Washington'un sonbahar havası, her zamanki gibi diplomatik fısıltılarla ağırlaşmıştı; Potomac Nehri'nin sakin akışına rağmen, otel lobileri ve konferans salonları birer entrika yuvasına dönüyordu. IMF ve Dünya Bankası'nın yıllık buluşması, dünyanın ekonomik nabzını tutan o devasa sahnede, Türkiye'nin adı sıkça anılıyordu. Yabancı yatırımcılar, kahvelerini yudumlarken notlar alıyor, yetkililer sunumlarında haritalar açıyordu. Ama o sohbetlerin asıl tadı, kapalı kapılar ardında çıkıyordu; bir cümle, bir bakış, bir ima, piyasaları sallayabilirdi. Bu yılki toplantılar, sadece rakamlarla değil, endişelerle doluydu; enflasyonun inatçı direnişi, faizlerin beklenmedik dansı, ve bir ülkenin geleceğini belirleyecek o kritik karar. Peki, o kapalı kapılardan sızan neydi? Yatırımcılar, neden kulaklarını dört açmıştı? Hikaye, bir sunumun slaytlarından başlıyor, ama asıl heyecan, o slaytların ötesinde yatıyor.
TCMB Başkanı Fatih Karahan ve ekibi, o kalabalık salonlarda yabancı yatırımcılara dönüp, ekonominin son fotoğrafını çekmişti. Sunumlar, grafiklerle doluydu; enflasyonun zirve yaptığı Mayıs günlerinden, Eylül'deki beklenmedik sıçrayışa kadar her şey masadaydı. Yetkililer, son aylarda gözlemlenen o "fiyat katılığı"nı vurguluyor, kalıcı enflasyonun baş belası olduğunu fısıldıyordu. Bir kaynak, bu sohbetlerde yetkililerin enflasyona dair kaygılarının iyice kabardığını aktarıyordu; faiz indirimlerinin temposunu yavaşlatmaya hazır olduklarını ima eden cümleler, havada asılı kalıyordu. Düşünün ki, Temmuz'da 300 baz puan, Eylül'de 250 baz puanlık keskin indirimler yapılmıştı; ama şimdi, o hızın frenlenmesi konuşuluyordu. Yatırımcılar, bu imaları yakalayıp not defterlerine karalamıştı; çünkü Perşembe günkü Para Politikası Kurulu toplantısı, bir dönüm noktası gibiydi. Reuters'e konuşan dört yabancı yatırımcı, o görüşmelerin ardından tedirgin bir tonda aktarıyordu: Yetkililer, indirim döngüsünün ne kadar yavaşlatılabileceğine dair net bir işaret vermemişti. Bu belirsizlik, Türk tahvillerine yatırım yapan o dört ismi, geceleri uykusuz bırakıyordu; piyasalar, bir sonraki hamleyi beklerken, nabızlar hızlanıyordu.
O görüşmelerin sıcaklığı, sadece kapalı kapılarda kalmamıştı; dışarıda, lobilerde fısıltılar dolaşıyordu. TCMB yetkilileri, PPK kararından önce piyasadaki beklentileri yakından tartacaklarını söylüyordu; enflasyonun Eylül'de yüzde 33.3'e sıçraması, Mayıs 2024'ten beri ilk yükselişiydi ve bu, herkesi sarsmıştı. Ağustos'taki veriler de beklentilerin üstünde çıkmış, aylık ve yıllık enflasyon oranları adeta bir uyarı sinyali vermişti. Karahan, ayın başlarında bir etkinlikte, "Son zamanlarda enflasyondaki aşağı yönlü eğilim biraz yavaşladı, bunu önemli bir gelişme olarak göz önüne alıyoruz" demişti; sesindeki o hafif tedirginlik, dinleyenleri ürpertmişti. Ama aynı solukta, fiyat istikrarına ulaşılana kadar para politikasının sıkı kalacağını vurgulamış, kaydedilen ilerlemenin "çok önemli ve cesaret verici" olduğunu eklemişti. Bu ikili mesaj, yatırımcıları hem rahatlatıyor hem geriyordu; sıkı politika, 2023 ortalarından beri düşük faiz günlerinden vazgeçişin meyvesiydi. O politika değişikliği, yabancı sermayeyi çekmiş, döviz rezervlerini şişirmişti; Türk varlıkları, bir mıknatıs gibi çalışmaya başlamıştı. Ama enflasyonun inatçı gölgesi, bu başarıyı tehdit ediyordu; fiyat katılığı, ekonominin damarlarında bir tıkanıklık gibi duruyordu.
Yatırımcıların o dört sesi, Reuters'e döküldüğünde, manzara netleşmişti. Bir tanesi, son iki indirimin beklenenden biraz agresif olduğunu söylüyor, bu durumun politika değişikliği olasılığını güçlendirdiğini ekliyordu. Başka bir yatırımcı, yetkililerin gerekirse indirimleri durdurmaya hazır göründüğünü aktarıyordu; bu, bir duraklama sinyali miydi, yoksa tam bir fren mi? Reuters anketine katılan 17 iktisatçı, Ekim toplantısında bir haftalık repo faizinin 100 baz puan indirilmesini bekliyordu; politika faizi yüzde 40.50'den yüzde 39.50'ye gerileyecekti. Ama anketteki çeşitlilik, belirsizliği körüklüyordu; dördüncü iktisatçı indirim yapılmayacağını, beşi 150 baz puan, ikisi 250 baz puanlık keskin bir hamle tahmininde bulunmuştu. Bu farklı sesler, Washington'un koridorlarında yankılanıyor, Türk ekonomisinin rotasını sorgulatıyordu. Yetkililer, bu beklentileri izlerken, enflasyonun yavaşlayan dezenflasyon sürecini yakından tartıyordu; Mayıs'taki yüzde 75.4'lük zirveden Eylül'deki yükselişe, her veri bir puzzle parçası gibiydi. Yatırımcılar, o sunumların arasında, Türk lirasının değer kaybını, rezervlerin artan grafiğini konuşuyordu; sıkı politika, yabancıların cebini doldurmuş, ama enflasyonun gölgesi uzuyordu.
Bu sohbetlerin bir başka katmanı, TCMB Başkan Yardımcısı Cevdet Akçay'ın geleceğiydi. Akçay, sıkı para politikasının en ateşli savunucularından biriydi; Nisan 2026'da 65 yaş emekliliğe yaklaşırken, yerine kimin geleceği belirsizdi. Yatırımcılar, bu konuyu masaya yatırmış, Akçay'ın yokluğunun politika rotasını nasıl etkileyeceğini tartışmıştı. O, ekibin vazgeçilmezi gibiydi; sesi, enflasyonla mücadelede bir pusula görevi görüyordu. Emeklilik haberi, zaten tedirgin olan piyasalara bir darbe daha vurabilirdi; yatırımcılar, "Akçay gittikten sonra ne olacak?" diye soruyor, cevapları arıyordu. TCMB, bu toplantılara dair resmi bir açıklama yapmamıştı; Karahan da sessiz kalmıştı. Ama o kapalı kapıların ardındaki imalar, piyasaların radarına takılmıştı; Türk tahvilleri, bir sonraki kararı beklerken hafifçe dalgalanıyordu. Enflasyonun Eylül'deki sıçrayışı, sadece bir veri değil; bir uyarıydı, ekonominin kırılgan dengesini hatırlatan bir fısıltı gibi.
Washington'un o yoğun günleri, sadece rakamlarla geçmemişti; lobilerde, kahve molalarında, yatırımcılar kendi hikayelerini paylaşmıştı. Bir tanesi, Türk varlıklarına ilk yatırımını nasıl yaptığını anlatıyor, rezervlerin artışı karşısında nasıl heyecanlandığını söylüyordu. Ama aynı solukta, enflasyonun inatçı direnişini eleştiriyor, "Fiyat katılığı, her şeyi gölgeliyor" diyordu. Başka bir yatırımcı, agresif indirimlerin risklerini sıralıyor, politika değişikliğinin kapıda olduğunu ima ediyordu. Bu sohbetler, Reuters'e sızdığında, Türkiye'nin ekonomik nabzı küresel ekrana yansımıştı; yabancı sermaye, sıkı politikanın meyvelerini toplarken, belirsizlikten tedirgin oluyordu. Karahan'ın "ilerleme cesaret verici" sözleri, bir umut ışığı gibi parlıyordu; ama yavaşlayan dezenflasyon, o ışığı kısmen söndürüyordu. Piyasalar, Perşembe'yi beklerken, iktisatçıların anketleri gibi çeşitlilik gösteriyordu; kimisi indirim, kimisi duraklama öngörüyordu. Bu çeşitlilik, ekonominin dinamik ruhunu yansıtıyordu; her hamle, bir sonraki dalgayı doğuruyordu.
TCMB'nin yolculuğu, 2023 ortalarındaki o büyük dönüşümle şekillenmişti; düşük faiz politikası terk edilmiş, sıkılaşma rüzgarları esmişti. Bu değişim, enflasyonun yükselmesine ve liranın değer kaybına yol açmıştı başta; ama zamanla, yabancı yatırımcıları çekmiş, rezervleri kabartmıştı. Şimdi, o rezervlerin gücü, enflasyonun baskısıyla sınanıyordu; Eylül verileri, beklentileri aşmış, aylık artışlar sürpriz yaratmıştı. Yatırımcılar, bu tabloyu yorumlarken, Akçay'ın emekliliğini bir risk unsuru olarak görüyordu; onun sıkı politika savunuculuğu, ekibin belkemiğiydi. Yerine gelecek isim, rotayı belirleyecekti; bu belirsizlik, sohbetlerin en sıcak konusu olmuştu. Reuters'e konuşanlar, yetkililerin hazır göründüğünü söylüyordu; indirimleri durdurmak, gerekirse faizleri sabit tutmak, seçenekler arasında dönüyordu. Bu hazırlık, piyasalara bir mesajdı; enflasyonla mücadele, her şeyin önünde geliyordu.
Perşembe günkü PPK toplantısı, bu fısıltıların doruk noktası olacaktı; piyasa beklentileri, 100 baz puanlık indirim etrafında toplanmıştı. Ama anketin içindeki o dörtlü ses, indirimsiz bir senaryo çiziyordu; beşi ise daha agresif bir hamle bekliyordu. Bu karışıklık, yatırımcıların kafasını karıştırıyordu; yetkililerin net işaret vermemesi, belirsizliği körüklüyordu. Karahan'ın Washington'daki sözleri, bu karışıklığa bir çare gibiydi; "Fiyat istikrarına ulaşılana kadar sıkı kalacağız" vurgusu, bir taahhüt gibi yankılanıyordu. Ama yavaşlayan eğilim, o taahhüdü test ediyordu; fiyat katılığı, ekonominin yumuşak karnıydı. Yatırımcılar, bu yumuşak karnı sıkıca tutmuş, notlarını almıştı; Türk tahvillerinin getirisi, bu notlarla dalgalanıyordu.
Bu toplantıların yankıları, sadece Washington'la sınırlı kalmayacaktı; İstanbul'un finans merkezlerinde, ekranlar bu haberleri yutuyordu. Yabancı sermaye, rezervlerin artışı karşısında hâlâ cazip görüyordu; ama enflasyonun gölgesi, o cazibeyi kısmen eritiyordu. Akçay'ın emekliliği, bir soru işareti gibi duruyordu; onun sıkı politika sesi, sessizleşirse ne olacaktı? Yatırımcılar, bu soruyu sorarken, TCMB'nin sessizliğini bir strateji olarak okuyordu; resmi açıklama yok, ama imalar bol. Perşembe, bu imaların meyvesini verecekti; indirim mi, duraklama mı? Piyasalar, nefesini tutmuş bekliyordu. Enflasyonun Eylül sıçrayışı, bir hatırlatmaydı; Mayıs zirvesinden beri ilk yükseliş, ekonominin kırılganlığını gösteriyordu. Yetkililer, bu kırılganlığı biliyor, fiyat katılığını yenmek için hazırlanıyordu.
Sonuçta, bu Washington fısıltıları bir ayna gibiydi; Türkiye ekonomisinin güçlü yanlarını, zayıf noktalarını yansıtıyordu. Sıkı politika, yabancı yatırımcıyı çekmiş, rezervleri şişirmişti; ama enflasyonun inatçı dansı, her şeyi sorgulatıyordu. Karahan'ın cesaret verici sözleri, umudu diri tutuyordu; ama yavaşlayan dezenflasyon, bir uyarı gibiydi. Yatırımcıların Reuters'e döktüğü endişeler, Perşembe'yi şekillendirecekti; net bir işaret yoktu, ama hazır bir ekip vardı. Akçay'ın emekliliği, ufukta bir bulut gibi duruyordu; yerine gelecek isim, rotayı belirleyecekti. Piyasalar, bu bulutları izlerken, Türk lirasının dalgalarını hissediyordu. Bu hikaye, bir toplantıyla bitmiyordu; enflasyonla mücadelenin uzun soluklu bir maraton olduğunu hatırlatıyordu. Washington'un koridorları boşalsa da, o fısıltılar İstanbul'a ulaşmıştı; şimdi, karar anı geliyordu. Ekonomi, bu kararlarla nefes alacak, yoksa sıkışacaktı. Yatırımcılar, kahvelerini bitirip notlarını katlarken, yarını düşünüyordu – ve yarın, Perşembe'ydi.





