Türkiye'nin yakın tarihine damga vuran 17/25 Aralık 2013 operasyonları hâlâ bir sır olarak zihinlerde tazeliğini korurken, son dönemde ortaya çıkan yüksek profilli uyuşturucu ve kara para aklama skandalları ülkeyi sarsmaya devam ediyor. Medyanın kullanıldığı, rüşvet ve yolsuzluğun her türlü karmaşık yöntemle uygulandığı bu büyük operasyonların yankıları günümüzde de güçlü isimleri hedef alıyor. Çok önemli bazı isimlerin dahil olacağı söylenen bu yeni süreçte, tahminlerin ötesinde şok edici detaylar günyüzüne çıkıyor. Yandaş yalak yazarların bile adeta yarış halinde olduğu bu olaylar zinciri, siyasetin ve iş dünyasının derinliklerindeki kirli çamaşırları ortaya sermek üzere.
Son günlerde kamuoyunu meşgul eden ve büyük bir ailenin büyük evladının baş harfleri olduğu düşünülen bir ismin de hedefte olabileceği dedikoduları ortalığı karıştırıyor. Bu karmaşık operasyonlarda, topluma rol model olan kişilerin suçsuz olmaları umulsa da, maalesef gerçekler farklı yönde ilerliyor. Uyuşturucu kullanan bu kızların rezil iğrenç ilişkiler içinde olduğu ileri sürülürken, birtakım kişilerin imtiyazlı muamele gördüğü anlaşılıyor. Haklarındaki iddialar daha az olmasına rağmen bazı şahıslardan kan ve saç örneği alınırken, gözaltına bile alınmayan bir ismin bu testten muaf tutulması, meselenin izaha muhtaç yönünü gösteriyor. Cumhurbaşkanının "ucu kime dokunursa dokunsun gidilmesi" yönündeki talimatına rağmen bu muafiyetin neden uygulandığı sorgulanıyor. Uyuşturucu kalıntısının vücuttan atılması sonrası yapılacak testin anlamsız kalacağı endişesiyle, adı kamuoyuna mal olacak bu şahsın gönüllü olarak teste katılması tavsiye ediliyor. Spekülasyon piyasasında dolaşan ve tatsız olaylarla sıkça anılan, bir dönemin AKP genel başkanı ve başbakanı olan Binali Yıldırım'ın oğlu Erkan Yıldırım’ın adının bu olaylarda öne çıktığı duyuluyor. Hollanda'da çok büyük şirketleri olduğu söylenen ve ülkenin en zengin Türk'ü olarak bilinen Binali Yıldırım'a duyulan öfke nedeniyle, oğluna da yakında bir operasyon yapılabileceği iddia ediliyor.
Bu yeni skandallar, akıllara hemen 2013 yılının 17/25 Aralık sabahını getiriyor; o dönem İçişleri, Ekonomi ve Çevre Bakanlarının oğulları ile Halkbank Genel Müdürü, büyük iş insanları ve Fatih Belediye Başkanının da aralarında bulunduğu 80 kişi gözaltına alınmıştı. Suçlamalar arasında kara para aklama, rüşvet, yolsuzluk ve görevi kötüye kullanma gibi o güne dek görülmemiş olaylar vardı. İktidar bu olayı unutturmaya çalışsa da, aslında 17/25 Aralık, cemaatin hükümeti devirme operasyonuydu ve bu yapı o zamanlar Fethullah Gülen ve arkadaşları olarak biliniyor ve iktidar tarafından destekleniyordu. Operasyonun içeriği ise dehşet vericiydi; devasa bir rüşvet olayı söz konusuydu, zira 8 milyar dolarlık muazzam bir sır hala çözülmeyi bekliyor. Olay, nükleer çalışmalar nedeniyle ABD ambargosu altındaki İran ile ilgiliydi ve Türkiye'nin İran'dan petrol ve doğalgaz almak zorunda olması nedeniyle para transferleri yapılamıyordu. Bu durumu aşmak için hayırsever diye anılan Rıza Zarrap devreye girmiş ve Dubai üzerinden çetrefilli altın operasyonlarıyla ödemeler gerçekleştirilmişti. İddialara göre, İran'ın ambargo nedeniyle yapılan ödemelerde %8 iskonto yapması sonucu yaklaşık 8 milyar dolarlık bir indirim kazanılmış, ancak bu paranın tamamı ödenmiş gibi gösterilip, indirimden elde edilen para (yaklaşık 8-9 milyar dolar) kaybolmuştu.
Güçlü Başbakan Erdoğan'ın o dönem çok şiddetli bir reaksiyon gösterdiği, özellikle oğlu Bilal Erdoğan'ın gözaltına alınmaya kalkılması üzerine, soruşturmayı yöneten savcıları ve emniyet görevlilerini anında görevden aldığı biliniyor. Bu durumu koordine eden savcı Zekeriya Öz ve Cihan Kansız ise bir gece karanlığında Gürcistan'a kaçarak yurt dışına gitmişlerdi. Suçlamalarda adı geçen bakanlar görevden uzaklaştırılmış, hatta bazıları Mecliste oylanarak aklandığı halde Erdoğan tarafından siyasetten tasfiye edilmişti. Örneğin, Erdoğan Bayraktar, olayların heyecanıyla, kendisine yöneltilen arsa spekülasyonlarıyla ilgili suçlamaların talimatlarını Sayın Başbakandan aldıklarını söylemiş, ancak bu açıklama sonrası yayını anında kesilmişti.
Son günlerde yaşanan bir diğer kritik olay ise, Türk hava sahasında bir SiHA'nın F16 tarafından düşürülme hadisesi oldu. Milli Savunma Bakanlığı'nın olayı açıklamasına rağmen nerede ve niye olduğu belli olmayan bu SiHA'nın, Çankırı üzerinde vurulmuş olduğu dedikoduları yayıldı. Açıklamada SiHA'nın meskun mahal dışında vurulduğu belirtilmişti, ki bu da olayın deniz tarafında değil, kara üzerinde gerçekleştiğini gösteriyor. Hatta Ankara Esenboğa Havalimanı'nın eş zamanlı olarak uçuşlara kapatılması, yaşanan paniğin boyutunu ortaya koydu. Milli Savunma Bakanlığı açıklamasında NATO vurgusunun yapılması, Rusya ile aramızda bir sıkıntı olabileceği ve bu kararın birlikte alınmış olabileceği spekülasyonlarını doğurdu. Bilgi yetersizliği bu tür dedikodulara zemin hazırlarken, bu yüksek teknoloji taşıyan insansız hava aracının neden bu kadar içeriye girdiği ve düşürülme anına dair net bir açıklama yapılmaması kamuoyunu huzursuz ediyor.
Güncel siyasi tartışmalar da sarsıcı gerçekleri ortaya çıkardı; özellikle CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökhan Günaydın'ın Meclis bütçe görüşmelerinde liyakata uyulmadığını, sınavsız ve mülakatsız atamaların yapıldığını örneklerle anlatarak "Utanmıyor musunuz?" demesi, AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin'in ise "Utanmıyoruz, gurur duyuyoruz" yanıtıyla karşılık vermesi büyük tepki çekti. Erdoğan'ın ise CHP'yi çirkin ifadeler kullanmakla ve edep sınırlarını aşmakla suçlayarak siyasetin üslup ve adap gerektirdiğini söylemesi dikkat çekti.
Tüm bu büyük olayların yanı sıra, İstanbul'da yaşanan ilginç bir hukuk skandalı ise sistemdeki çarpıklığı gözler önüne seriyor: 55 yıllık avukat Tayfun Akçay, evinin önüne park ettiği için sürekli trafik cezası yiyor. Sokağın geçişe mani olmamasına rağmen, buradaki trafik polisleri her gün ceza kesmeye devam ediyor. Akçay, bugüne kadar tam 30 dava açmış ve 45 cezayı sildirerek tüm davaları kazanmış durumda, hatta Yargıtay'ın burada park etmenin yasalara aykırı olmadığına dair üç kararı bile bulunuyor. İstanbul Emniyet Müdürü ve savcılar durumu bilmelerine rağmen, polisler "ceza kesmeyin" talimatlarını umursamıyor. Akçay, aracının üzerine, "Şu karar gereği bu sokakta ceza kesmek yasalara aykırıdır" yazan kocaman bir tabela koymasına rağmen ceza kesilmeye devam ediliyor. Bu olaylar zinciri, yüksek siyasi gerilimlerden günlük hayattaki hukuksuzluklara kadar uzanan karmaşık bir tablo çiziyor.
Tüm bu gelişmeler, büyük bir fırtınanın yaklaştığını gösteriyor; tıpkı bir sis perdesi gibi, gerçekler yavaş yavaş aralanıyor ve herkesin sabırsızlıkla beklediği o kritik isimlerin açıklanması an meselesi olabilir.