Siyasi tartışmaların en ilginç yanı, bazen kişisel hikayelerin büyük resimle kesişmesi olur. Bu kesişimler, geçmişten gelen anılarla güncel olayları birleştirerek, toplumun değer yargılarını sorgulatır. Özellikle ahlak, din ve özgürlük kavramları etrafında dönen polemikler, farklı mahallelerin bakış açılarını ortaya çıkarırken, beklenmedik çelişkiler de su yüzüne çıkar.
Kars ve Erzurum arasında anlatılan eski bir fıkra, bu tür çelişkileri mükemmel özetler. Ramazan ayında oruç tutmayan bir Karslı öğrenci, Erzurumlu gençler tarafından dövülür. Ancak arkasından baktığında, aynı gençlerin kendilerinin de oruç tutmadığını görür. Soruya aldıkları yanıt ise unutulmazdır: "Biz tutmirik, tuttiririk..." Yani, kendileri yapmasa da başkalarına yaptırma zorunluluğu hissederler. Bu fıkra, yıllarca yatılı okullarda, sohbetlerde güldüren ama düşündüren bir örnek olarak kalmış.
O dönemlerde, özellikle 12 Eylül sonrası sürgün öğretmenlerin etkisiyle, okullarda özgür bir ortam oluşmuştu. İsteyen oruç tutar, isteyen tutmaz; teravih için camiye gidenler olur, çarşıya çıkanlar olur. Kimse kimseye karışmaz, Ramazan ayı herkes için keyifli geçerdi. Bu hoşgörü, gençlerin birbirini anlamasını sağlar ve tartışma çıkmazdı.
Ancak aynı hoşgörüyü her yerde bulmak mümkün değildi. Erzurum'da bir imam hatip yurdunda kalan bir öğrenci, Ramazan gecelerinin zorluğunu yaşayarak öğrenmişti. Teravih sonrası sahur, sahur sonrası sabah namazı için sopayla uyandırma... Oruç tutmayan veya namaz kılmayanlara tolerans yoktu. "Karslılara namaz farz değil mi?" diye çıkışmalar, erken uyumayı bile engellerdi. Bu baskı, ertesi gün sınavda uyuyakalmaya kadar varırdı.
Bu kişisel deneyimler, güncel bir polemiğe ışık tutar. Mehmet Akif Ersoy gibi bir isim etrafında dönen tartışmalar, benzer çelişkileri hatırlatır. AK Parti'nin ideal dindar nesil prototipine uyan, babası aktivist, kendisi mütedeyyin, entelektüel ve başarılı bir profil... TRT gibi kurumlarda görev yapmış, ahlakı ön plana çıkaran biri. Ancak şimdi kendi mahallesinden ağır eleştirilere maruz kalıyor.
Bu eleştiriler, erotik içeriklere veya dans gösterilerine öfke duyan yeni nesil bürokratları, yargı mensuplarını anımsatır. Sosyal medyada başkalarına ahlak dersi verenler, kendi içlerinden birine yüklenince tuhaf bir durum ortaya çıkar. Sanki "Dediğimizi yapın, yaptığımızı yapmayın" mesajı veriliyor.
Mehmet Akif Ersoy'un yaşam alanı, eleştirenlerin aynı mahallesiyle örtüşür. Ona vururken, farkına varmadan kendi değerlerini de zedeliyorlar. Bu durum, karşı mahallede şaşkınlık yaratır; tıpkı marjinal olduklarını düşünenlerin aslında daha muhafazakar çıktığını fark etmesi gibi.
Bu yaklaşım, bir tür "yapmıyoruz ama yaptırıyoruz" siyaseti olarak tanımlanabilir. Başkalarına dayatılan kurallar, kendi içinde esnetildiğinde çifte standart ortaya çıkar. Ahlak ve din konusunda verilen ayarlar, böylece boşa düşer.
Fıkradaki gibi, oruç tutturma tutkusu baskıya dönüşürse, hoşgörü kaybolur. Yatılı yurt anıları, bu baskının günlük hayata nasıl yansıdığını gösterir: Sahurda zorla kaldırma, namaz için sopayla uyandırma...
Güncel tartışmalarda da benzer bir mahalle içi hesaplaşma var. Parlatılan dindar gençler, şimdi eleştiri oklarının hedefi olunca, iktidar çevresindeki dinamikler sorgulanır.
Bu çelişkiler, toplumsal değerlerin samimiyetini test eder. Ahlak dersleri başkalarına verilirken, kendi içindeki uygulamalar farklıysa, güven erozyonu başlar.
Kişisel hikayeler, bu sorgulamayı daha somut kılar. Erzurum burma kadayıfıyla tanışma bile, o baskılı ortamın bir parçası olur.
Mehmet Akif Ersoy polemiği, sadece bireysel değil, mahalle kültürünün yansıması. Kendi prototiplerine yüklenmek, idealleri zayıflatır.
"Yapmıyoruz, yaptırıyoruz" mantığı, siyasetin ironik yüzünü ortaya koyar. Başkalarına farz görülenler, kendilerine uygulanmayınca eleştiriler havada kalır.
Bu tür tartışmalar, dinî özgürlüklerden çifte standartlara uzanan geniş bir yelpazede düşünmeye sevk eder. Hoşgörünün olduğu ortamlar mı, baskının hakim olduğu yerler mi daha samimi?
Anılar ve güncel olaylar birleşince, ahlakın evrenselliği sorgulanır. Kimse kimseye karışmadığı dönemler, en huzurlu olanlardır.
Bu analiz, fıkralardan yurt hatıralarına, oruç baskısından güncel polemiklere kadar uzanır. Çifte standartların siyaset üzerindeki etkisi, derin bir muhasebe gerektirir.
Toplumun farklı mahalleleri arasında anlayış köprüleri kurulmadıkça, bu tür ironiler devam eder. "Tutmirik, tuttiririk" fıkrası, yıllarca geçerliliğini korur.
Mehmet Akif Ersoy gibi isimler üzerinden dönen tartışmalar, aslında daha büyük bir resmin parçası. İdeal nesil yetiştirme çabaları, iç çelişkilerle karşılaşınca zayıflar.
Bu detaylı bakış, "yapmıyoruz, yaptırıyoruz" siyasetinin örneklerini aydınlatarak, okuyucuya yeni perspektifler sunar. Ahlak ve özgürlük dengesi, herkesin ortak sorumluluğudur. Bu sorgulamalar, toplumsal barış için vazgeçilmezdir.