Türkiye'nin dört bir yanındaki apartmanlar ve siteler, yıllardır sadece evlerin değil, hayallerin de çatısı altında barındırıyor; her sabah kalktığımızda, bu çatılar altında esen huzur rüzgarları, bazen beklenmedik fırtınalarla savruluyor. Özellikle büyük şehirlerde, beton yığınlarının arasında sıkışmış milyonlarca aile, günlük yaşamın ritmini koruma mücadelesi verirken, bir de aidat faturalarının gölgesi düşüyor üzerlerine. Bu faturalar, sadece bir rakam değil; bazen bir ailenin bütçesini delik deşik eden, komşuluk ilişkilerini zedeleyen bir yük haline geliyor. Peki, neden bu kadar basit bir bakım masrafı, bu denli karmaşık bir soruna dönüşüyor ve yetkililer bu çığlıklara neden kulak tıkıyor? Aidat meselesi, sadece para değil; adalet ve şeffaflık arayışının da bir yansıması olarak, hepimizi düşündürüyor.
Asıl sorun, aidat zamlarının kontrolden çıkmasıyla başlıyor; son yıllarda, enflasyonun da ötesinde uçuşa geçen bu rakamlar, ev sahiplerini ve kiracıları adeta bir çıkmaza sürüklüyor. Ülkenin her köşesinde, özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir gibi metropollerde, site yönetimleri tarafından belirlenen aidatlar, 20-30 bin lirayı aşan seviyelere ulaşmış durumda. Bu artışlar, sadece bakım ve güvenlik masraflarını değil, bazen yönetimlerin keyfi harcamalarını da kapsıyor; havuz temizliğinden asansör bakımıya, otopark aydınlatmasından yeşil alan sulamasına kadar her kalem, katlanarak büyüyor. Bir ev sahibi, "Kendi evimde kiracı gibi hissediyorum" derken, kiracılar ise "Çift kira ödüyoruz" diye isyan ediyor. Bu durum, komşu kavgalarını, genel kurul gerginliklerini ve hatta mahkeme kapılarını aşındırıyor; zira aidat ödememek, bazen evden çıkma tehdidiyle sonuçlanıyor. Yazar Rahmi Turan, bu tabloyu "rant kapısı" olarak nitelendirerek, site yönetimlerinin yüzde 90'ının bu fırsattan nemalandığını vurguluyor; vatandaşlar, kendi mülklerinde "yolov" konumuna düşmüş gibi.
Aidatların bu çılgın gidişi, denetimsizliğin ve yasal boşlukların doğrudan bir ürünü; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, yıllardır "Site ve Apartman Yönetimleri Yasası" ile güçlü bir denetim sistemi kurma vaadinde bulunuyor. Bu yasa, aidat zamlarını sınırlayacak, yönetimlerin hesaplarını şeffaf hale getirecek ve usulsüzlükleri cezalandıracaktı; ancak vaatler lâfta kalıyor, somut adımlar atılmıyor. Bakanlık, bu konuya gerçek anlamda eğilmek yerine, iktidara oy getirecek büyük projelere odaklanıyor; örneğin, 500 bin sosyal konut vaadiyle gündemi meşgul ederken, mevcut sorunlar görmezden geliniyor. Turan, bu ihmali sert eleştirerek, "Aidat soygununa çare bulunamıyor" diyor ve devletin acil müdahalesini talep ediyor. Yasanın gecikmesi, site yönetimlerini modern derebeylerine dönüştürüyor; bunlar, tüccarlardan ve yolculardan haraç toplayan eski feodallere benzetiliyor, şimdi ise aidatlarla rant peşinde koşuyorlar. Bu denetim eksikliği, sadece bireysel mağduriyet yaratmıyor; ülke genelinde bir adaletsizlik zinciri oluşturuyor, çünkü cezasızlık, benzer uygulamaları teşvik ediyor.
Mağduriyetlerin en çarpıcı örnekleri, büyük şehirlerdeki sitelerden geliyor; Kadıköy Fikirtepe gibi bölgelerde, kentsel dönüşüm projeleri altında yıllardır bekleyen binlerce aile, aidat yükü altında eziliyor. Bakanlık, 6 bin konutu 5 yıldır hak sahiplerine teslim edememişken, yeni vaatlerle halkı oyalıyor; Turan, "Önce mevcutları bitirin, sonra yenilerini müjdeleyin" diye haykırıyor. Benzer şekilde, Ankara'da parsel parsel satılan araziler, çarpık kentleşmeyi tetikliyor; eski Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek hakkında 97 dosya hazırlanmış, suç duyurusu yapılmış, ancak hesap sorulmamış. Bunun yerine, yeni başkan Mansur Yavaş hakkında soruşturma açılmış – suçu, öğrencilere çorba dağıtmakmış! Bu ironik durum, yolsuzlukların belgeli olduğu Sayıştay raporlarında bile cezasız kaldığını gösteriyor; toplum, huzura kavuşamıyor, çünkü "yapanın yanına kâr kalıyor". Aidat meselesi de bu zincirin bir halkası; site yönetimleri, faturaları şişirerek, havuz partilerinden bahçe partilerine, hatta gereksiz tadilatlardan danışmanlık ücretlerine kadar her kalemi şişiriyor. Bir apartman sakini, "Aidatımız kiramızdan fazla oldu, neye bu kadar para gidiyor?" diye sorarken, cevap genellikle muğlak kalıyor.
Bu sorunların kökeninde, inşaat sektöründeki genel çarpıklık yatıyor; turizm bölgelerinde, kaçak yapılar her yanı sarmış, mühürlenen inşaatlar bir yana, on binlerce kişinin gözü önünde doğayı tahrip eden dev projeler görmezden geliniyor. Yetkililer, adeta "kör" kesilmiş; mühürleme haklı bir işlem olsa da, asıl büyük usulsüzlükler cezasız kalıyor. Aidat zamları da bu kültürün bir uzantısı; yönetim kurulları, profesyonel şirketlere devredilen sitelerde, faturalar gizli kapaklı hale geliyor. Turan, bu rant ekonomisini eleştirerek, "Ülkenin ezeli derdi bu: Her şeyin çivisi çıkmış" diyor ve yasal bir fren mekanizması çağrısı yapıyor. Örneğin, aidat zamlarının enflasyonla sınırlanması, yıllık denetim zorunluluğu ve şeffaf hesap raporları gibi önlemler, acil ihtiyaç. Aksi takdirde, aidatlar kiraları geçecek, ev sahipleri mülklerini satmak zorunda kalacak ve kiracılar göç dalgasına kapılacak. Bu tablo, sadece ekonomik değil; sosyal bir yıkım getiriyor, komşuluk bağlarını koparıyor.
Aidat krizinin ekonomik boyutu da hafife alınamaz; milyonlarca hane için, bu zamlar bütçenin en büyük kalemlerinden biri haline gelmiş durumda. Bir sitede, aidatın yüzde 100 arttığı vakalar sıradanlaşmış; bu, özellikle dar gelirli aileleri vuruyor, çünkü bakım masrafları dışında, yönetimlerin lüks harcamaları –örneğin, gereksiz peyzaj projeleri veya pahalı güvenlik sistemleri– faturaya yansıyor. Turan, bu "soygunu" durdurmak için Meclis'ten acil yasa çıkmasını savunuyor; yasa, yönetimlerin seçimini demokratikleştirecek, aidat belirleme süreçlerini halk oylamasına açacak ve usulsüzlüklerde ağır cezalar getirecek. Bakanlığın Fikirtepe gibi projelerdeki gecikmeleri, bu vaadin samimiyetsizliğini kanıtlıyor; 6 bin konut bekleyen aileler, aidat yükü altında inlerken, yeni müjdeler boş geliyor. Ülke genelinde, bu sorun 10 milyondan fazla kişiyi etkiliyor; sosyal medyada #AidatSoygunu etiketiyle paylaşımlar yağıyor, mağdurlar hikayelerini anlatıyor. Bir kullanıcı, "Aidatımız 15 bin liraya çıktı, havuzumuz bile yok!" diye yakınıyor; bu sesler, devletin kapısını çalıyor.
Yasal düzenleme eksikliğinin ötesinde, kültürel bir sorun da var; site yönetimleri, genellikle gönüllülerden oluşsa da, rant kokusu alınca profesyonelleşiyor ve hesap verme zorunluluğunu unutuyor. Turan, bu yapıyı "derebeyi sistemi"ne benzeterek, tarihsel paralellik kuruyor; Osmanlı'da yol geçen hanlarından haraç alanlar gibi, şimdi kapıcılar ve yönetimler aidat topluyor. Çözüm için, bağımsız denetim komisyonları kurulması, aidatların上限lanması ve şikayet mekanizmalarının güçlendirilmesi şart. Aksi halde, kavgalar mahkemelere, mahkemeler ise yıllara yayılacak; bu döngü, toplumun enerjisini boşa harcıyor. Bakanlık, vaadini hayata geçirmezse, aidatlar "çift kira"ya dönüşecek ve emlak piyasası darbe yiyecek. Turan'ın sözleriyle, "Yalan felâkete ilk adımdır ve hayat doğrudan yanadır!" – bu alıntı, vaatlerin boşluğunu özetliyor.
Sonuç olarak, aidat zamlarının bu fahiş hali, Türkiye'de denetimsizliğin ve cezasızlığın bir aynası; site yönetimlerinin rant kapısı haline getirdiği bu sistem, milyonları mağdur ederken, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın yasası hâlâ bekliyor. Rahmi Turan'ın 3 Aralık 2025'teki çağrısı, acil bir uyarı: Dur denilmezse, evler yük altında ezilecek, komşuluklar dağılacak. Bu sorun, sadece para meselesi değil; adil bir toplumun temel taşı. Umarız, bu çığlıklar duyulur ve yasa, laftan eyleme geçer – zira huzur, şeffaf hesaplarla başlar.