Sözcü TV'nin tartışmalı günleri, "Kırmızı Beyaz" programında tüm çıplaklığıyla masaya yatırıldı ve ünlü köşe yazarı Yılmaz Özdil ile kanalın Genel Yayın Yönetmeni İpek Özbey, izleyicilere unutulmaz bir tartışma sundu. Program, Türkiye'nin en çok konuşulan yayınlarından biri olarak, medyanın "normalleşme" ihtiyacını, kurumsal atamaların kaosunu ve bağımsız gazeteciliğe yönelik sistematik saldırıları ele aldı. Özdil'in ateşli üslubu ve Özbey'in dengeli analizleri, ekran başındakileri hem düşündürdü hem de öfkelendirdi. Sözcü Grubu'nun 17 yıllık yolculuğunda karşılaştığı engeller, yalan haberler ve siyasi baskılar, bu yayında bir bir gün yüzüne çıkarıldı. Peki, CEO atamaları nasıl bir yalana dönüştü ve medya neden "normalleşmeye" muhtaç? Programın her dakikasını kronolojik olarak inceleyelim, zira bu sadece bir TV tartışması değil, Türkiye medyasının vicdan muhasebesi.
Yayın, doğrudan en sıcak konuya, yani Yılmaz Özdil'in sözde "Medya Grup Başkanı" ve CEO atamasıyla başladı. Özdil, tebrik telefonları alan bir gazeteci olarak, bu iddiaların absürtlüğünü anlatarak izleyiciyi şaşırttı. Telefonlarının çalmasıyla başlayan süreci, patronu Burak Akbay ile yaptığı konuşmayla aydınlattı; ikisi de bu atamalardan habersizdi. Bu durum, medyada dolaşan dedikoduların ne kadar temelsiz olduğunu ortaya koydu ve programın tonunu belirledi. Özdil, bu yalanların arkasındaki motivasyonu sorgulayarak, kurumsal bir yapıya sahip 17 yaşındaki Sözcü Grubu'nda atamaların nasıl yapılacağını örnekledi: İç yazışmalarla, şeffaf bir şekilde. İpek Özbey'in Genel Yayın Yönetmenliği görevi gibi, her şey resmi ve duyurulmuş olmalıydı. Özdil, meydan okurcasına, "Beni kanıtlayacak bir belge gösterin, o belgeyi gösteren arkadaşımızı hemen Medya Grup Başkanı yapalım," diyerek izleyicileri güldürürken düşündürdü. Bu kısım, programın ilk 10 dakikasında, medyanın güvenilirlik krizini net bir şekilde yansıttı; yalanlar, gerçeklerden daha hızlı yayılıyordu.
Özdil, atama kaosunu bir kenara bırakıp, Sözcü TV'nin gerçek kadrosunu tek tek tanıttı ve her ismin arkasındaki başarı hikayesini paylaştı. Televizyonun Genel Müdürü Güney Öztürk'ü överek başladı; Boğaziçi Üniversitesi mezunu, Türkiye'nin en deneyimli medya yöneticilerinden biri olarak nitelendirdi. Öztürk'ün kariyeri, parmakla sayılacak kadar az olan nitelikli isimler arasında yer alıyordu. Hemen ardından İpek Özbey'e geçti; onun kariyerinin, Türkiye'de az kişiye nasip olacak bir zirve olduğunu vurguladı. Özbey, programda bu övgüleri mahcup bir gülümsemeyle karşıladı, ama Özdil durmadı: Serdar Cebe'yi, genç gazetecilerin rol modeli olarak sundu. Cebe'nin uluslararası deneyimi, Washington muhabirliği ve Burak Akbay'ın özel davetiyle gruba katılması, ana haber bültenini güçlendiren unsurlardı. Ekrem Açıkel ise, Türkiye'nin sevilen yüzlerinden biri olarak, gazetenin ilk sayfasında duyurulan bir isimdi. Özdil, bu kadronun hepsinin Sözcü'nün ilk sayfasından resmi olarak ilan edildiğini hatırlatarak, dedikoduların ne kadar boş olduğunu kanıtladı. Bu bölüm, yayın süresinin yaklaşık çeyreğini kapladı ve izleyicilere, kanalın profesyonel yapısını somutlaştırdı; her isim, birer başarı öyküsüydü.
Kendi rolünü açıklarken Özdil, mütevazı bir portre çizdi ve Sözcü TV'ye olan bağlılığını duygusal bir tonda anlattı. 2014'te, Burak Akbay'ın talimatıyla kanalı kuran isim olarak, şimdi ofissiz bir şekilde çalıştığını itiraf etti. Bodrum'da yılın 7-8 ayını geçiren bir gazeteci olarak, Sözcü Gazetesi'nde de sabit bir oda olmadığını ekledi. Yine de, kanal için çalıştığını kabul etti; özellikle genç muhabirlere not aktarmak, mentorluk yapmak onu onurlandırıyordu. "Genç bir muhabir arkadaşıma not aktarırsam onur duyarım," sözleri, programın en içten anlarından biriydi. Bu itiraf, Özdil'in hiyerarşiden uzak, sahaya odaklı gazeteciliğini yansıtıyordu; o, yönetici koltuklarından ziyade, kaleminin gücüne inanıyordu. İpek Özbey, bu noktada devreye girerek, medyanın "normalleşme" ihtiyacını vurguladı: Yeni bir dönem başlamış, her şey şirazesinden çıkmıştı. İktidar ve muhalefet medyası birbirine benzemeye başlamış, ama gerçek gazetecilik dışarıdan bakmayı gerektiriyordu. Özdil, bu analize katılarak, Sözcü'nün normalleşme yolunda attığı adımları savundu; yayın, bu tartışmayla medyanın etik sınırlarını sorguladı.
Programın ikinci yarısı, Sözcü Grubu'na yönelik sistematik saldırılara odaklandı ve Özdil'in öfkesi doruğa ulaştı. Bağımsız duruşu yüzünden hedef alınan grubu, somut örneklerle savundu: Partilerden veya kurumlardan para almayan tek medya kuruluşu olarak, sadece satış ve reklam gelirleriyle ayakta duruyordu. "Medyanın parayla satın alındığı bir dönemde yaşıyoruz, ama Sözcü bunun dışında," diyerek, rakiplerin finansman kaynaklarını ima etti. Burak Akbay'ı överek devam etti; babadan gazeteci olan, medya dışında başka iş yapmayan tek patron olarak, namuslu gazeteciliğin simgesiydi. Özdil, bu yüzden Sözcü'yü tercih ettiğini açıkladı: Bağımsızlığına tahammül edilemiyordu. Saldırıların kronolojisi, 19 Mayıs'ta başlamıştı; iflas davaları, hapis cezaları, milyonlarca liralık tazminatlar ve 8-9 yıl süren davalarla devam etmişti. "Neden Sözcü'nün tüm çalışanlarını boşaltıp, karşısına gazete kurmaya çalıştılar? Kim finanse etti?" soruları, yayın salonunu sessiz bir gerilime boğdu. Bu operasyonlar, grubu zayıflatmak içindi; Özdil, izleyicileri bu tuzağa karşı uyardı.
Sözcü TV'nin 2023'teki lansmanı, karalama kampanyalarının zirvesiydi. Özdil, kanalın yayın hayatına başlamasını engellemek için yürütülen büyük bir iftira dalgasını detaylandırdı: Bağımsız bir televizyonun ülkede varlığına izin verilmeyecekti. Bu saldırı, Erdoğan ve Kılıçdaroğlu'na atfedilen absürt iddialarla renklendi; Özdil'i birinin "adamı" ilan edenler, kendi çelişkilerini ele verdi. "Kafasına huni takmış biri diyor ki, 'Yılmaz Özdil, Kemal Kılıçdaroğlu'nun adamı.' 2013'ten beri süren operasyonları baban mı anlattı? Öbürü 'Tayyip Erdoğan'ın adamı' diyor, bu cümleye Erdoğan bile üzülür," diyerek, yalanların saçmalığını tiye aldı. Özbey, bu noktada normalleşmenin şifresini çözdü: Medya, yandaşlaşmayı reddetmeliydi. AKP politikaları medyayı bölerken, Akbay ve ekibi namuslu çizgiyi korumuştu. Bu reddediş, Sözcü'yü hedef yapmıştı; yayın, bu dinamikleri tarihsel bir bağlama oturttu ve izleyicilere medyanın siyasi baskı altındaki halini gösterdi.
Özdil, saldırıları somutlaştırarak, 2023 seçimlerindeki yalanlara değindi: Muhalif medyanın İmamoğlu ve Yavaş'ı karalaması, seçimi saraya hediye etmişti. Sözcü TV, bu yalanlara karşı gazetecilik yapacaktı; bu yüzden hedefteydi. Kahramanlarını sıraladı: Ekrem İmamoğlu, Tunç Soyer, Zeydan Karalar, Fatih Altaylı, Merdan Yanardağ. Bunlar, insani değerleri savunan isimlerdi; tweet'lerle değil, eylemle. İzmir'deki tutuklu bürokratlar ve kadınlar gibi unutulan konuları haykırdı: "Tweet atarak vardığınız yer sıfır. Gidin haber yapın! Meclis'te şak şak fotoğraf çektiren yalaka grubu, kaç paraysa mesleği bırakın." Bu patavatsız eleştiri, programın zirvesiydi; Özdil, para karşılığı susan gazetecileri topa tuttu. İpek Özbey, bu öfkeyi dengelerken, medyanın dışardan bakma zorunluluğunu tekrarladı. Yayın, bu kısımda duygusal bir çağrıya dönüştü; izleyiciler, vicdanlarını sorguladı.
Son olarak, Özdil izleyicilere net bir çağrı yaptı: Sözcü'ye sahip çıkmak, yurttaşlık göreviydi. Bir gazete alan üç alsın, TV'yi izlesin; bağımsız ses susturulmasın. Bu, programın kapanış notuydu ve sosyal medyada yankılandı. İpek Özbey'in moderatörlüğü, tartışmayı dengeli kılmıştı; normalleşme, şeffaflık ve etikle gelecekti. Yayın, 9 Aralık 2025'te saat 22:06'da yayınlandı ve 22:18'de güncellendi; Türkiye'nin medya haritasını değiştirecek bir tartışmaydı.
Bu program, Sözcü TV'nin krizini bir fırsata dönüştürdü; Özdil ve Özbey, yalanlara karşı gerçekleri koydu. Medya normalleşmesi, bağımsızlıkla mı yoksa baskıyla mı gelecek? Saldırılar, grubu yıldırmadı; aksine güçlendirdi. İzleyiciler, bu yayından sonra kanala daha çok sarıldı. Gelecek haftalarda, "Kırmızı Beyaz"ın yeni konukları neler getirecek? Özdil'in kahramanları, Türkiye'nin umudu; bu mücadele, hepimizin mücadelesi. Bağımsız gazetecilik yaşasın, yalanlar sussun – Sözcü'nün sesi, karanlıkta bir fener.