Gazetecilik dünyası, her zaman doğruları söylemenin bedelini ödeyen cesur isimlerle dolu olur, hele ki bu isimler ülkenin en sıcak gündemlerini masaya yatırıyorsa. Programlar sırasında çıkan tartışmalar, bazen sadece bir haber olmaktan öteye geçer ve tarihsel bir hesaplaşmaya dönüşür. SÖZCÜ TV'nin ARENA programı da tam böyle bir sahneye ev sahipliği yaptı, duayen gazeteci Uğur Dündar'ın sunduğu bölümde, konuklar arasında Gökmen Ulu, Cem Özkeskin ve İYİ Parti Grup Başkanvekili Turhan Çömez yer aldı. Ama asıl bomba, Dündar'ın Pervin Buldan'a verdiği yanıtla patladı, 90'lı yılların faili meçhul cinayetlerini hatırlatarak.
Her şey, teröristbaşı Abdullah Öcalan'ın Pervin Buldan aracılığıyla SÖZCÜ Medya Grubu'nu iktidara şikayet etmesiyle başladı. Bu şikayet, medyada büyük yankı uyandırdı ve Dündar, programda buna sert bir tepki gösterdi. Buldan'a hitaben konuşan Dündar, "Burada bize de bir söz hakkı düşüyor. Bir hatırlatmada bulunmak istiyorum," diyerek söze girdi. Ardından, dönemin Başbakanı Tansu Çiller'in bir basın toplantısında PKK'yı finanse eden Kürt iş adamlarının listesinden bahsettiğini anlattı. Çiller'in bu açıklamasının ardından, listede adı geçenler teker teker faili meçhul cinayetlere kurban gitmeye başlamıştı, özellikle Sapanca-Hendek-Düzce üçgeninde.
Bu cinayetlerin arasında Pervin Buldan'ın eşi Savaş Buldan da vardı. Dündar, bunu doğrudan hatırlatarak, Buldan'a o dönemin acısını ve karanlığını yeniden anımsattı. "Bunlardan biri de Pervin Buldan'ın eşi Savaş Buldan'dı," dedi Dündar, ses tonunda hem bir hatırlatma hem de bir eleştiri vardı. Program izleyicileri, bu sözlerle adeta ekrana kilitlendi, çünkü 90'lar Türkiye'sinin en karanlık sayfalarından biri açılıyordu. Faili meçhul cinayetler, yargısız infazlar ve devlet içindeki çetelerin hikayesi, hala birçok insanın hafızasında taze.
Dündar, konuşmasını derinleştirerek, Savaş Buldan'ın ölümüyle ilgili kendi deneyimlerini paylaştı. "Biz Savaş Buldan'ı yargısız infaz edenlerin peşine düştük," diye devam etti. Bu infazın "Susurluk Çetesi" tarafından yapıldığı öne sürülüyordu. Dündar, eğer Savaş Buldan yasadışı bir iş yapıyorsa, devletin görevinin onu yargı önünde cezalandırmak olduğunu vurguladı. "Kimsenin bir başkasının canını almaya hakkı olamazdı," diyerek, yaşam hakkının kutsallığını savundu. SÖZCÜ ekibi olarak, Buldan'ın yaşam hakkının takipçisi olduklarını belirtti, bu da gazeteciliğin sadece haber vermek değil, adalet aramak olduğunu gösteriyordu.
Ama hikaye burada bitmiyordu; Dündar, kendi hayatlarını tehlikeye atarak bu konuları araştırdıklarını anlattı. Susurluk Çetesi haberleri nedeniyle ölüm tehditleri aldıklarını söyledi. Hatta çeteden birinin açıkça, "'Uğur Dündar'ı öldürmemiz istendi' dedi," diye aktardı. Bu tehditler, gazetecilerin ne kadar risk altında çalıştığını gözler önüne seriyordu. Dündar, Buldan'a hitaben, "Dolayısıyla bizim kendi hayatımızı tehlikeye atma pahasına başkasının can ve mal güvenliğinin hatırlamasına ihtiyaç var sayın Pervin Buldan'ın," diyerek, ironik bir hatırlatma yaptı. Bu sözler, programda gerilimi zirveye taşıdı, izleyiciler arasında tartışmalar alevlendi.
Konuşma, sansür ve basın özgürlüğü konusuna kaydı. Dündar, Öcalan'ın şikayetinin açıkça sansür talebi olduğunu belirtti. "İstenen sansür. O çok açık. Asla kabul edilemez," diye vurguladı. İktidar eliyle gazetecilerin nasıl susturulacağını sorguladı: sansürle, yargı gücüyle. Zaten birçok gazetecinin cezaevinde olduğunu hatırlattı, özellikle Fatih Altaylı'ya selam göndererek, "Şuan saygılarımızı, sevgilimizi sunalım ve en yakın zamanda tahliye olması dileğimizi iletelim," dedi. Gazeteciliğin en zor ve tehlikeli mesleklerden biri haline geldiğini söyledi, düşünce özgürlüğünün baskı altında olduğunu ekledi.
Dündar, "Yeterince baskı altında gazetecilik yapıyoruz. Şuanda en zor ve en tehlikeli mesleklerin başında gazetecilik geliyordur," diyerek mesleğin zorluklarını dile getirdi. Gazeteciliğin, iktidarın hoşlanmadığı fikirleri paylaşmak ve yaymak anlamına geldiğini belirtti, bu da tehlikeyi artırıyordu. Programın bu bölümü, Türkiye'deki basın özgürlüğü tartışmalarını yeniden alevlendirdi, sosyal medyada yankı buldu.
Son olarak, Dündar kendi kırmızı çizgilerini çizdi. "Bizim bir tek kırmızı çizgimiz var. Türkiye Cumhuriyeti ve ilelebet payidar kalması ve Atatürk ilke ve devrimlerinin bize kazandırdıkları. Bunların yılmaz savunusuyuz," dedi. Beğenmedikleri fikirler olabileceğini ama bunların basın özgürlüğü kapsamında hoşgörüyle karşılanması gerektiğini ekledi. Bu sözler, Dündar'ın ilkesel duruşunu bir kez daha ortaya koyuyordu, Atatürk devrimlerinin savunucusu olarak.
ARENA programı, bu tartışmayla birlikte Türkiye'nin gündemini belirledi. Gökmen Ulu, Cem Özkeskin ve Turhan Çömez'in katılımıyla zenginleşen bölüm, sadece bir televizyon yayını olmaktan öte, bir özgürlük manifestosuna dönüştü. Dündar'ın Buldan'a yanıtı, 90'ların acısını günümüze taşıdı, faili meçhullerin hesabını sordu. Bu olay, gazetecilerin rolünü ve risklerini bir kez daha hatırlattı, belki de yeni tartışmaların kapısını araladı.
Tüm bunlar, SÖZCÜ Medya Grubu'nun bağımsız duruşunu simgeliyor. Öcalan'ın şikayeti, Buldan'ın aracı olması, Dündar'ın sert hatırlatması – hepsi bir araya gelince, basın tarihine not düşülecek bir an yarattı. İzleyiciler, bu programdan sonra belki de kendi özgürlüklerini düşündü, çünkü gazetecilik susarsa, toplum da susar.