Yerel

Tutuklu Doktor Cezaevinde İntihar Etti

Samsun'da ailesini Kızılırmak'a sürükleyen doktor Serdar Kıyak, Elazığ cezaevinde kendini astı! Tehdit mesajları, gizli ilişki iddiaları ve fren izi olmayan kaza gerçeği ortaya çıkıyor. Bu trajik sonun ardındaki sırlar neydi, okuyun ve şok olun!

Samsun'un Bafra ilçesinde yaşanan yürek parçalayan trajedinin kahramanı, bir zamanlar hayat kurtaran elleriyle ailesini ölüme sürükleyen psikiyatri asistanı Dr. Serdar Kıyak, nihayetinde kendi hayatına son verdi. 12 Eylül 2025'te Kızılırmak Nehri'ne uçan otomobilde eşi Gülşah Karaman Kıyak ve bir yaşındaki oğlu Poyraz'ı kaybeden Kıyak, kazadan sağ kurtulmuş ancak vicdan azabının pençesinde boğulmuştu. Tutuklandıktan sonra Elazığ'daki yüksek güvenlikli cezaevine sevk edilen doktor, dün akşam saatlerinde koğuşunda dramatik bir intihar girişiminde bulundu. Bu olay, sadece bir ailenin değil, toplumun vicdanında derin yaralar açan bir zincirleme felaketin son halkası olarak tarihe geçti.

Olayın kökeni, 12 Eylül sabahına uzanıyor. Dr. Serdar Kıyak, eşi Gülşah ve minik oğlu Poyraz ile birlikte Bafra'dan yola çıkmıştı. Otomobilin direksiyonunda Kıyak bulunuyordu ve nehir kenarındaki dar yolda ani bir manevrayla araç kontrolden çıkarak sulara gömüldü. Nehir sularının soğuk kucağında Gülşah Karaman Kıyak, 34 yaşındaki genç bir anne olarak ve Poyraz, henüz hayatın tadını yeni yeni çıkaran bir bebek olarak cansız bedeniyle bulundu. Kıyak ise mucizevi bir şekilde yaralı halde kıyıya vurmuş ve kurtarılmıştı. Hastanede tedavi gördüğü günlerde, ailesinin kaybının şokuyla sersemlemiş haldeydi. Ancak bu kurtuluştan ziyade, bir kabusa dönüşecekti hayatı.

İlk ifadesinde Kıyak, olayı bir kaza olarak nitelendirmişti. "Eşim ve oğlum uyurken navigasyona bakıyordum, bir anlık dalgınlıkla kontrolü kaybettim" demişti sorgu sırasında. Bu sözler, ilk bakışta masum bir ihmalkarlık gibi görünse de, savcılığın titiz soruşturması bambaşka bir tabloyu gün yüzüne çıkardı. Olay yerinde yapılan incelemelerde, aracın fren izine rastlanmaması büyük bir şüphe uyandırdı. Üstelik Kıyak'ın cüzdanı ve cep telefonu, nehirden kurtulmuş halde kıyıda bulunmuştu. Bu detaylar, kazanın tesadüfi olmadığını, belki de bilinçli bir eylem olabileceğini işaret ediyordu. Savcılar, delilleri bir araya getirerek "tasarlayarak kasten öldürme" suçlamasıyla harekete geçti ve 17 Eylül'de doktoru tutuklattı.

Soruşturmanın derinleşmesiyle, ailenin özel hayatındaki karanlık sırlar da su yüzüne çıkmaya başladı. Gülşah Karaman Kıyak, yakın arkadaşlarına gönderdiği mesajlarda korku dolu anlarını paylaşmıştı. Bu mesajlar, mahkeme dosyasına delil olarak girdi ve kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. Eşi Serdar'dan sürekli tehditler aldığını, kendisine ve çocuğuna zarar verebileceğinden endişe duyduğunu yazmıştı. "Beni ve Poyraz'ı öldürecek, lütfen yardım edin" gibi çaresiz yakarışlar, bir kadının sessiz çığlıkları olarak okunuyordu. Arkadaşları, bu mesajları polise bildirdiklerinde ise artık çok geçti. Üstelik iddialar bununla sınırlı kalmadı; Kıyak'ın aynı hastanede görev yapan psikolog D.C. ile yasak bir ilişki yaşadığı ve bu durumun aile içinde fırtınalı tartışmalara yol açtığı ortaya çıktı. Eşinin sadakatsizliğinden haberdar olan Gülşah'ın, bu ilişkiyi öğrendiğinde yaşadığı yıkım, evliliklerini sallayan bir deprem gibiydi. Psikiyatri asistanı olan Kıyak'ın, kendi mesleki bilgisiyle bile baş edemediği bu karmaşık duygusal fırtına, trajedinin fitilini ateşlemiş olabilirdi.

Tutukluluk süreci, Kıyak için tam bir cehenneme dönüştü. Gözaltına alındığı andan itibaren ruh hali dalgalanmalar yaşıyordu. Cezaevine ilk sevk edildiğinde, hücresinde daha önce bir intihar teşebbüsünde bulunmuş ve bu girişim, gardiyanlar tarafından son anda fark edilerek engellenmişti. O dönemde psikolojik destek almış, ancak durumunun ciddiyeti nedeniyle Elazığ 1 No'lu Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'na nakledilmişti. Bu yüksek güvenlikli tesis, en riskli mahkumlar için tasarlanmış bir kale gibiydi; hücreler beton duvarlarla çevrili, havalandırma alanları bile sıkı denetim altındaydı. Yine de, 30 Kasım 2025 akşamı saat 19.30 sıralarında, Kıyak koğuşunda yalnız kaldığı bir anda harekete geçti. Elindeki basit bir çöp poşetini havalandırma penceresinin korkuluklarına bağlayarak kendini astı. İnfaz koruma memurları, rutin devriye sırasında sesleri duyup koğuşa daldıklarında, doktor çoktan hareketsizdi.

Müdahale gecikmeden yapıldı; Kıyak hemen cezaevi semt polikliniğine taşındı. Ancak doktorlar, nabzını ve solunumunu kontrol ettiklerinde artık için dönülmez bir noktaya gelinmişti. Yapılan tüm kurtarma çabalarına rağmen, Serdar Kıyak 31 yaşında, ailesini takip eden bir gölge gibi hayatını kaybetti. Cesedi, otopsi için Adli Tıp Kurumu'na gönderildi ve ölüm nedeni resmi olarak intihar olarak kaydedildi. Bu haber, Bafra'da yas rüzgarları estirdi; komşular, "O kadar sakin bir adamdı, nasıl böyle bir şey yapar?" diye fısıldıyordu sokaklarda. Hastane çalışanları ise şaşkınlık içindeydi; Kıyak, psikiyatri kliniğinde geleceği parlak bir asistan olarak görülüyordu. Kimse, içindeki fırtınayı tahmin edememişti.

Bu trajedi, sadece bireysel bir çöküşün öyküsü değil; aile içi şiddetin, sadakatsizliğin ve bastırılmış acının nasıl bir domino etkisi yarattığının korkunç bir örneği. Gülşah'ın o son mesajları, bugün binlerce kadının sessiz çığlıklarını temsil ediyor. "Neden yardım etmedik?" sorusu, arkadaşlarının vicdanında bir hançer gibi saplı kalmış. Poyraz'ın masum gülümsemesi, nehir sularında kaybolurken, babasının ellerinde son nefesini vermiş olması, adeta bir Shakespeare trajedisini andırıyor. Savcılık soruşturması hâlâ devam ediyor; deliller, Kıyak'ın niyetini aydınlatmak için inceleniyor. Fren izinin olmaması, cüzdanın kuru kalması gibi detaylar, kazanın planlı bir eylem olabileceğini güçlendiriyor. Psikolog D.C. ile ilişki iddiaları da, mahkemede tanık ifadeleriyle doğrulanmaya çalışılıyor.

Toplum olarak, bu olaydan ne dersler çıkarmalıyız? Aile içi tehditler, yardım çığlıkları görmezden gelindiğinde ne felaketlere yol açabileceğini bir kez daha gördük. Psikiyatri uzmanlarının bile kendi ruh sağlıklarını yönetmekte zorlandığı bir dünyada, hepimizin daha duyarlı olması gerekiyor. Kıyak'ın intiharı, belki de vicdanının yükünden kurtulamamanın son çırpınışıydı. Ama geride bıraktığı enkaz, yıllarca sürecek bir yara. Bafra'nın nehir kenarları, artık sadece su sesiyle değil, kayıp bir ailenin haykırışıyla anılacak. Bu hikaye, medyada yankılanırken, umarız benzer trajedileri önleyecek adımlar atılır; kadınlar için acil hatlar güçlendirilir, aile danışmanlıkları yaygınlaşır. Zira her tehdit mesajı, bir yardım çağrısıdır ve ihmal edildiğinde, nehirler gibi taşar, her şeyi yutar.

Olayın yankıları, sadece yerel sınırlarla sınırlı kalmadı. Ulusal basında geniş yer bulan bu haber, sosyal medyada binlerce paylaşım aldı. İnsanlar, "Nasıl fark etmezsiniz?" diye soruyor; hastane yönetimi sessizliğini korurken, meslektaşları "O, yardım arıyordu ama biz anlamadık" diyor. Kıyak'ın ailesi, cenaze törenini gizli tutmak için çaba sarf ediyor; ancak acıları, kamuoyunun meraklı gözlerinden kaçamıyor. Minik Poyraz'ın fotoğrafları, haber sitelerinde dolaşırken, annesinin son selfie'leri yürek burkuyor. Bu, bir doktorun düşüşü değil; bir ailenin, sistemin ve toplumun ortak başarısızlığı. Gelecekte, benzer vakalarda erken müdahale mekanizmaları devreye girer mi? Soru bu. Şimdilik, Kızılırmak'ın suları, sessizce akmaya devam ediyor; ama hafızamızda, bu acının dalgaları yıllarca sürecek.