Eğitim

Üniversite Eğitimi 3 Yıla mı İndiriliyor? Tartışmalar Büyüyor

Üniversite lisans eğitimi süresi değişiyor mu? 3 yıl tartışması, genç işsizlik, kadın hakları ve eğitim kalitesi gibi konuları gündeme getiriyor; yeni modelin etkileri ve eleştirileri merakla bekleniyor.

Yükseköğretim sisteminde uzun süredir konuşulan bir değişim, son dönemde daha yoğun bir şekilde tartışılmaya başlandı. Özellikle gençlerin geleceğini doğrudan etkileyen bu konu, hem fırsatlar hem de riskler barındırıyor gibi görünüyor. Bir yandan daha hızlı mezuniyet vaat ederken, diğer yandan kalite ve toplumsal etkiler konusunda soru işaretleri yaratıyor.

Yükseköğretim Kurulu Başkanı Erol Özvar'ın açıklamalarıyla gündeme gelen model, dört yıllık lisans programlarını öğrenim çıktıları ve toplam kredilerden vazgeçmeden üç yıla indirmeyi hedefliyor. Akademik takvimin yeniden düzenlenmesi ve bir öğretim yılının iki yerine üç yarıyıl şeklinde yapılandırılması seçenekleri üzerinde duruluyor. Düzenleme, mevcut 240 AKTS kredisi ve program içeriklerini koruyarak uygulanacak; yeni akademik yılda veya en geç bir sonraki dönemde hayata geçirilmesi planlanıyor. Amaç, öğrencilerin daha kısa sürede mezun olarak iş hayatına atılmasını sağlamak.

Bu tartışma, genç işsizliğin yüksek olduğu bir dönemde ortaya çıkıyor. Üniversite mezunları arasında işsizlik oranı genel ortalamanın üzerinde seyrederken, mezunların yalnızca yaklaşık dörtte biri aldıkları eğitime uygun işlerde çalışabiliyor. Eksik istihdam da hesaba katıldığında tablo daha karmaşık hale geliyor. Ekonomi uzmanı Prof. Dr. Sinan Alçın, sürenin kısaltılmasının yükseköğretimdeki nitelik sorununu gizlediğini belirtiyor. Gençlerin asıl ihtiyacı erken mezuniyet değil, donanımlı ve istihdam edilebilir mezuniyet. Üretim sistemi nitelikli iş gücü talebine yeterince hazır değil; sanayi sektöründe istihdam kayıpları yaşanırken, sorun nitelikli eleman açığı olmaktan ziyade yapısal.

Avrupa ülkelerindeki üç yıllık modeller örnek gösterilse de, Türkiye'deki kredi ve ders yükü hesaplamaları aynı nitelik düzeyini sağlamayabilir. Sayısal kısaltmalar üniversitelerin kalitesini zayıflatma riski taşıyor. Bazı bölümlerde üç yıllık programlar uygulanabilir olsa da, tüm lisans eğitimine genellemek her alanın özgün koşullarını göz ardı eder. Nitelik tartışması yapılmadan atılacak adımlar, memnuniyetsizliği artırabilir.

Tartışmanın bir başka boyutu, yabancı öğrenci politikalarıyla bağlantılı. Üç yılda mezuniyet imkanı, ülkeyi yabancı öğrenciler için daha cazip hale getirebilir ve başarılı gençleri yurtdışına gitmekten vazgeçirebilir. Ancak bu stratejiler, eğitim kalitesinden bağımsız ele alınırsa sorunları derinleştirebilir. Beyin göçünü önleme hedefi olumlu olsa da, temel sorunlar çözülmeden yüzeysel kalabilir.

Kadın örgütleri ise düzenlemeye güçlü eleştiriler getiriyor. Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü, yükseköğrenimin özellikle kız çocuklar ve genç kadınlar için koruyucu bir alan olduğunu vurguluyor. Üniversite kampüsleri, erken evlilik ve aile baskısına karşı bir sığınak işlevi görüyor. Eğitimin kısaltılması, kadınları bu baskıya daha erken maruz bırakabilir ve erken evlilik riskini artırabilir. Güllü'nün ifadesiyle, "Bu sürenin kısaltılması, kadınların aile ve çevre baskısına daha fazla maruz kalmasına yol açabilecek."

2025'in "Aile Yılı" ilan edilmesi, bu tartışmayı nüfus politikaları bağlamına da taşıyor. Aile kurumunu güçlendirme çabaları, eğitim süresinin kısaltılmasıyla eş zamanlı görülüyor. Ancak kadın cinayetlerinin yüksek seyrettiği bir ortamda, bu yaklaşım aile odaklı politikaları kadınların aleyhine dönüştürebilir. Kadınların ekonomik bağımsızlığını geciktirerek bakım emeği ve bağımlılık döngüsünü pekiştirebilir. Geçmişte 4+4+4 eğitim sistemiyle ikinci dört yıldan sonra örgün eğitimden ayrılan kız çocuklarının erken evlendirildiği örnekler hatırlatılıyor. Kadın politikaları aile politikalarına indirgenirse, eşitlik ilkesi göz ardı edilir ve kadınların yaşam hakları riske girer.

Federasyon, herhangi bir düzenleme öncesi toplumsal cinsiyet etki analizleri yapılmasını talep ediyor. Erken evlilik riski bilimsel verilerle değerlendirilmeli; kadınların kamusal alanda varlığını zayıflatacak adımlardan kaçınılmalı. Eğitim politikaları, kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinin ayrılmaz parçası olarak görülmeli. Güçlü aile ancak kadınların eşit katılımıyla mümkün olur; istihdamı güçlendiren politikalar olmadan bu reformlar eşitsiz sonuçlar doğurur.

Tüm bu görüşler bir araya geldiğinde, üç yıllık modelin yüzeysel bir çözüm olabileceği ortaya çıkıyor. Genç işsizliği, eğitim kalitesi, yabancı öğrenci stratejileri ve toplumsal cinsiyet eşitliği gibi derin sorunlar çözülmeden süre kısaltması, istenmeyen etkilere yol açabilir. Özellikle kadınlar ve gençler dezavantajlı konumda kalma riskiyle karşı karşıya. Düzenlemenin pilot uygulamalarla ve geniş istişarelerle şekillenmesi, riskleri minimize edebilir. Bu tartışma, sadece eğitim süresini değil, yükseköğretimin toplumsal rolünü de yeniden düşündürüyor ve gelecekteki politikalar için önemli dersler içeriyor.