gibi sunup buradaki güç ilişkilerini onun üzerinden yargılamanın kolaycılık olduğunu vurguladı. Asıl meselenin, kimin hangi bedelleri ödeyerek konuştuğu ve kimin "tarafsızlık" konforu içinde her kapıyı rahatça açabildiği olduğunu belirtti. Medya-siyaset ilişkisini tartışırken ideolojik pozisyonların açıklığından değil, kimlerin dokunulmaz, kimlerin ise harcanabilir olduğundan başlamak gerektiğini savundu.

Bu görüşlere göre, yapılan özeleştirilerin çoğu gerçeği deşmek yerine makyajlamaktan öteye gitmiyor. İğne batırılacaksa gerçekten acıtacak yere batırılması gerektiğini ifade eden yazar, tartışmayı derin bir iç hesaplaşmaya dönüştürdü. Bu ifadeler, sadece medya çevrelerini değil, siyasi kulisleri de uzun süre meşgul edecek gibi görünüyor.

Polemiğin yarattığı yankılar, iktidara yakın medyanın iç dinamiklerini gözler önüne seriyor. Bir yandan kişisel ataklar, diğer yandan yapısal eleştirilerle dolu bu tartışma, yorumcuların konumunu ve siyasetçilerin tutumunu yeniden sorgulatıyor. Özellikle "mahallenin danası" ve "kum torbası" benzetmeleri, uzun süre konuşulacak ifadeler olarak hafızalara kazındı.

Bu gerilim, medya-siyaset ilişkilerindeki dengesizlikleri ve güç odaklarını bir kez daha gündeme getirdi. Seküler görünen isimlerin erişim avantajı ile açıkça taraf olanların maruz kaldığı muamele arasındaki uçurum, tartışmanın temel eksenini oluşturuyor. Siyasetçilerin ekranlardan uzak duruşu ise yorumcuların yükselişinin ana nedeni olarak gösteriliyor.

Sonuç olarak, bu tartışma sadece birkaç köşe yazarıyla sınırlı kalmayacak gibi duruyor. İğnenin kime ve nasıl batırılacağı sorusu, önümüzdeki günlerde yeni çıkışlarla devam edebilir. Medya dünyasındaki bu fırtına, siyasi arenadaki gelişmeleri de yakından etkileyecek potansiyel taşıyor. Kimlerin gerçekten dokunulmaz, kimlerin harcanabilir görüldüğü sorusu ise cevabını bekliyor.