Türkiye'nin gündemi, bir yandan derinleşen ekonomik krizle sarsılırken, diğer yandan siyaset sahnesinde yaşanan şaşırtıcı gelişmelerle çalkalanmaya devam ediyor. Halkın en temel meseleleri, yani ekmek kavgası, gelir adaletsizliği ve geleceğe dair belirsizlik, siyasi manevraların gölgesinde kalırken, bir gazetecinin cesurca attığı adımlar, bugüne kadar saklı kalmış pek çok gerçeği gün yüzüne çıkarıyor.
Son zamanlarda sosyal medyada yayılan, kahvaltıda sadece ekmek ve domates yemek zorunda kalan küçük bir çocuğun görüntüsü, toplumda büyük bir infial yarattı. Bu görüntü, aslında Türkiye'de gelir adaletsizliğinin ne denli korkunç boyutlara ulaştığının bir sembolü oldu. TÜİK'in resmi verilerine göre bile dört çocuktan birinin okula aç gittiği, her dört çocuktan birinin evine et, tavuk veya balık giremediği bir gerçeklikte yaşıyoruz. Bu dramatik tablo, Türkiye'nin toprak, su ve hayvancılık potansiyeline rağmen gıda enflasyonunda dünya ortalamasının çok üzerinde yer almasını daha da acı kılıyor. Gazeteci Serdar Akinan'a göre, bu tablonun en büyük sorumlusu, çocuklara ücretsiz yemek önergesini reddeden ve makam araçlarına milyarlar harcayan mevcut iktidar.
Siyasi cephedeki gerilim ise son günlerde tavan yapmış durumda. Ana muhalefet partisi CHP'nin İstanbul İl Kongresi'ne, iddialar üzerine mahkeme kararıyla kayyum atanması, hukukun üstünlüğüne dair endişeleri yeniden alevlendirdi. Partinin İl Başkanı Özgür Çelik ve yönetimi görevden alınırken, yerine Gürsel Tekin'in de aralarında bulunduğu bir heyet atandı. Bu kararı hukuk sisteminin siyasete alet edildiğinin bir göstergesi olarak yorumlayan çevreler, olayın çok daha derin bir anlam taşıdığını belirtiyor. Serdar Akinan, bu duruma gösterilen tepkileri haklı bulurken, CHP'nin kendi içinde yaşadığı iktidar kavgasını da sert bir dille eleştiriyor.
Ancak Akinan'ın asıl bomba niteliğindeki açıklamaları, kamuoyunun çoktan unuttuğu veya görmezden geldiği bir döneme ışık tutuyor: Türkiye’nin yakın siyasi tarihini değiştiren 2017 Anayasa Referandumu ve 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimleri.
Akinan, 2017'deki referandum ve 2018'deki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin adli inceleme raporlarına dayandırarak şok edici iddialarda bulunuyor. Bu raporlara göre, referandumda kullanılan sandıkların yüzde 11'inde fazladan oy kullanıldığı ve bazı illerde seçmenler üzerinde ciddi bir baskı kurulduğu belirtiliyor. Bu durumun en somut göstergelerinden biri de o dönemde Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK) mühürsüz oyları geçerli sayma kararı almasıydı. Bu kararın, seçimin kaderini etkilediği ve şaibelere yol açtığı yıllardır siyasi gündemin en hararetli tartışma konularından biri olmuştur. Serdar Akinan, tüm bu istatistiksel verilerin, "Hayır" oylarının çalındığını ve eğer bu usulsüzlükler yaşanmasaydı referandum sonucunun tam tersi olacağını iddia ediyor.
Benzer şekilde, 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimleri için de benzer bir senaryodan söz eden Akinan, seçmen baskısı ve oy çalma gibi usulsüzlükler olmasaydı mevcut cumhurbaşkanının o seçimde kazanamayacağını ileri sürüyor. Akinan'ın en büyük iddiası ise, CHP kongresine atanan kayyum kararının, hukuk sisteminde bir emsal teşkil etmesi. Bu emsalin, hukuki bir zemin oluşturarak 2017 referandumu ve 2018 seçimlerinin de iptalini gündeme getirebileceği belirtiliyor.
Kamuoyunun dikkatinden kaçan bu belgeler ve iddialar, aslında siyasi tarihimizin en kritik dönemeçlerini yeniden tartışmaya açıyor. Yıllardır kulaktan kulağa yayılan ancak somut kanıtlarla ortaya konamayan şüpheler, şimdi resmi raporlar ve adli belgeler üzerinden bir gazeteci tarafından dile getiriliyor. Bu açıklamalar, Türkiye'nin geleceğine dair pek çok soru işaretini de beraberinde getiriyor. Acaba yıllar sonra hukuk, siyasi tarihimize dair bu tartışmalı seçimleri yeniden değerlendirecek mi? Ve en önemlisi, yıllardır süregelen bu iddiaların ardındaki asıl gerçek, yakın bir zamanda tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilecek mi?