Ekonomi-Piyasalar

2026'da Türkiye Ekonomisi: Enflasyon Düşüşü Mü, Seçim Baskısı Mı?

2026 Türkiye ekonomisi senaryoları şok edici: Enflasyon %24'e gerileyecek mi, yoksa seçim ateşiyle mi yükselecek? Prof. Dr. Kamil Yılmaz'dan büyüme patlaması, Çin tehdidi ve yapısal reform kaosu... Bu rapor, dolar kuru, faiz indirimleri ve bütçe açıklarının gizli sırlarını açığa vuruyor – hemen okuyun, geleceğinizi kurtarın!

Türkiye ekonomisi, 2025'in son çeyreğinde kritik bir dönemeçten geçerken, uzmanlar 2026'yı hem umut hem de belirsizlik dolu bir yıl olarak nitelendiriyor. Akademisyen Prof. Dr. Kamil Yılmaz'ın son değerlendirmelerine göre, önümüzdeki yıl enflasyonla mücadele ile yaklaşan seçimlerin yarattığı baskılar arasında sıkışıp kalacak. Büyüme oranlarının %4'ü aşması beklenirken, yapısal sorunlar ve küresel tehditler, ekonomik istikrarı tehdit ediyor. Bu analiz, Türkiye'nin ekonomik rotasını belirleyecek faktörleri derinlemesine inceliyor: Enflasyon hedefleri, mali disiplin eksikliği, inşaat sektörünün itici gücü ve dış rekabet baskıları. Peki, bu senaryolar gerçekten sürdürülebilir mi? Detaylara inelim.

2025 yılını geride bırakırken, Türkiye ekonomisinin performansını değerlendirmek, geleceğe dair ipuçlarını ortaya koyuyor. Yılın genelinde büyüme oranı %3,5 ila %3,7 bandında gerçekleşirken, enflasyonun zirve yaptığı 70-80'lik seviyelerden uzaklaşma çabaları kısmi başarı gösterdi. Ancak, bu düşüşün arkasında yatan dinamikler karmaşık: Merkez Bankası'nın sıkı para politikası, negatif çıktı açığı beklentilerine rağmen potansiyel büyüme seviyesine yakın bir seyir izlendi. Uzmanlara göre, enflasyonun yıl sonunda %3 civarına gerilemesi, beklenmedik bir direnç gösteriyor. Bu durum, ekonomik aktörler için hem fırsat hem de tuzak barındırıyor. Sanayi sektörü, özellikle tekstil ve deri gibi emek yoğun alanlarda rekabet gücünü kaybederken, savunma sanayii gibi yüksek teknolojili branşlar büyüme ivmesini koruyor. Yine de, hanehalkı bütçelerinde hissedilen sıkışma, günlük hayatı doğrudan etkiliyor: Artan maliyetler karşısında eriyen satın alma gücü, milyonlarca vatandaşı zorluyor.

2026'ya geçiş, tam anlamıyla bir köprü yılı olarak tanımlanıyor. Prof. Dr. Kamil Yılmaz, bu yılı "enflasyonla mücadele ile seçim hazırlıklarının iç içe geçtiği bir dönem" olarak betimliyor. İlk üç çeyrekte enflasyon kontrolü ön planda kalırken, son aylarda mali politikalar seçim odaklı bir dönüşüme uğrayacak. Bu, bütçe açıklarının artması ve harcama kalemlerinin genişlemesi anlamına geliyor. Örneğin, deprem sonrası konut inşaatlarının tamamlanmasıyla hız kazanan sosyal konut projeleri, inşaat sektörünü %10'un üzerinde büyüme temposunda tutacak. Bu sektör, ekonominin lokomotifi haline gelirken, genel büyüme beklentisi %4'ü aşacak – hatta 2027'de daha da hızlanabilir. Ancak, bu iyimser tabloyu gölgeleyen unsur enflasyon: Tek haneli rakamlara ulaşmak artık imkansız görünüyor. 2021 sonundaki %19-20 seviyelerine inmek bile büyük başarı sayılacak, zira yıl sonu tahmini %24 civarında. Neden mi? Çünkü başkanlık sistemi altında seçim atmosferi, enflasyon mücadelesini arka plana itiyor. Politikacılar, resesyon riskini göze alamıyor; dolayısıyla, büyüme uğruna enflasyon toleransı yükseliyor.

Peki, bu büyüme gerçekten sağlıklı mı? Tarihsel bir bakış, cevabı netleştiriyor. 2000-2003 arası kriz dönemi, ekonominin %2-4'lük küçülme yaşadığı ama enflasyonu tek haneye indirdiği bir örnek. O dönemde sağlanan istikrar, uzun vadeli yatırımları tetikledi ve sürdürülebilir büyüme sağladı. Bugün ise durum tam tersi: Enflasyon %20 bandında kalırken, büyüme potansiyel seviyesinde seyrediyor ama yapısal sorunlar derinleşiyor. Maliye Bakanı ve Yardımcısı'nın "sıkı maliye politikası" iddialarına rağmen, deprem harcamaları bahane edilerek bütçe fazlası hedefinden uzaklaşıldı. Bütçe açığı devam ederken, Merkez Bankası'nın para politikası tek başına yetersiz kalıyor. Sonuç? Sanayiciler, dış pazarlarda fiyat rekabeti yapamıyor; emek yoğun sektörlerde iş kayıpları artıyor ve üretim Türkiye dışına kayıyor. Bu, uzun vadede istihdamı ve döviz girdilerini tehdit ediyor. Üstelik, enflasyonun yüksek kalması, uzun vadeli planlamayı imkansız kılıyor: Yatırımcılar belirsizlikten kaçınıyor, hanehalkı tasarruf edemiyor.

Küresel dinamikler, bu iç sorunları daha da karmaşıklaştırıyor. Çin ekonomisinin yükselen tehdidi, Türkiye'nin ihracatını doğrudan vuruyor. Ucuz üretim maliyetleriyle rekabet eden Çin, tekstil, giyim ve deri sektörlerini ezip geçiyor. Prof. Dr. Kamil Yılmaz, "90'lı yıllara döndük, patinaj yapıyoruz" diyerek bu gerilemeyi vurguluyor. O yıllarda olduğu gibi, bugün de dış şoklar iç kırılganlıkları tetikliyor: Petrol fiyatları, Fed'in faiz kararları ve küresel tedarik zinciri aksamaları, dolar kuru dalgalanmalarını körüklüyor. Türkiye, bu ortamda savunma ve yüksek teknolojili sanayi gibi niş alanlarda büyüme yakalasa da, genel tablo endişe verici. Çin'in hakimiyeti, pazar payı kayıplarına yol açarken, enflasyonla boğuşan ekonomi rekabet gücünü yitiriyor. Uzmanlar, bu tehdidin 2026'da zirve yapacağını öngörüyor: Eğer yapısal reformlar devreye girmezse, işsizlik oranları yükselecek ve cari açık genişleyecek.

Yapısal reformlar konusu, Türkiye ekonomisinin Achilles topuğu. Son yıllarda atılan adımlar, geçmişteki kazanımları baltaladı: Bağımsız kurumların özerkliği zedelendi, mali disiplin gevşedi ve uzun vadeli büyüme stratejileri rafa kalktı. Prof. Dr. Kamil Yılmaz, mevcut hükümetten reform beklentisi olmadığını netleştiriyor: "Son yıllarda tanık olduğumuz kararlar, geçmişteki tüm yapısal reformları tersine çevirdi ve baltaladı." Bu, ekonomiyi kısa vadeli popülizme mahkum ediyor. Gerçek çözüm, enflasyonu kontrol altına aldıktan sonra devreye girecek: Endüstriyel rekabeti artırmak için Ar-Ge yatırımları, eğitim reformları ve yeşil dönüşüm teşvikleri şart. Aksi takdirde, büyüme sadece istatistiklerde kalacak; hanehalkı refahı artmayacak. Seçim dönemi, bu reformları daha da ertelerken, 2026 sonunda enflasyonun %24'e yaklaşması, yeni bir kısır döngüyü tetikleyebilir.

Peki, vatandaşlar için ne anlama geliyor bu senaryo? Günlük hayatta, enflasyonun %20'lerde kalması, maaş erimesini hızlandırıyor. Gıda, konut ve enerji fiyatlarındaki artışlar, orta sınıfı daraltıyor. Sanayiciler, "Rekabetçi fiyatlar koyamıyoruz, pazar payı kaybediyoruz" diye haykırıyor. Emek yoğun sektörlerdeki iş kayıpları, göç dalgalarını tetikleyebilir. Öte yandan, inşaat patlaması gibi pozitifler var: Sosyal konut projeleri istihdamı canlandırıyor, deprem sonrası toparlanmayı hızlandırıyor. Ancak, bu büyüme sürdürülebilir değil; küresel Çin tehdidi, ithalatı şişirirken ihracatı baltalıyor. Fed'in faiz indirimleri umut verse de, TCMB'nin bağımsızlığı sorgulanıyor. Uzmanlar, "Enflasyonu tek haneye indirmek ilk tercih olmalı" diyor, zira düşük enflasyon uzun vadeli istikrarın anahtarı.

Sonuç olarak, 2026 Türkiye ekonomisi için bir yol ayrımı: Enflasyon düşüşüyle büyüme mi, yoksa seçim baskısıyla yeni bir enflasyon dalgası mı? Prof. Dr. Kamil Yılmaz'ın öngörüleri, %4'lük büyüme ve %24 enflasyonla dengeli ama kırılgan bir tablo çiziyor. Çin'in yükselen gölgesi altında, yapısal reformlar ertelenirse, 90'ların patinajı devam edecek. Vatandaşlar, bu belirsizlikte tasarruf ve yatırım stratejilerini gözden geçirmeli. Ekonomik toparlanma, sadece rakamlarla değil, politik iradeyle mümkün. Gelecek yıl, Türkiye'nin dayanıklılığını test edecek – ve kazanan, disiplinli adımlar atan taraf olacak. Bu senaryoları takip etmek, bireysel finansal geleceğinizi şekillendirecek; zira ekonomi, hepimizin hikayesi.