Dünya

Trump’tan kritik Ortadoğu hamlesi Müslüman Kardeşler neden kara listeye girdi?

Trump'ın Müslüman Kardeşler'i terör listesine alması Sisi, Suudi ve Emirlikleri memnun ederken, Türkiye ve Katar'ı zor durumda bıraktı. Bu şok kararın perde arkasında yatan asıl neden ne?

Trump yönetiminin Ortadoğu’daki müttefiklerle ilişkileri yeniden şekillendirdiği ve dengeleri değiştirdiği bir dönemde, Müslüman Kardeşler’in belirli uzantılarını yabancı terör örgütleri listesine ekleyen kararnameye imza atılması, bölge siyasetinde büyük yankı uyandırdı. Alınan kararla, Dışişleri ve Hazine Bakanlıklarına, hareketin Mısır, Ürdün ve Lübnan’daki yapılanmalarını terör örgütleri listesine ekleme çalışmaları yapma talimatı verildi. Bu sürecin 30 gün içinde tamamlanması beklenirken, Müslüman Kardeşler’in uzantıları ile bağlantılı kişi ve kurumların mal varlıklarının dondurulması, seyahat kısıtlamaları getirilmesi ve harekete maddi destek sağlamanın suç sayılması gibi ciddi sonuçları beraberinde getireceği belirtiliyor. Kararın şimdilik ana gövde olan Mısır'ın yanı sıra, epeyce gölgede kalan Lübnan ve Ürdün’deki ana muhalefet partisi olarak varlığını sürdüren yapılanmalarla sınırlı kalması dikkat çekiyor.

Bu kararnamenin arkasındaki asıl itici gücün ne olduğu sorusu, İsrail hassasiyetleri ile yanıt buluyor. Karar, Hamas’ın 7 Ekim 2023’te düzenlediği saldırının ardından Gazze’de devam eden savaş sırasında bu grupların İsrail’e karşı aldığı tavırlara dayanıyor. Özellikle Müslüman Kardeşler’in Lübnan ayağı, 7 Ekim sonrası çatışmalarda Hizbullah’la birlikte hareket etmekle suçlanıyor. Örgütün Ürdün yapılanması ise Hamas’ın silahlı kanadına maddi destek sağlamakla itham edilirken, Mısır’daki Müslüman Kardeşler’in hedef alınmasının gerekçesi olarak da üst düzey bir liderin 7 Ekim'den sonra ABD'nin ortaklığına karşı eylem çağrısında bulunması gösteriliyor. Uzmanlar, bu yaklaşımın devam etmesi halinde, İsrail’e tepki gösteren binlerce örgütün terör listesine sokulabileceği uyarısında bulunuyor.

Oysa 1928’de Hasan El Benna tarafından kurulan ve siyasal İslam çizgisindeki en eski hareket olarak kabul edilen Müslüman Kardeşler, tarihsel süreçte Batılılar tarafından farklı gerekçelerle destek görmüştü. Bu destek, birincil olarak, İslamcılar aracılığıyla sömürgeci Batı'ya karşı güçlenen Arap milliyetçiliğinin önünü kesmek amacını taşıyordu. İkinci ve daha önemli bir motivasyon ise, "Yeşil Kuşak Stratejisi" kapsamında Araplar arasında komünizmin yükselişini önlemekti ve bu süreçte Suudi Arabistan’ın finansmanı son derece kritik bir rol üstlenmişti. Önceki Amerikan yönetimleri, Müslüman Kardeşler’i El Kaide gibi şiddet yanlısı cihatçılara karşı bir denge unsuru olabilecek "ılımlı siyasal İslamcılar" olarak görmüş ve ABD’nin çıkarları açısından bir güvenlik tehdidi oluşturmadığı kanaatini taşımıştı.

Bu kara liste kararı, ABD’nin Ortadoğu’daki müttefikleri arasında bir netleşmeye neden oldu. Karar, kuşkusuz ki uzun süredir Müslüman Kardeşler’e karşı mücadele eden Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) yönetimlerini memnun etti. Özellikle Mısır ve Emirlikler açısından dört gözle beklenen bu adımın, Trump’ın Gazze’de birinci dereceden işbirliğine girdiği Mısır’ı ve trilyon dolarlık anlaşmalar yaptığı Suudileri ve Emirlikleri ödüllendirdiği yorumları yapılıyor. Karardan rahatsızlık duyması muhtemel ülkeler ise, Müslüman Kardeşler’i destekledikleri gerekçesiyle sıkça eleştirilen ve Körfez’le ilişkileri bu nedenle örselenen Katar ve Türkiye olarak öne çıkıyor.

Ancak Türkiye ve Katar’ın bu kararı kendi üzerlerine alıp almayacakları, iki ülkenin yürüttüğü pragmatik politika nedeniyle karmaşık bir dengeyi işaret ediyor. Katar'ın siyasal İslamcı gruplarla kurduğu ilişki, ABD’nin bölgesel politikalarından bağımsız değil; zira Katar, ABD’nin bölgedeki tüm askeri operasyonlarının yönetildiği ve 10 bin civarında Amerikan askerine ev sahipliği yapan El Udeyd Üssü’ne ev sahipliği yapıyor. Katar, ABD’nin bölgesel çıkarlarına hizmet eden bir arabuluculuk mekanizması olarak (Taliban ve Hamas görüşmelerinde olduğu gibi) hareket etmekte ve Müslüman Kardeşler ile olan ilişkisi de bu kullanışlılık çerçevesinde ele alınmaktadır. Türkiye cephesinde ise, Trump’ın sık sık Erdoğan’ı göklere çıkardığı ve onu Gazze’den Suriye’ye kadar geniş bir alanda Amerikan planlarının ortağı olarak gördüğü belirtiliyor. Erdoğan’ın duygusal bağlarına rağmen, Doğu Akdeniz’deki denklemi yeniden kurmak adına Sisi yönetimiyle barışması sürecinde Müslüman Kardeşler’i "kamyonun altına ittiği" ve bu tür kararları görmezden gelebileceği öngörülüyor.

Diğer yandan, ABD’nin Ortadoğu politikalarındaki çelişki, şiddet yanlısı bir örgüt olan Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ)'ın Suriye’nin yeni meşru gücü olarak kabul görmesiyle daha da keskinleşiyor. HTŞ gibi, şiddet deryasından gelen bir örgüt, Amerikan çıkarlarına göre pozisyon alıp İsrail’e daha fazla güvence verdiği için tanınırken, Müslüman Kardeşler’in Suriye uzantısı ise HTŞ’ye muhalefet edip "demokrasi, siyasi çoğulculuk ve iktidarın barışçıl yollarla devri" gibi ilkeleri savunan bir bildirge yayımlaması üzerine kendini feshetme baskısıyla karşılaştı. Bu durum, Müslüman Kardeşler’in Arap Baharı ile elde ettiği başarıların ardından (Mısır'da 2013 darbesi, Tunus'ta kriminalizasyon) iktidara yapışma eğilimi ve cazibelerini kaybetmeleri gibi iç sorunlarının da küresel çapta bir tasfiyeye zemin hazırladığını gösteriyor.

ABD’nin Müslüman Kardeşler’i terör listesine alması, Avrupa’da da farklı tepkilere ve tartışmalara yol açtı. Avrupa’da (özellikle Almanya ve İngiltere’de) on yıllardır himaye gören Müslüman Kardeşler, küresel mali ve lojistik ağlarını bu topraklarda inşa etti. Avrupa’nın genel politikası, örgütleri terörist ilan ederek radikalleşme riskini artırmak yerine, tartışmayı toplumsal uyum ve aşırılıkçılığın önlenmesi çerçevesinde tutmaktır. Ancak Avusturya 2021'de Müslüman Kardeşler'i açıkça yasaklayan ilk AB üyesi olurken, Fransa ve Almanya’da da yoğun izleme ve tartışmalar sürmektedir. Müslüman Kardeşler, bu kararı İsrail ve Emirlikler’in taleplerine boyun eğme olarak nitelendirerek, hukuki temeli olmadığını ve kararın meşru siyasi oluşumlara ve milyonlarca kişiye karşı toplu cezalandırmaya dönüşebileceği uyarısında bulunuyor. Uzmanlar ise terörist ilan edilmenin, örgütleri yeraltına kaydırarak izlemeyi zorlaştırabileceği ve barışçıl siyaset alanının daraltılmasının daha radikal alternatiflerin cazibesini artırabileceği yönündeki endişelerini dile getiriyorlar.