Türkiye'nin siyasi arenasında yıllardır dönen tartışmalar, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) kapatılma girişimleri etrafında şekilleniyor. 2008 yılında Anayasa Mahkemesi'nde görülen dava, partiyi bir oy farkıyla kurtarmıştı ve bu olay, Türk siyasetinin en kritik dönüm noktalarından biri olarak hafızalara kazındı. O dönemki gerginlikler, sadece bir partinin kaderini değil, tüm demokrasi yapısını sarsmıştı. Bugün, 2025 Kasım'ında, bu eski yaralar yeniden kanamaya başladı. Ekonomist ve yazar Memduh Bayraktaroğlu'nun son yorumunda vurguladığı gibi, AKP'nin kapatılma tehlikesinden kurtuluşu, sadece bir tesadüf değil; stratejik hamlelerin ve anayasal değişikliklerin eseri. Peki, tam olarak ne oldu da AKP, kapatılma eşiğinden dönebildi? Ve bu süreç, günümüzün CHP lideri Özgür Özel ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasındaki diyalog çağrılarını nasıl etkiliyor? Bu makalede, AKP kapatılma davası detaylarını, Anayasa Madde 69'un dönüşümünü ve Erdoğan'ın liderlik sırlarını derinlemesine ele alacağız. Siyasi entrikalar, ekonomik başarılar ve gelecek öngörüleri, Türkiye'nin siyasi geleceğini aydınlatıyor.

AKP'nin siyasi yolculuğu, kuruluşundan itibaren fırtınalı geçti. 2002'de iktidara gelen parti, hızlı bir yükselişle Türkiye'nin en büyük siyasi gücü haline geldi. Ancak, 2008 yılında başlayan kapatılma davası, her şeyi değiştirebilirdi. Anayasa Mahkemesi'nde görülen dava, partinin laiklik karşıtı eylemlerle suçlanması üzerine açılmıştı. Yargı süreci, aylarca süren tartışmalarla dolu geçti ve nihayetinde, 11 üyeli mahkeme, 10'a karşı 1 oyla kapatma talebini reddetti. Bu tek oy, AKP'yi kurtaran sihirli dokunuş gibiydi. Dönemin iddialarına göre, parti bazı mahkeme üyelerini ikna etmek için çeşitli faydalar sunmuştu, ancak bu söylentiler doğrulanmadı. Bayraktaroğlu, bu noktada ironik bir yorum yapıyor: Asla girmeyeceğim o konuya. Gerçek şu ki, eğer bir-iki oy daha farklı çıksaydı, AKP tarihe karışabilirdi. Parti, bu dar kaçıştan dersini aldı ve güçlenerek çıktı. Bugün, 23 yıldır iktidarda olan AKP, "kapatılma mağduru" narratifiyle milyonlarca seçmeni peşinden sürüklemeye devam ediyor.

Bu kurtuluşun arkasında yatan en büyük hamle, 2010 referandumuyla gelen Anayasa değişikliğiydi. Orijinal Anayasa Madde 69, partilerin kapatılmasını bireysel üyelerin suçlarından dolayı mümkün kılıyordu. Örneğin, bir üye terör suçu işlerse veya yolsuzluk yaparsa, tüm parti kapatılabiliyordu. Bu madde, AKP'nin davasında tam da bu şekilde uygulanmıştı. Ancak, referandumla değiştirilen madde, sistemi kökten dönüştürdü. Artık bireysel suçlar, sadece o kişiyi etkiliyor: Suçlu üye siyasetten men ediliyor, hapis cezası alıyorsa cezaevine gidiyor, ama parti dokunulmaz kalıyor. Bayraktaroğlu, bunu şöyle özetliyor: Eğer bazı üyeler kapatma gerektiren eylemler yaparsa, kişiyi yasakla, partiyi değil. Bu değişiklik, sadece AKP'yi değil, CHP gibi diğer partileri de koruma altına aldı. Artık bir partinin "terör bağlantısı" veya "para çalma" gibi suçlamalarla toplu cezalandırılması imkansız. Kapatma için gereken koşullar o kadar katı ki –Anayasa Mahkemesi'nde 11'e 11 oy ve TBMM'de üçte iki çoğunluk– olasılık sıfıra yakın. Bugün koşullarda mümkün değil, diyor Bayraktaroğlu, CHP'nin son dönemde yaşadığı baskılara atıfla. Bu, Erdoğan'ın siyasi zekasının bir ürünü: Mevcut sistemi değiştirerek, hem kendi partisini hem de rakiplerini bağlayan bir zincir oluşturdu.

Günümüze dönersek, bu tarihsel arka plan, CHP lideri Özgür Özel'in son açıklamalarıyla yeniden alevlendi. Özel, Erdoğan'a uzattığı diyalog eliyle dikkat çekiyor. Son konuşmasında, Gel, kapıyı sonuna kadar açıyorum, diyerek barışçıl bir yaklaşım sergiledi. Ancak, bu çağrı sadece yüzeysel değil; derin bir strateji içeriyor. Özel, Ekrem İmamoğlu'nun ailesine yaşatılan acılar için özür dilemeyi şart koşuyor: Öncelikle gelin, Ekrem İmamoğlu'nun ailesinden özür dileyin. Bu talep, Erdoğan'ı köşeye sıkıştırıyor, zira cumhurbaşkanı bin yıllık hapis riskini göze alacak kadar inatçı. Bayraktaroğlu, Özel'i takdir ederken bir uyarıda bulunuyor: Özgür Özel kapıları açıyor, ama intikam hırsıyla siyaset yapmamalı. Siyasi liderlerin bürokratlarla kavgası, demokrasiye zarar veriyor; bunun yerine, yargı bağımsızlığını vurgulayan bir yaklaşım öneriyor. Tutuksuz yargıla herkesi, diyor Özel'in çağrısına paralel olarak. Erdoğan da buna yanıt verebilir: Bana bunu söyleme hakkın yok, karar yargıya ait. Bu diyalog, AKP-CHP gerilimini yumuşatabilir, ama Özel'in tonunu yumuşatması şart. Bayraktaroğlu, Köşeye sıkıştırma, kedi bile yüzünü yırtar, diye uyarıyor, insani bir perspektiften.

Erdoğan'ın liderlik tarzı, bu siyasi satranç tahtasının en ilgi çekici parçası. Bayraktaroğlu'na göre, Erdoğan geleneksel bir "devlet adamı" değil; kariyer eğitimi yok, ama oratoryo yeteneğiyle zirveye çıktı. Mağduriyet edebiyatıyla 23 yıl iktidarda kaldı, diyor yorumcu. Erken dönemlerinde, "Milli Görüş" gömleğini çıkarıp kenara koyarak birleştirici oldu: Bu Milli Görüş gömleğini çıkardım, bir kenara koydum. Bu hamle, partiyi geniş kitlelere açtı. Özellikle ekonomi alanında, Erdoğan'ın delege etme becerisi parladı. 32-33 yaşında uluslararası deneyimli Ali Babacan'ı ekonomi başına getirdi ve ona tam yetki verdi. Babacan, IMF fonlarını sorunsuz kullandı, enflasyonu 1973'ten beri görülmemiş seviyelere –yüzde 6-7 gibi tek haneye– indirdi. 1972 petrol krizlerinden sonra ilk kez böyle bir başarı yaşandı. Türkiye o ekonomik başarıyı Erdoğan'a değil, Erdoğan'ın liderliğine borçlu, vurgusu yapıyor Bayraktaroğlu. Kemal Unak gibi uzmanları dahil etti, disiplinli uygulattı: Faizler düştü, enflasyon kontrol altına alındı, piyasalar canlandı, yabancı sermaye aktı. Döviz kulaklarımızdan akıyor, diye betimliyor o dönemi. Muhalefet bile Babacan'ı övdü, devalüasyon korkusu silindi.

Bu ekonomik mucize, Erdoğan'ın zayıf yönlerini örttü. Ekonomi bilgisi sınırlıydı, ama Uzmanlara bırakmak felsefesiyle başardı. Yabancı referanslar Babacan için yağmur gibi yağdı; o, IMF'yi yönetti, enflasyonu dizginledi. Sonuç? Tek haneli enflasyon, istikrarlı para birimi, patlayan yatırımlar. Bayraktaroğlu, Özel'e tavsiyede bulunuyor: Erdoğan'ın bu olumlu yanlarını anlatmaktan çekinme, hatalarını da göster. Aksi takdirde, Erdoğan'ın milyonlarca hayranını kazanamazsın. Ben Erdoğan'a en öfkeli olanlardan biriyim, ama gerçeği söylüyorum, diyor samimiyetle. Siyasi mücadelede doğruluk, vazgeçilmez.

Ankara’da Siyasi Deprem: İmralı Krizi ve Kulisleri Sarsan Bilal Erdoğan İddiası
Ankara’da Siyasi Deprem: İmralı Krizi ve Kulisleri Sarsan Bilal Erdoğan İddiası
İçeriği Görüntüle

Peki, CHP'nin geleceği ne? Bayraktaroğlu, 11 Kasım gecesi gibi kapatılma korkularını yalanlıyor: Endişelenmeyin, kapatma diye bağıranlar boşuna. Yeni Madde 69, partileri koruyor; bireysel hesaplar bireysel kalıyor. Özel'in heyecanı anlaşılır –özgürce yaşamıyor, öfke patlamaları yaşıyor– ama Sakin ol, uyarısı geliyor. Ben Özgür Özel'den daha deneyimliyim; o yaşadıklarımı yaşadım, ama ben onun yaşadıklarını yaşamadım. Bu tecrübe, Özel'e yol gösteriyor: İntikam değil, adalet; köşeye sıkıştırma değil, diyalog. Süleyman Demirel'in sözüyle: Lider, 'Beni takip edin' der; 'Ben önünüzdeyim, arkamdasınız' diyorsa lider değildir. Erdoğan erken dönemde buydu; şimdi, Özel benzer bir yol çiziyor.

Türkiye'nin siyasi manzarası, bu tartışmalarla şekilleniyor. AKP kapatılma davası, sadece bir davadan ibaret değil; demokrasinin evrimi. Anayasa Madde 69'un değişimi, partileri korurken yargıyı bireyselleştirdi. Erdoğan'ın stratejik liderliği, ekonomik zaferlerle taçlandı; Özel'in diyalog çağrısı, yeni bir sayfa açabilir. Bürokratlarla liderlerin kavgası, ne kadar doğru? Bayraktaroğlu'nun sorusu havada asılı: Siyasi liderlerin bürokratlarla kavgası ne kadar doğru? Cevap, dengeli bir muhalefette yatıyor. Erdoğan'ın mağduriyetten güç toplaması, Özel'in heyecanlı adımları –hepsi, Türkiye'nin kaderini belirliyor. Bu detaylar, siyasi entrikaların perde arkasını aydınlatıyor; okuyucuyu düşünmeye sevk ediyor. Gelecek seçimlerde, bu diyaloglar mı yoksa çatışmalar mı galip gelecek? Zaman gösterecek, ama bir şey kesin: Tarih, stratejik hamleleri unutmaz.