Gerçek Gündem Haberleri

Yargı Uygulamalarındaki Çifte Standart ve Yeni Yasal Düzenlemenin Belirsizliği

Kandil'de çay dağıtan PKK'lı bile örgüt üyesi sayılır mı? Saygı Öztürk'ün çarpıcı yazısı: Gar katliamından 102 can kaybına, Vanlı teröristin itirafına rağmen 302. maddeden cezasız mı kalacak? Etkin pişmanlık, vahim olaylar ve TBMM Komisyonu'nun kararlarıyla dolu kevgir yargı! PKK feshi sonrası YPG aktifken af mı gelecek, Anayasa Mahkemesi mi devreye girecek? Teröristlerin dağdan inme teşviki ve FETÖ örnekleriyle dolu bu hukuk dramı sizi de öfkelendirecek mi? Detaylar, örnekler ve yazarın sert...

Türkiye'nin terörle mücadelesi, yıllardır adalet sisteminin en karmaşık ve tartışmalı alanlarından biri olarak kalmaya devam ediyor. PKK gibi örgütlerin kanlı eylemleri, binlerce can kaybı ve toplumsal travmalarla dolu bu mücadele, yargı kararlarının çelişkileriyle daha da derinleşiyor. Her dönem, farklı hükümetler ve yargı uygulamalarıyla "terörsüzleşme" adımları atılıyor; ancak, samimi itiraflara rağmen ağır cezalar veya beklenmedik affedilmeler, kamu vicdanını yaralıyor. Gazeteci-yazar Saygı Öztürk'ün kaleminden dökülen son yazısı, tam da bu çifte standartları masaya yatırıyor: Kandil'de çay dağıtan sıradan bir örgüt mensubu, eylem yapmasa bile ceza alır mı? Yoksa yeni yasal düzenlemelerle etkin pişmanlık kapısı aralanır mı? Yazar, geçmişteki vahim olaylardan – Gar katliamı gibi 102 kişinin can verdiği katliamlardan – yola çıkarak, yargının kevgir gibi delik deşik hafızasını eleştiriyor. Bu yazı, sadece bir hukuk analizi değil; Türkiye'nin terörle hesaplaşma sürecindeki belirsizlikleri ve siyasi müdahaleleri sorgulayan bir manifesto. Gelin, Öztürk'ün yazısını temel alarak, bu konunun her katmanını, örnek olaylardan yasal tartışmalara kadar en ince detayına kadar inceleyelim; zira bu, sadece bir köşe yazısı değil, adaletin terazisini sarsan bir vicdan muhasebesi. 8 Aralık 2025'te yayınlanan bu yazı, güncel terör tartışmalarının gölgesinde adeta bir ayna tutuyor ve milyonlarca vatandaşın "Ceza alır mı?" sorusunu yankılıyor.

Öztürk, yazısına terörle ilgili yargı uygulamalarının dönemsel çelişkileriyle başlıyor ve bu çifte standartların Ceza Genel Kurulu'nda defalarca tartışıldığını vurguluyor. Teröristlerin dağdan inip güvenlik güçlerine teslim olması, örgüte dair bildiklerini samimiyetle anlatması durumunda bile, geçmişte Anayasal düzeni değiştirme suçu yani Türk Ceza Kanunu'nun 302. maddesinden ağır cezalar aldığını hatırlatıyor. Bu madde, devletin temel yapısını silah zoruyla değiştirmeye teşebbüsü kapsıyor ve terör eylemlerinin en ağırını temsil ediyor. Yazar, somut bir örnekle bu absürtlüğü gözler önüne seriyor: Vanlı bir PKK'lı terörist, dağdan inmiş ve itiraflarda bulunmuş. Yol kenarına menfeze yerleştirilen bir bombanın konumunu, bir vatandaşın dağa kaçırılmasına katılan üç kişinin isimlerini ve kendi rolünü – "Ben de orada bulundum" diyerek – samimi bir şekilde açıklamış. Bu bilgiler, devletin elinde yoksa olaylar aydınlatılamazdı; yani terörist, aslında istihbarat açısından paha biçilmez bir katkı sağlamış. Buna rağmen, mahkeme "Vahim olaydır" diyerek 302. maddeden hüküm vermiş, Yargıtay da onamış. Öztürk, bu kararı eleştirirken, vahim olayın ne anlama geldiğini sorguluyor: Eğer vahimlik kriteri buysa, Ankara Kızılay, Merasim Sokak ve özellikle Gar katliamı gibi facialar en somut örnekler. Gar katliamında 102 vatandaş hayatını kaybetmişti; bombalı saldırı, Türkiye'nin en kanlı terör eylemlerinden biri olarak hafızalara kazınmıştı. Yazar, bu örneği vererek, yargının standartlarını tiye alıyor: Bir teröristin itirafı bile "vahim" sayılırken, gerçek katliamlar nasıl tanımlanacak?

Bu çelişkilerin kökeninde, devletin politikalarının yargıya yansıması yatıyor ve Öztürk, şartların değişmesiyle yargının önceki kararlarından dönmek zorunda kaldığını belirtiyor. Teröristlerin dağdan inmeyi teşvik eden devlet politikaları – örneğin, etkin pişmanlık hükümleriyle indirim vaatleri – yargıyı esnetiyor. Etkin pişmanlık, örgüt üyeliği veya yöneticiliği suçlarında indirim sağlıyor; ancak, vahim olaylara katılanlar için 302. maddeden hüküm giydiklerinde bu yol kapanıyor. Yazar, bu ayrımı detaylandırarak, örgüte katılan bir kişinin "etkin pişmanlık"tan yararlanamayacağı durumları açıklıyor: Eğer vahim bir eylemde rolü varsa – örneğin, Gar'daki gibi toplu katliam – indirim yok; doğrudan anayasal suçtan ömür boyu hapis veya ağırlaştırılmış müebbet gündeme geliyor. Öztürk, bu noktada yeni yasal düzenlemelerin belirsizliğini vurguluyor: TBMM'de kurulan "Milli Birlik, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu"nda, örgüt üyeleri ve yöneticileri için nasıl bir çerçeve çizileceği henüz net değil. Suça karışmamış veya etkin pişmanlıktan yararlananlar için af mı, yoksa tamamen feshedilmiş bir örgütün (PKK'nın iddia ettiği gibi) üyelerine farklı muamele mi? Komisyonun kararı, yasal düzenlemenin anahtarı; teröristler – suça bulaşmış veya bulaşmamış – bu tabloyu bekliyor. Yazar, bu belirsizliğin yarattığı kaosu, PKK'nın fesih iddiasına rağmen alt bileşenlerinin (YPG, SDG) hâlâ aktif olduğunu örnekleyerek somutlaştırıyor: Fesih sadece kâğıt üzerinde mi kalacak?

Öztürk'ün yazısının en çarpıcı kısmı, örgüt üyeliğinin tanımını sorgulaması ve "Kandil'in çaycısı" metaforuyla somutlaştırması. Deneyimli bir hukukçuyla yaptığı görüşmeyi aktararak, üyeliğin nerede başladığını açıklıyor: Genç bir kişinin evinden ayrılıp, örgüt mensubuyla dağ üzerinden Irak'ın kuzeyindeki Kandil kamplarına gitmesi, emir-komuta zincirine dahil olmak anlamına geliyor. Bu, hiyerarşik yapıya bağlanmak ve örgüt üyeliği için yeterli. Yazar, bu tespiti alıntılayarak, *“Genç, evinden ayrılıp örgüt mensubuyla birlikte dağ üzerinden örgütün Irak’ın kuzeyinde bulunan Kandil bölgesindeki kampına gitti. Bunun anlamı örgütün emir-komuta zincirine, hiyerarşik yapısına dahil oldu demektir. Bu, örgüt üyeliği için yeterli”* diyor. Eyleme katılmak şart değil; Kandil'de çay ocağında çay yapmak, örgüt mensuplarına dağıtmak bile üyelik sayılıyor. Yargı, bu zinciri ispatlarsa – telefon kayıtları, tanık beyanları veya kamp görüntüleriyle – cezayı veriyor. Öztürk, bu yaklaşımı genişleterek, hiyerarşide emir veren pozisyonların "örgüt yöneticiliği" olarak değerlendirildiğini belirtiyor: Çaycı basit üye, ama üst amir yöneticidir. Bu ayrım, cezaları katlıyor; üyelikten ayrı işlediği suçlardan da hüküm giyiliyor. Yazar, vahim olaylara katılanların 302. maddeden yargılandığını, normal eylemlerde ise üyelikten cezalandırıldığını örnekliyor: Kızılay veya Merasim Sokak patlamaları gibi büyük facialar, anayasal suç; diğerleri ise ek cezalarla birleşiyor. Bu tablo, Kandil'in çaycısının – eylem yapmasa bile – mevcut yasalarla ceza alacağını netleştiriyor; ama yeni düzenleme, TBMM'nin elinde.

Yasal sürecin karmaşıklığını, Öztürk diğer örgütlere de genişleterek ele alıyor ve sadece PKK'yla sınırlı olmadığını vurguluyor. Düzenleme, FETÖ, DHKP-C, Hizbullah veya İBDA-C gibi yapıları da kapsayabilir; zira hepsi hiyerarşik örgütler. PKK'nın fesih iddiası, YPG ve SDG'nin faaliyetleriyle çelişiyor; bu, affın kapsamını daraltabilir. Yazar, TBMM'nin kriterlerini – basit suçlar için af mı, vahim olaylar için indirim mi? – belirsiz bırakarak, Anayasa Mahkemesi'nin devreye girebileceğini öngörüyor. Eğer düzenleme dengesiz olursa, AYM iptal yolunu açar; bu, zor bir süreci tetikler. Öztürk, dağdan inenlerin en kolay affedilecek kesim olduğunu belirtiyor: Suça karışmamış, samimi itiraf eden bir terörist, etkin pişmanlıktan yararlanıp adli kontrolle kurtulabilir. FETÖ soruşturmalarında örnek veriyor: Ankesörlü telefon operasyonlarında, mahrem imamlarını gösteren askerler tutuklanmadı; samimi anlatımlarla serbest kaldılar. Bu, yargının esnekliğini gösteriyor; PKK'lılar için de benzer yol açık. Ancak, yazar uyarıyor: PKK'lıların af taleplerinin ötesinde, özerklik veya siyasi kazanımlar gibi ek istekleri var; bu, süreci karmaşıklaştıracak.

Öztürk'ün yazısı, bu örneklerle Türkiye'nin terörle yargı mücadelesindeki çelişkileri bir ayna gibi yansıtıyor. Geçmişte, Vanlı teröristin itirafı bile "vahim" sayılırken, bugün dağdan inme teşvikiyle yargı yumuşuyor. Gar katliamının 102 canı, Kızılay ve Merasim Sokak faciaları, vahimliğin somut yüzü; ama 302. maddenin indirimsizliği, etkin pişmanlığı bloke ediyor. Kandil'in çaycısı metaforu, en vurucu: Eylemsiz bile üyelikten ceza alır, çünkü emir-komutaya girmek yeterli. Hukukçu alıntısı, bu gerçeği somutlaştırıyor: Kamp'a gitmek, zincire bağlanmak demek. Yazar, yeni düzenlemenin TBMM Komisyonu'na bağlı olduğunu, ama diğer örgütleri de etkileyeceğini belirtiyor; PKK feshi iddiası, YPG/SDG aktifliğiyle çürütülüyor. FETÖ'deki esneklik örneği, umut verse de, PKK taleplerinin süreci zehirleyeceğini ima ediyor. Öztürk, siyasetin (TBMM) çerçeve çizmesi gerektiğini, yoksa AYM'nin kaos yaratacağını söylüyor. Bu eleştiri, adaletin kevgirliğini – çifte standartları – ifşa ediyor: Samimi itiraf mı ödüllendirilir, yoksa vahimlik mi her şeyi ezer?

Bu yazı, terörle mücadelede yasal evrimin bir özeti: 302. maddenin ağırlığı, etkin pişmanlığın kapısı, vahim olayların ağırlığı – hepsi, Komisyon'un kararına bağlı. Öztürk, Kandil'in çaycısının cezasını mevcut yasalarla "evet" diye yanıtlıyor; ama yeni düzenleme, affı belirsiz kılıyor. Dağdan inmeyi teşvik eden politikalar, yargıyı dönüştürüyor; FETÖ'de gördüğümüz gibi, samimiyet serbestlik getiriyor. Ancak, PKK'nın ek talepleri – özerklik hayalleri – süreci baltalayabilir. Yazarın sessiz sorusu, kamu vicdanını sarsıyor: Adalet mi, yoksa siyasi hesap mı ön planda? Bu belirsizlik, Türkiye'nin terörsüzleşme umudunu gölgeliyor; Komisyon'un kararı, ya köprü kuracak ya da yeni kamalar saplayacak.

Saygı Öztürk'ün bu yazısı, sadece bir hukuk dersi değil; Türkiye'nin vicdanına bir çağrı. Kandil'in çaycısı gibi sıradan üyeler, emir-komutayla suçlanırken, vahim katiller indirimsiz kalıyor – bu kevgir, adaleti delik deşik ediyor. TBMM'nin eli, teraziyi dengeleyecek mi? Yoksa YPG/SDG gibi alt yapılar, fesih iddiasını yalanlayarak süreci uzatacak mı? 38 yıllık terör mücadelesinde, unutulan itiraflar ve affedilen suçlar, hepimizi düşündürüyor. İzlemeye devam edin, çünkü bu dava, sadece bir teröristin değil; bir ulusun adalet arayışının davası – ve cevap, Komisyon'un kapısında bekliyor.