Türkiye Ekonomisinde Siyasetin Belirleyiciliği: Kulisler Erken Seçimi İşaret Ediyor

Türkiye ekonomisi ve finansal piyasalar, güncel siyasi gelişmelerin etkisi altında kalmaya devam ediyor. Piyasaların siyasete birebir odaklı olduğu belirtilirken, yaşanan tüm gerilimlerin ve gelişmelerin yakından takip edilmesi gerekiyor.

Son günlerde yaşanan yoğun siyasi olaylar, özellikle İstanbul trafiği ve bağlantı sorunları gibi elde olmayan sebeplerle gecikmeler yaşansa da, gündemin sıcak konuları ekonomiye olan etkileriyle birlikte değerlendirildi. Siyasi ve ekonomik analizler, her şeyin tamamen siyasete baktığını gösteriyor. Örneğin, geçmişte 19 Mart’ta yapılan faiz artışının sebebinin kesinlikle enflasyon olmadığı, insanların dolar almasını engellemek için yapıldığı vurgulanmıştı. Benzer şekilde, ana muhalefet partisinin bir davasının düşürülmesi (ki bu davanın tekrar canlandırılacağı muhtemel) sonrasında borsanın aniden yüzde 3 ila 4 yükselmesi, piyasaların siyasete ne kadar bağlı olduğunun kanıtı olarak sunuluyor.

İmamoğlu Dosyasında Sertleşme ve Gazetecilerin İfadesi

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu soruşturması kapsamında altı gazetecinin ifadeye çağrılması ve gözaltına alınması, siyasi gündemin en önemli başlıklarından biri oldu. Gazetecilerin bu ifadeleri İmamoğlu davası için verdiği belirtilirken, savcının iddianamenin Kasım ayının ilk haftası açıklanacağını söylemesi, ifade alma sürecinin bu tarihin bitmesine bir gün kala yapılması dikkat çekiyor.

Faizsiz 150 Bin TL Evlilik Kredisiyle Genç Çiftlere Büyük Destek Başvuru Şartları Belli Oldu
Faizsiz 150 Bin TL Evlilik Kredisiyle Genç Çiftlere Büyük Destek Başvuru Şartları Belli Oldu
İçeriği Görüntüle

Bu sertleşme sürecinin finans piyasalarına yaramadığı kesin. Ancak siyasi gelişmeler ışığında, “İmamoğlu’nun artık bu şartlar altında CHP’nin bir yeniden iktidara gelip düzenlemeler yapmadan, ne bir belediye başkanı olarak görmemiz ne de bir çay bahçesinde görmemiz teknik olarak mümkün görülmüyor” değerlendirmesi yapılıyor. Gazetecilerin gözaltına alınması veya ifadeye başvurulması olayının abartılacak bir durum olmadığı, bunun sadece İmamoğlu olayını canlı tutmaya yönelik bir hamle olduğu düşünülüyor.

MHP-AKP İlişkilerinde Gerginlik ve Koalisyonun Sonu

Politikadaki asıl odak noktasının MHP tarafı olması gerektiği belirtiliyor. İki gündür çok enteresan haberler gündemde: AKP tandanslı Yeni Şafak gazetesinin “Koalisyon İmralı’ya gitmesin” başlığına karşılık, MHP tandanslı Türk gazetesinin “Terörsüz Türkiye’ye darbe” başlığıyla yanıt vermesi, AKP ile MHP arasında söylenmese de bir tatsızlık olduğunun işareti olarak görülüyor.

MHP’nin kafasında AKP ile koalisyonu bitirdiği, ancak ipleri kopartan parti olmak istemediği düşünülüyor. Enteresan bir şekilde AKP’nin de MHP ile ilişkiyi kestiği, arada ciddi bir gerginlik olduğu ifade ediliyor. Son dönemde MHP’lilere yönelik operasyonlar, özellikle MHP’li emniyet müdürlerinin görev yerlerinin değiştirilmesi ve bazılarının merkeze alınması, AKP’nin MHP’nin kolunu kanadını kestiği şeklinde yorumlanıyor.

Buna karşılık MHP, açılım hamleleriyle AKP’yi sıkıştırmaya çalışıyor. Eski bir siyasetçinin çıkışı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ciddi anlamda köşeye sıkıştırdı. Analizlere göre, Devlet Bahçeli’nin bir gün çıkıp “Türkiye’nin iddia ediyorum Murat bunu yeni bir nefese ihtiyacı var” diyerek alternatif bir iktidar (CHP ve İyi Parti’nin olduğu söylenen) önereceği bekleniyor.

Erdoğan’ın Geleceği ve Bilal Erdoğan Hazırlığı

Piyasalardaki gerginliğin temelinde yatan bu süreç, Türkiye’nin hızlı bir seçim atmosferine girdiğini gösteriyor. Hatta normal şartlarda seçimlerin bu yıl yapılmış olması gerektiği, ancak AKP oylarının hızla düşmesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Ekrem İmamoğlu arasında 15 puan, Mansur Yavaş ile arasında ise bazı anketlerde 17-20 puan fark olması nedeniyle planların değiştiği belirtiliyor.

Erdoğan’ın zaten aday olmak istemediği, yorgun ve hasta olduğu, bu yaşta iktidarda tutulmasının kendisine zulmetmekten başka bir şey olmadığı ileri sürülüyor. Buna rağmen Devlet Bahçeli’nin ısrarla “gitmek yok adayımız Erdoğan” demesi, iktidarın Bilal Erdoğan’ı getirmeye çalıştığı bir dönemde, Bahçeli’nin “o startı verecek” büyük yarışmacı olacağı öngörülüyor.

Erken seçim kararı alınırsa, bu durumun borsa için yukarı yönde bir patlama yaratacağı ve Türkiye’ye ciddi para girişi olacağı tahmin ediliyor. Eğer Mansur Yavaş aday olursa, ona yapılan suç duyuruları ve baskıların bir gözdağı olduğu, ikinci İmamoğlu olmaması için uyarıldığı düşünülüyor. Ancak bir operasyonla Yavaş devre dışı bırakılırsa, sürecin hızlanacağı ve bu durumda AKP’nin şansının olup olmayacağı meçhul. Yine de bu durumun Turgut Özal’ın 1983 darbesi sonrası beklenmedik yükselişine benzer şekilde başka bir adayı öne çıkarabileceği, ancak Erdoğan ve AKP döneminin bittiği öngörülüyor.

Anayasal Suç ve Yargı Krizi

Piyasaların erken seçimden daha çok korkması gereken bir başka gelişme ise Anayasa Mahkemesi (AYM) ile 13. Ağır Ceza Mahkemesi arasındaki yetki gaspı krizi. Ağır Ceza Mahkemesi’nin AYM’nin bağlayıcı kararına uymaması, Türkiye’de bir anayasal suç teşkil ediyor ve mahkemelerin herhangi bir yaptırımının kalmadığı anlamına geliyor. Bu durumun, gelecekte bir siyasetçinin, örneğin İmamoğlu’nun, “Beni tutuklayan mahkemenin kararını tanımıyorum” deme hakkını bile doğurabileceği belirtiliyor.

Bu büyük anayasa olayının, AKP’nin bu seçimi kazanmak zorunda olduğu bilinciyle hareket etmesine neden olduğu düşünülüyor. Bilal Erdoğan’ın kazanma şansının olmadığı ancak birilerinin onu buna inandırdığı, çünkü halen AKP’nin yüzde 25-30 bandında bir taraftar kitlesi olduğu ifade ediliyor.

Merkez Bankası ve Enflasyon Raporunun Gerçekliği

Yarın açıklanacak Merkez Bankası Enflasyon Raporu’nun çok önemli bir gelişme sanılsa da, aslında içeriğinin siyasetin etkisiyle belirlendiği yönünde sert eleştiriler mevcut. Merkez Bankası’nın son iki kararını siyasetin etkisiyle verdiği ve dezenflasyon sürecinin başarılı olduğunu iddia edeceği tahmin ediliyor.

Ancak bu raporun gerçekleri yansıtmadığı, Merkez Bankası’nın 15 gün sonra enflasyon hedefini revize eden ve “2,5 yıldır yüksek faizle ülkenin anasını ağlattık, ancak iktidar bize maliye politikalarında destek vermediği için başarısız olduk” demesinin beklenmediği belirtiliyor.

Enflasyonla mücadele için faizler artırılmış olsa da, döviz mevduatlarının 2024 başından bu yana 50 milyar dolar yükseldiği görülüyor. Bu kadar yüksek faize rağmen vatandaş ve şirketlerin hala dövize yönelmesi (yaklaşık 19 milyar dolarlık döviz alımı), halkın enflasyonun düşeceğine inanmadığını gösteriyor.

Tüketim Çılgınlığı ve Doların Aşırı Değersizliği

Halkın yüzde 65’i enflasyonun düşeceğine inanmıyor. Enflasyonu asıl azdıran grubun, alt gelir grubu (ki onlar zaten bitmiş durumda) değil, üst gelir grubu olduğu, bu grubun çılgınca harcama yaptığı belirtiliyor. Elektronik eşya, lüks mallar, hatta pahalı etlerin satıldığı marketlerin tıklım tıklım dolu olduğu görülüyor.

Bu tüketim çılgınlığının ve yüksek enflasyon beklentisinin en büyük nedeni, Türk lirasının gereksiz bir şekilde değerli, doların ise aşırı derecede ucuz olmasıdır. Bu durum, “Türkiye’de en ucuz şey Türk lirası olduğu için en ucuz şey dolar olduğu için” ifadesiyle özetleniyor.

Doların normalde olması gereken fiyatın 52 lira olduğu ve bu denge sağlanmadığı sürece insanların dolara yönelmeye devam edeceği vurgulanıyor. Vatandaşlar dolar stokluyor ya da dolar karşılığı alışveriş yapıyorlar. Bankaların mevduat faizlerini yüksek tutması şu an için dolarizasyonu frenlese de, faizlerin düşürülmesi durumunda dolarizasyonun hızla artacağı öngörülüyor. Mevduatların çoğunluğunun Türk lirası dışındaki yatırım araçları, özellikle de altına kaydığı belirtiliyor.

Dolar kurunun düşük tutulmaya çalışılması, ihracatçıyı da olumsuz etkiliyor. Otomotiv ticaret açığının 6 milyar dolara çıktığı ve ithalatın %28 arttığı, deli gibi yabancı oto satıldığı belirtiliyor. Turizm gelirleri de düşüşte; bir turizmcinin “kardeşim turizm bitmiş” dediği, Arap, Rus ve Avrupalı turistlerin gelmediği, Türkiye’nin pahalı bir ülke haline geldiği ifade ediliyor.

Konut Sektöründe Kriz ve Çift Hızlı Talep

Yüksek faize rağmen gayrimenkul satışlarında rekor kırıldığı ve on ayda 2.6 milyon gayrimenkulün el değiştirdiği, devletin bu işten 123 milyar lira harç geliri elde ettiği bilgisi mevcut. Ancak bu kadar büyük bir işlem hacmi olmasına rağmen konut fiyatlarının reel olarak yükselmemesi, sektörde bir krizin göstergesi.

Aslında inşaat sektörünün ve müteahhitliğin krizde olduğu, müteahhitlerin ürettiklerini satamadığı belirtiliyor. Türkiye’de orta gelir grubunun (doktorlar, mühendisler dahil) konut alma şansı kalmadı. 5 milyonluk bir evin taksitini ödeme gücünün olmaması, faizler %20’ye düşse bile sorunu çözmüyor. Türkiye’nin en büyük bankasının CEO’suna sorulduğunda, banka personelinden bile çok az kişinin (1000 küsür kişi) 5 milyonluk evin taksidini ödeyebileceğinin ortaya çıktığı söyleniyor.

Satılan evlerin genellikle el değiştiren ikinci ellerden, kentsel dönüşüm projelerinden veya “peynir ekmek gibi” satılan 50 milyon liradan başlayan A plus evlerden oluştuğu belirtiliyor. Konutta halen kara kışın devam ettiği düşünülüyor.

Öte yandan, iktidarın asgari ücret belirlemede geçmiş enflasyonu hesaba katmayıp, gelecekteki %16’lık beklentiye göre (buna 4 puan da eklenerek %20) hareket ettiği, bunun mevcut %34 enflasyonda gelirin %14 daha fakirleşmesi anlamına geldiği ve bunun daha önce de yapıldığı eleştirisi getiriliyor.

Borsa Manipülasyonları ve Düzenleyici Kurumun Sessizliği

Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) Kongresi’nde bir bakanın fonlarda manipülasyon yapıldığını bildiklerini ve cezaları ağırlaştıracaklarını açıklaması büyük yankı uyandırdı. Bu durum, “suçu tespit edecek kurum SPK’dır. Başkan orada bana göre dil sürçmesi oldu çünkü başkan ‘Evet yani biz manipülasyonu biliyorduk ama sesimizi çıkartmadık’ demesi suçtur” şeklinde yorumlanıyor.

Öngörülen ceza olan lisans iptalinin yetersiz olduğu, 1 milyon dolar el koymanın yanında lisans iptalinin manipülatörlerin umrunda olmayacağı ifade ediliyor.

Borsada, bir aracı kurumun kendi hissesini halka arz ettiğinde satamadığı hisseleri serbest fon kurarak buraya koyduğu, çoğunluk kendinde olduğu için tavan tavan götürdüğü ve fonun %7.000, %8.000, hatta %10.000 artış gösterdiği bir “fon rezaleti” yaşanıyor. Bu durumun Ponzi şemasına benzetildiği ve yabancı yatırımcının bu tür bir borsaya gelmeyeceği belirtiliyor.

Manipülasyon yapan aracı kurum yöneticilerine ceza verildiğinde, onların hemen Merkez Bankası’ndan üst düzey yetkilileri veya eski bakan yardımcılarını yönetime alarak SPK’nın denetiminden kaçmaya çalıştıkları da dikkat çekiyor.

Ayrıca, borsada çalışan sayısı sıfır olan şirketlerin (iki masa bir kasa bile değil) halka arz edildiği, bunlardan birinin 80 liradan 2.200 liraya kadar yükselip 1.700 liraya düştüğü (Ufuk Yatırım), diğerinin ise 35 milyar lira piyasa değerine sahip olduğu (Lidya Yeşil Enerji) gibi inanılmaz durumlar olduğu belirtiliyor. Bir factoring şirketinin piyasa değerinin Yapı Kredi Bankası veya Sabancı Holding ile eş değerde olmasının kabul edilemez olduğu, bunun “spekülasyon” olduğu vurgulanıyor. Türkiye’nin en önemli holdinglerinin (Sabancı, Koç, Eczacıbaşı, Tüpraş) risk primi nedeniyle ucuz olduğu, ancak bu durumun borsanın genel sağlığını yansıtmadığı ifade ediliyor.

Yabancı Yatırımcı Yokluğu ve Tahvil Piyasasındaki Yerlileşme

Borsaya yabancı yatırımcı gelmediği gibi, tahvil ve faize de, yüksek faize rağmen yabancı ilgisi düşük kalıyor. Türkiye’nin Eurobond ihracına 3 kat talep gelmesine rağmen, yurt dışında satılan Eurobondların %62’sinin yerlilerin elinde olduğu ortaya çıktı. Devlet İç Borçlanma Senetlerinde (DİBS) ise yabancı payı sadece %6 iken, yerli payı %94’tür.

Merkez Bankası’nın enflasyon beklentisinin %20 olacağı öngörülürken, 2 yıllık tahvil faizinin %40, 5 yıllık tahvil faizinin ise %37 verilmesi eleştiriliyor. Eğer enflasyon gerçekten düşecekse, bu faiz oranlarıyla yabancıya para vermek “hainlik” olarak nitelendiriliyor.

Barınma Krizi ve Demografik Çöküş İşaretleri

Resmi demografik araştırmalar, Türkiye’de yaşayan ailelerin %58’inin çocuksuz hane olduğu, %19’unun ise tek başına yaşadığını gösteriyor. Aile ortalaması 3.1’e düşmüş durumda.

Bu durumun ana nedeni “barınma krizi” olarak gösteriliyor. İstanbul’da kira ortalamasının 33.000 lira olduğu bir ülkede, asgari ücretin 21.000-22.000 lira civarında olması nedeniyle, “kimse ne sevişir ne evlenir ne de çocuk yapar” deniliyor. Böyle bir şartta dünyaya çocuk getirmenin haksızlık ve günah olduğu belirtiliyor, zira çocuğa eğitim ve yeterli beslenme (okul ücretlerinin ve gıda fiyatlarının yüksekliği nedeniyle) sağlanamayacaktır. Örneğin, özel okul anaokulu ücretlerinin 1 milyon liraya ulaştığı ifade ediliyor.

Kırmızı etin dünya ortalaması 7 dolar iken, Türkiye’de 18 dolar civarında olması, Almanya gibi ülkelerde dahi fiyatların daha uygun olması eleştiriliyor.

Türkiye’nin aynı zamanda sağlık krizi yaşadığı, Hollanda’daki savaş sonrası yaşanan ve üç nesil süren *“açlık sendromu”*na benzer bir durumun Türkiye’de de yaşandığı uyarısı yapılıyor. Ebeveynlerin yeterince beslenememesi nedeniyle doğacak çocukların sağlıklı olmayacağı, protein (et, yumurta, süt) alamayan çocukların sağlıklı büyüme şansının kalmadığı belirtiliyor.

Küresel Eksen Kayması ve Altın Savaşları

Jeopolitik alanda önemli bir gelişme olarak, Kamboçya’nın altın rezervlerini Londra ve New York yerine Şangay’da (Çin’de) tutacağını açıklaması gündeme geldi. Kamboçya, “Çin altının dünya başkenti, finans merkezi oluyor” dedi.

Bu durum, Rusya’nın varlıklarına el konulması olayından duyulan korkuyla ilişkili olarak değerlendiriliyor. Artık ülkelerin tahvilden altına yöneldiği ve olası el koyma risklerinden kaçındığı görülüyor. Çin’in altının merkezi olmaya çalışmasının, küresel eksen kaymasının bir göstergesi olduğu ve önümüzdeki günlerde “altın savaşlarının daha da hızlanacağı” öngörülüyor.

Çin, rezerv paraya (dolara) meydan okumaya çalışıyor. Bunu daha önce parayla yapamadığı için geriye tek bir aracın altın kaldığı belirtiliyor. Bu hamlelerin Rusya tarafından da desteklendiği, Rusya’nın da yakında altınlarını Şangay’a yollayacağı tahmin ediliyor.

Son olarak, ekonomik zorluklar ve regülasyonlar nedeniyle mağduriyet yaşayan yatırımcıların durumu da gündeme geldi. Özellikle yurt dışındaki paraları için devletin maalesef ilgisiz kaldığı, ancak mağdurların organize olup haklarını birlikte aramaları durumunda başarılı olabilecekleri ifade ediliyor.