Türkiye, son yıllarda adeta bir ölüm ülkesine dönüşmüş gibi görünüyor. Her gün yeni bir trajediyle sarsılıyoruz: Özel hastanelerde para hırsına kurban giden bebekler, sokak ortasında güpegündüz katledilen kadınlar, sömestr tatilinde kaldıkları otellerde hayatlarını kaybeden çocuklar ya da çetelerin pençesinde yok olan gençler. Bu karanlık tablo, sadece bireysel facialardan ibaret değil; sistematik bir ihmalin, sömürünün ve ihmalkarlığın ürünü. Üstelik, en masum olanlar, yani çocuklar, bu girdabın en acımasız kurbanları haline gelmiş durumda. Özellikle Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) programı kapsamında çalıştırılan çocukların iş kazalarındaki ölümleri, toplumun vicdanını kanatıyor. Peki, bu çocuklar neden çalışıyor? Neden korunmuyorlar? Ve en önemlisi, bu ölümlerin arkasında kimler var?
Son dönemde, çocuk işçiliğinin tarımdan kentlere doğru kaydığına dair veriler, alarm zillerini çalmaya başladı. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG), bu konuda çarpıcı bir rapor yayımladı. Rapora göre, MESEM programı, ucuz emek sömürüsünü resmileştiren bir mekanizma olarak işlev görüyor. Ekim ayında en az 8 çocuk, çalışırken hayatını kaybetti. Bu rakam, sadece bir ayın özeti. Oysa son iki haftada yaşanan ölümler, tüm ekim ayını geride bırakacak kadar yüksek. Yılın 11 ayında toplamda en az 78 çocuk, iş kazalarında can verdi. Üstelik son 10 günde bile 8 yeni trajedi yaşandı. Bu istatistikler, kuru rakamlar değil; her biri bir ailenin yıkımı, bir geleceğin söndürülmesi anlamına geliyor. Çocuk işçiliği, Türkiye'nin en derin yaralarından biri olarak, her geçen gün daha da kanıyor.
Bu ölümlerin en taze ve yürek burkan örneklerinden biri, Kocaeli'nin Dilovası ilçesinde meydana geldi. 8 Kasım Cumartesi günü, bir parfüm deposunda çıkan yangın, adeta bir felakete dönüştü. Yangında, ikisi çocuk olmak üzere toplam 6 kadın işçi hayatını kaybetti. Aileler, sevdiklerinin cansız bedenlerini beklerken, yetkililerden somut bir adım gelmedi. Bu olay, sadece bir kaza mıydı, yoksa önlenebilir bir ihmal mi? Deponun yangın güvenliği önlemleri yetersizdi, çıkış yolları tıkalıydı ve acil durum planı yoktu. Çocuk işçilerin, yetişkinlerden farksız risklerle karşı karşıya bırakılması, sistemin ne kadar çürük olduğunu gözler önüne seriyor. Benzer bir trajedi, daha da yakın zamanda yaşandı: 16 yaşındaki Alperen Uygun, MESEM programı kapsamında çalıştırıldığı inşaatın üçüncü katından asansör boşluğuna düşerek can verdi. Alperen'in okulu, Rüştü Kazım Yücelen Mesleki Eğitim Merkezi'ydi – ironik bir şekilde, Türkiye'nin ilk MESEM projeli okulu olarak açılmıştı. Bu okul, gençlere "eğitim" vaadiyle sunulurken, gerçekte ölümcül bir sömürü tuzağına dönüşmüş gibi duruyor.
İSİG raporunun derinliklerine inince, MESEM'in kökeni daha da ürkütücü hale geliyor. Raporda, “2016 yılı sonuna kadar var olan ‘Çıraklık Eğitim Merkezleri’nin devamı niteliğinde olan MESEM, 4+4+4 modeliyle birlikte eğitim sisteminin içine entegre edilmiş ve kitleselleştirilmiş bir çocuk işçilik sistemi” şeklinde çarpıcı bir değerlendirme yer alıyor. Bu sistem, çocukların eğitim hakkını gasp ederken, onları fabrikalara, inşaatlara ve tehlikeli işlere itiyor. Üstelik, MESEM kapsamındaki toplam 505 bin öğrencinin büyük çoğunluğu 18 yaşın altındaki çocuklar. Bu rakamlar, milyonlarca gencin geleceğinin nasıl hiçe sayıldığını gösteriyor. Tarımsal alanlardan sanayi bölgelerine göç eden çocuk işçiler, artık kentlerin gölgesinde eziliyor. Onlar, ucuz iş gücü olarak görülüyor; sigortasız, eğitimsiz ve korunmasız. Her sabah işe giderken, bir daha dönmemek üzere veda eden kaç aile var, kestirmek zor. Ama bu ölümler, sadece istatistik değil; her biri birer suç unsuru taşıyor.
Peki, devletin bu sömürüye karşı tutumu nedir? İşte burada asıl skandal ortaya çıkıyor. TBMM'deki haftalık grup toplantısında, CHP Genel Başkanı Özgür Özel, MESEM programının perde arkasını ifşa etti. “2 yıl önce 41 milyon ayırdıkları çocuk işçiliğiyle mücadeleye bu sene bütçe dahi ayırmamışlar. Aynı bütçede MESEM üzerinden patronlara verilmek üzere teşvik kalemine ise 6 milyar lira koymuşlar. Bir tarafa bin lira, bir tarafa patronlar için, MESEM’de çocuk çalıştırsınlar diye teşvik kalemine 6 milyar lira koymuşlar” diye haykırdı Özel. Bu sözler, vicdan sahibi herkesi ayağa kaldırmalı. Hükümet, bir yandan çocuk işçiliğini önleme fonlarını sıfırlarken, diğer yandan patronlara milyarlarca liralık teşvik yağdırıyor. Bu, açık bir tercih: Çocukların hayatı mı, yoksa sermayenin kârı mı? MESEM, eğitim kisvesi altında, çocukları kölelik sistemine hapsediyor. Patronlar, bu teşviklerle ceplerini doldururken, çocuklar enkaz altında kalıyor. Bu bütçe uçurumu, Türkiye'nin sosyal adalet krizini özetliyor: Zenginler daha zengin, yoksullar daha ölümlü.
Bu tablo karşısında, toplumun sessiz kalması mümkün mü? Hayır, olamaz. Her ölüm, bir uyarı çanı. Alperen'in düşüşü, Dilovası'ndaki yangın, 78 çocuğun gözyaşları – bunlar rastgele olaylar değil, yapısal bir felaketin parçaları. Çocuk işçiliği, sadece ekonomik bir sorun değil; insan haklarının en temel ihlali. MESEM gibi programlar, reform kisvesi altında, sömürüyü kalıcılaştırmak için tasarlanmış gibi. 505 bin çocuğun kaderi, bir avuç patronun elinde oyuncak olmamalı. Eğitim, ölüm değil, umut olmalı. Hükümetin bütçe öncelikleri, bu vahşeti besliyor; teşvikler çocuk kanıyla finanse ediliyor. Peki, değişim ne zaman? Toplum, STK'lar ve muhalefet, bu ölümleri durdurmak için birleşmeli. Aksi takdirde, Türkiye gerçekten bir "ölüm ülkesi"ne dönüşecek – her sabah yeni bir cenaze haberiyle uyanacağımız bir ülkeye.
Bu ölümlerin ardı arkası kesilmiyor, çünkü kök nedenler ele alınmıyor. Çocuklar, yoksulluk döngüsünden kurtarılamıyor; aileler, geçim derdiyle evlatlarını işe gönderiyor. Kentlere göç, tarımsal sömürüyü sanayi baskısına çevirdi. İSİG'in raporları, bu göçün ölümü nasıl hızlandırdığını netleştiriyor: Fabrikalarda, inşaatlarda, depolarında çocuklar, yetişkinlerin bile kaldıramayacağı yüklerin altında eziliyor. Yangınlar, düşüşler, ezilmeler – hepsi önlenebilirken, neden önlenmiyor? Güvenlik standartları mı yetersiz, denetimler mi göstermelik? Cevap, raporun satır aralarında gizli: Sistem, ucuz emeği tercih ediyor. MESEM, çıraklık modelini modernize etmek yerine, kitlesel bir sömürü fabrikasına dönüştü. 4+4+4 eğitim reformu, bu tuzağı entegre etti; çocuklar okul yerine atölyelerde "eğitim" alıyor.
Özgür Özel'in meclisteki isyanı, bu ikiyüzlülüğü en net ortaya koyan seslerden biri. Onun sözleri, sadece eleştiri değil; bir manifesto gibi. Bütçede çocuk mücadelesine sıfır ayırmak, patronlara 6 milyar akıtmak – bu, ahlaki bir çöküş. 41 milyonluk fonun kesilmesi, 78 çocuğun ölümüne zemin hazırladı. Her teşvik lirası, bir çocuğun kanıyla lekelenmiş. Toplum, bu utancı daha ne kadar taşıyacak? Medya, bu ölümleri manşet yapmalı; ebeveynler, çocuklarını korumak için ses yükseltmeli. Değişim, ancak kolektif bir iradeyle gelir. Yoksa, yarın başka bir Alperen, başka bir yangın haberiyle sarsılacağız. Türkiye, ölüm ülkesinden çıkmak için acil önlemler almalı: MESEM'i sorgula, bütçeyi adil kıl, çocukları koru. Gelecek nesiller, bu ihmallerin bedelini ödememeli – ödemeyecekler, eğer şimdi harekete geçersek.