Gerçek Gündem Haberleri

Türkiye'de Din ve Siyaset Çarpışması

Papa Leo XIV'ün Beştepe'de Hz. Muhammed marşıyla karşılanması şok etkisi yarattı! DEVA Partisi posteri, AKP sessizliği, Apo'nun darbe tehdidi ve Suriye kaosu... TRT skandalı, örtülü af çetesi ve vazektomi sırları neler gizliyor? Bu analizle Türkiye'nin gizli gündemini keşfedin, gerçekleri gün ışığına çıkarın!

Türkiye'nin siyasi arenası, dinin siyasete alet edildiği skandallarla çalkalanıyor. Papa Leo XIV'ün Ankara'daki Beştepe Sarayı Kütüphanesi'nde giriş töreninde, İslam Peygamberi Hz. Muhammed'e atfedilen "Te Alberdu Aleyna" marşının çalınması, ülke genelinde derin bir infial yarattı. Bu olay, sadece dini hassasiyetleri değil, aynı zamanda iktidarın çifte standartlarını ve emperyal güçlerle kurulan ittifakları masaya yatırıyor.

Videoda detaylı bir şekilde ele alınan bu skandal, DEVA Partisi'nin astığı posterle somutlaşırken, AKP'nin sakallı İslamcı kanadının sessizliği dikkat çekiyor. Neden bu kadar sessiz kalınıyor? Yoksa Trump'la yakın ilişkiler ve Haçlı koalisyonu gibi jeopolitik hesaplar mı ön planda? Bu makalede, olayın perde arkasını, bağlantılı siyasi gelişmeleri ve Türkiye'nin iç-dış dinamiklerini uzun uzadıya inceleyerek, okuyucuya bütüncül bir bakış sunacağız. Konu, 29 Kasım 2025 tarihli güncel olaylardan yola çıkarak, dinin siyasallaşmasından Suriye'deki patlama riskine, örtülü aflardan medya manipülasyonlarına kadar geniş bir yelpazede ele alınacak.

Olayın kökeni, Papa Leo XIV'ün Türkiye ziyaretine dayanıyor. Amerikan kökenli Papa, Beştepe'de ağırlanırken, Medine halkı tarafından Hz. Muhammed'in hicreti sırasında toplu söylenen bir marşla karşılandı. Marşın sözleri, "Ay bize doğdu. Sen güneşsin. Sen ayısın. Sen nur üstüne nur. Sen Süreyya'nın nurusun. Ey sevgili elçi, ey Allah'ın elçisi. Sen asil bir davetle geldin. Bu şehre şeref getirdin. Ah canım, hoş geldin" şeklinde. Bu ifadeler, İslam Peygamberi'ne hitaben yazılmışken, Papa gibi bir figürün bu marşla karşılanması, dini değerlerin istismar edildiği bir paradoksu gözler önüne seriyor. Papa Leo, Müslümanlar için ne ay, ne güneş, ne elçi ne de peygamber; tam tersine, etkisi azalmış bir dinin yükselişi ve emperyal bir araç olarak görülüyor.

Peki, böyle bir törenin arkasında yatan motivasyon nedir? Videoda vurgulandığı üzere, bu, Papa'nın Donald Trump'la yakın ilişkileri ve olası bir Haçlı koalisyonu stratejisiyle bağlantılı olabilir. İktidarın bu sessizliği, siyasi çıkarlar uğruna dini duyguların hiçe sayıldığının en çarpıcı kanıtı. Eğer benzer bir olay CHP iktidarında yaşansaydı, sokaklar karışır, provokasyonlar patlak verir ve kıyamet kopardı. Ancak mevcut durumda, olay görmezden geliniyor, çünkü iktidarın sürekliliğini tehdit etmiyor. Bu çifte standart, AKP'nin hoşuna gideni İslam içinde, gitmeyeni dışında görme eğilimini doğruluyor. Hatta bu bağlamda, yolsuzluk ve hırsızlığın olmadığını ilan eden bir fetva bile verilmiş durumda. Bu tür fetvalar, dinin siyasallaşmasının zirvesini temsil ediyor; adeta Allah'ı suç ortağı ilan etmek gibi bir sapkınlık içeriyor.

Papa'nın ziyaretinin dini değil, tamamen siyasi bir boyutu var. 1700 yıl sonra İznik'e gelmesi, Osmanlı İmparatorluğu ve Atatürk dönemlerinde bile izin verilmeyen bir adım. Amaç, Hristiyan birliğinin ötesinde, Türkiye'de bir Ortodoks Vatikan'ı kurmak. Papa ve Fener Rum Patriği Bartholomew'un ekümenik açıklaması, bu niyetin somut göstergesi. Videoda bu detaya dikkat çekilirken, İslamcı yayın organlarının ise tamamen farklı bir gündeme saplandığı belirtiliyor: Fatih Altaylı'nın hapisliği. Gerçekler ortadayken, ele geçirilen medya organlarının diğer tarafı ne yapacağı sorusu havada asılı kalıyor.

Ahiret inancına samimi inanan biri, bu tür manipülasyonları nasıl kabul eder? İmparatorun yeni kıyafetleri yok; İslam, sadece bir sermaye kaynağı olarak kullanılıyor. Dünyada yüzlerce, Türkiye'de onlarca farklı "İslam" yorumu var ve hepsi kendi çıkarlarına göre şekilleniyor. Hatta "Allah rızası için çaldıklarını" söyleyenler bile mevcut. Bu zihniyet, Türkiye'nin asıl sorununu özetliyor: Ekonomik çöküş, çeteler, kara para aklama veya PKK değil; sapkın bir ortaçağ Avrupası mentalitesi. Din, siyasi bir araç haline getirildiğinde, toplumun temel değerleri erozyona uğruyor. Bu olay, sadece bir skandal değil; Türkiye'nin kimlik krizinin bir yansıması. İktidar, dini söylemleri iç politikada konsolide ederken, dış ilişkilerde pragmatik bir esneklik gösteriyor. Ancak bu esneklik, uzun vadede toplumsal güveni sarsıyor ve kutuplaşmayı derinleştiriyor.

Gündemin diğer bir sıcak maddesi, İmralı'daki Abdullah Öcalan'la yapılan görüşmelerin kamuoyuna yansıması. DEM Parti heyeti üyesi Gülistan Koç Yiğit'in Mezopotamya Ajansı'na verdiği demeç, Apo'nun en dikkat çekici ifadesini ortaya koyuyor: "Darbe" kelimesini kullanması. Öcalan, Devlet Bahçeli ve AKP'nin 2028 seçimlerini kazanmak için gördüğü süreci, başarısız olursa darbe olacağını ima ederek korku salmaya çalışıyor. Videoda bu ifadenin ironisi vurgulanıyor; sıradan bir vatandaş benzer bir söz söylese, savcılar derhal "darbe çağrısı" suçlamasıyla tutuklardı. Ama katil Öcalan'a her şey mübah. Bu, sistemin ikili standartlarını bir kez daha gözler önüne seriyor. Apo'nun amacı, AKP ve MHP'ye "geri dönüş yok" mesajı vererek paniğe yol açmak.

15 Temmuz sonrası Türkiye'de darbe kavramı literatürden silinmişken, Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının böyle bir şeyi aklından bile geçirmediği bir gerçeklik var. Öcalan ise heyula yaratıyor. KCK meselesinde sessiz kalan, Suriye konusunda kaçamak cevaplar veren Apo, YPG veya SDG'ye silah bırakma çağrısı yapmıyor; sadece "Ezilen kul gelsin de konuşalım" gibi belirsiz ifadeler kullanıyor. Beklenen güçlü bir çağrı yapılmadı; tam tersine, PKK dün kuzeydoğu Suriye'de silahlı gösterilerle 1978 kuruluş yıldönümünü kutladı. PYD bağlamında işler hiç iyi gitmiyor; aslında çok kötü. Hükümet ve kontrolündeki medya bunu gizliyor. Suriye, gerçekten patlamaya hazır bir barut fıçısı. AKP'nin büyük paralar yatırdığı cihatçı grup Aş'ara'nın geleceği belirsiz; halk arasında sıfır itibarları var, kendi orduları içinde bile kaos hakim. Uzun süredir ekonomi çökmüş, güvenlik krizi derinleşmiş; insanlar ekmek bulamıyor, kurumlar yok olmuş, devlet kavramı ortadan kalkmış. Güçlülerin boyama hakimiyeti altında, etnik ve mezhebi çatışmalar devam ediyor. Suriye'de kazandığını iddia eden AKP, eski bir El Kaide üyesiyle ulusal güvenlik stratejisi kuruyor ve Türkiye'nin geleceğini planlıyor. Bu strateji, PYD'yi Apo ile tartışırken, gerçekte büyük bir felakete kapı aralıyor. Suriye'nin kanlı çöküşü, Türkiye'yi de etkileyecek; mülteci dalgaları, sınır ötesi tehditler ve ekonomik yükler artacak. Videoda bu bağlantı, Türkiye'nin dış politikasının ne kadar kırılgan olduğunu ortaya koyuyor.

İçeride ise AKP-MHP hükümetinin örtülü afı, adalet sisteminin çürümüşlüğünü simgeliyor. Bu af, 115 bin kişiye fayda sağlayacak; katiller, çete üyeleri, uyuşturucu kaçakçıları, kara para aklayıcıları ve hırsızlar serbest kalacak. Ancak gazeteci Fatih Altaylı, hükümeti eleştirdiği için 1,5 yıl daha hapiste çürüyecek. Türkiye'de AKP'yi sorgulamak, cinayetten, tecavüzden, devlete isyandan veya hırsızlıktan daha büyük suç sayılıyor. Bu, hukuk ve demokrasinin peri masalı gibi anlatıldığı bir ülkedeki trajikomik gerçeklik. Devlet yönetiminde bu kadar değersizleştirme yaşanırken, medya manipülasyonları zirveye ulaşıyor. Örneğin, Fenerbahçe'nin Fransız Varoş'la oynadığı futbol maçı skandalı: Maç TRT1'de yayınlanacaktı, reyting rekoru kıracağı belliydi. Ancak maçtan saatler önce iptal edildi ve TRT Spor'a kaydırıldı. Sebep? Tayyip Erdoğan'ın bir basketbol maçına katılması. TRT, garanti yüksek izleyiciyi feda edip, başkanın etkinliğini yayınladı.

Gerçek bir devlette böyle bir şey olmaz; en büyük kanal, yayın akışını siyasi bir figürün keyfine göre değiştiremez. Reyting sonuçları bunu doğruladı: Fenerbahçe maçı, başka kanala taşınmasına rağmen bir numara; basketbol maçı listeye bile giremedi. Bu olay, medyanın bağımsızlığını yitirdiğini ve demokrasinin ayaklar altına alındığını gösteriyor. Videoda bu detaylar, iktidarın her alanı kontrol etme çabasını eleştirirken, toplumun tepkisizliğinin nedenlerini sorguluyor. Örtülü af, sadece suçluları değil, sistemin çetelerini koruyor; kara para aklamadan uyuşturucu ticaretine kadar her şey, siyasi koruma altında büyüyor.

Gündemin magazinsel ama düşündürücü bir parçası da ünlülerin özel hayat sırları. Raif Dinçkök'ün vazektomi haberleri medyada yer alınca, benzer bir hikaye hatırlatılıyor: İhlas topluluğunda tanınan Mücahit Ören'in ikinci eşi Aslan Ören, kocasının sperm kanallarını bağlatma tehdidinde bulunmuş. Sebep, başkalarının servetinden pay alınmasını engellemek. Mücahit Ören, stres nedeniyle bu ameliyatı olmuş. Vazektomi, erkekler için kalıcı bir doğum kontrol yöntemi; sperm kanallarının bağlanmasıyla gerçekleşen basit bir operasyon. Videoda bu anekdot, zenginlik ve güç dinamiklerinin aile içi nasıl zehirlediğini örnekliyor. Türkiye'de servet savaşları, sadece iş dünyasıyla sınırlı kalmıyor; kişisel hayatlara da sızıyor. Bu tür skandallar, elit tabakanın ikiyüzlülüğünü ifşa ederken, toplumun genel ahlaki çöküşünü yansıtıyor. Din ve siyaset gibi kutsal alanlar istismar edilirken, özel hayatlar da para ve güç için feda ediliyor. Bu bağlantı, videonun genel temasıyla örtüşüyor: Her şey, iktidar ve servet hırsının kurbanı.

Sonuç olarak, 29 Kasım 2025'te patlak veren bu olaylar zinciri, Türkiye'nin derin yaralarını açığa çıkarıyor. Papa Leo XIV'ün Hz. Muhammed marşıyla karşılanması, dinin siyasete kurban edildiğinin simgesi; Apo'nun darbe imaları, Suriye kaosu ve örtülü af, güvenlik ve adalet krizini derinleştiriyor. TRT skandalı medyanın esaretini, vazektomi sırları ise elit çürümeyi gösteriyor. Bu tablo, ortaçağ mentalitesinin modern Türkiye'de nasıl yeşerdiğini kanıtlıyor. Toplum, bu sapkın zihniyetlere karşı uyanmalı; yoksa ekonomik çöküş ve etnik çatışmalar, ülkeyi geri dönülmez bir uçuruma sürükleyecek. Videodaki analizler, sadece eleştiri değil; bir uyarı niteliğinde. Gerçek İslam, gerçek demokrasi ve gerçek adalet için, sessizliği bozmak şart.