ABD Başkanı Donald Trump'ın Ukrayna ve Avrupa'ya yönelik son açıklamaları, uluslararası arenada adeta bir deprem etkisi yarattı. Özellikle Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy'ye yaptığı sert eleştiriler ve Avrupa Birliği'ni "zayıf liderler tarafından yönetilen çürüyen uluslar topluluğu" olarak nitelendirmesi, yıllardır devam eden Ukrayna-Rusya savaşının kaderini doğrudan etkileyecek bir dönüm noktası olarak görülüyor. Trump, Politico dergisine verdiği röportajda, Ukrayna'nın savaşı kaybettiğini ima ederek toprak tavizleri vermesi gerektiğini savundu ve Zelenskiy'yi demokrasiden uzaklaşmakla suçladı. Bu sözler, Rusya'da coşkuyla karşılanırken, Avrupa'da tedirginlik yarattı. Peki, Trump gerçekten köprüleri atıyor mu, yoksa stratejik bir pazarlık mı yürütüyor? Bu makalede, Trump'ın çıkışlarının arka planını, Zelenskiy'nin tepkilerini, Rusya'nın memnuniyetini ve Avrupa'nın güvenlik ikilemini derinlemesine ele alacağız. Ukrayna savaşı gibi karmaşık bir meselede, her kelime bir satranç hamlesi; ve bu hamleler, sadece Kiev'i değil, tüm kıtanın geleceğini şekillendiriyor.
Trump'ın eleştirilerinin odak noktası, elbette Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy. Trump, Zelenskiy'ye doğrudan seslenerek, "Savaşı seçimlere gitmemek için bahane olarak kullanıyor" dedi ve onu "diktatör" olarak niteledi. Ocak ayında benzer bir çıkış yapan Trump, Zelenskiy'nin demokratik meşruiyetini sorgulamıştı: "Demokrasiden bahsediyorlar ama artık bir demokrasiden bahsedilemeyecek noktaya gidiliyor." Bu suçlamalar, Zelenskiy'nin görev süresinin Mayıs 2024'te dolmasına rağmen, Rusya'nın Şubat 2022'de başlattığı tam ölçekli işgal nedeniyle seçimlerin ertelenmesiyle ilgili. Ukrayna'da olağanüstü hal ilan edilmiş durumda; anayasa gereği savaş halinde seçimler ve hatta anayasa değişiklikleri yasak. Parlamentonun görev süresi ise Ağustos 2024'te sona erdi. Zelenskiy, bu baskılara rağmen seçimlere hazır olduğunu açıkladı: "30-60 gün içinde seçimlere gidebiliriz, ancak güvenlik garantisi şart." Bu ifade, Zelenskiy'nin hem iç kamuoyuna hem de uluslararası müttefiklere verdiği bir mesaj; çünkü ülke topraklarının yaklaşık yüzde 20'si Rus işgali altında ve BM verilerine göre 5,8 milyondan fazla Ukraynalı yurt dışına kaçmış durumda. İşgal altındaki bölgelerde yaşayan milyonlarca seçmen, seçimlerin adil yapılmasını imkansız kılıyor. Zelenskiy, seçim yasasında değişiklikler gerektiğini vurgularken, Rusya'nın bu süreci manipüle ederek Kremlin yanlısı bir hükümet getirme riskinden endişe duyduğunu ima etti.
Trump'ın Zelenskiy'ye yönelik baskısı, sadece iç siyasi meşruiyetle sınırlı değil; doğrudan savaşın geleceğine dair bir stratejiyi yansıtıyor. Trump, Politico'ya "Ukrayna savaşı kaybetti mi?" sorusuna şu yanıtı verdi: "Açıkçası, toprakları ben göreve gelmeden uzun süre önce kaybettiler. 10 aydır da toprak kaybetmeye devam ediyorlar." Bu sözler, Ukrayna'nın son aylardaki askeri kayıplarını –özellikle doğu cephesinde Rus ilerlemelerini– işaret ediyor ve Kiev'in masaya oturup toprak tavizleri vermesi gerektiğini ima ediyor. Dahası, Trump kategorik bir şekilde Ukrayna'nın NATO'ya üye olmayacağını ilan etti: "Ukrayna asla NATO'ya üye olmayacak." Bu, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in barış müzakerelerindeki kırmızı çizgilerinden biri; Moskova yıllardır NATO'nun doğuya genişlemesini savaşın ana nedeni olarak gösteriyor. Trump'ın bu tutumu, Ukrayna'nın Batı ittifakına entegrasyon hayallerini suya düşürüyor ve savaşın sonucunu Rusya lehine eğilimli bir uzlaşmayla sınırlıyor. Trump, Ukrayna halkı ve ordusuna "muazzam saygı duyuyorum" dese de, gerçekçi bir değerlendirme yaparak ekledi: "Rusya hep üstündü. Çok daha büyükler. Bu bağlamda çok daha güçlüler. Ama bir noktada genelde büyük olan kazanıyor." Bu pragmatik bakış, Trump'ın "Önce Amerika" doktrinini yansıtıyor; zira ABD'nin Ukrayna'ya aktardığı milyarlarca dolarlık yardımı kesme tehdidi, zaten aylardır Avrupa'da yankılanıyor.
Avrupa cephesinde ise Trump'ın okları, kıtanın liderlerini hedef alıyor. Trump, Avrupa'yı "çok konuşup hiçbir şey yapmamakla" suçladı ve "zayıf liderler tarafından yönetilen çürüyen uluslar topluluğu" benzetmesini yaptı. Bu eleştiri, Avrupa Birliği'nin Ukrayna savaşındaki rolüne yönelik; zira AB, ekonomik yaptırımlar ve insani yardımda öncü olsa da, askeri destekte ABD'ye bağımlı kalmış durumda. Trump, özellikle Ukrayna konusunda Avrupa'nın yetersiz kaldığını vurgulayarak, "Avrupa'nın daha fazla sorumluluk alması gerekiyor" mesajını verdi. Bu, Trump'ın ilk döneminde de görülen bir tema: NATO müttefiklerini savunma harcamalarını artırmaya zorlamak. Ancak bugünkü bağlamda, bu sözler Avrupa'da alarm zillerini çaldırıyor. Ukrayna savaşı, Avrupa'nın enerji güvenliğini sarsmış, enflasyonu tetiklemiş ve Rusya'yla ticari bağları koparmışken, Trump'ın köprüleri atma riski, kıtayı yalnız bırakma tehdidi olarak algılanıyor. Örneğin, Almanya ve Fransa gibi ülkeler, Ukrayna'ya Leopard ve Mirage tankları sağlayarak inisiyatif almış olsa da, Trump'ın "zayıf liderler" nitelemesi, bu çabaları küçümsüyor. Avrupa Birliği yetkilileri, özel görüşmelerde Trump'ın tutumunun "transatlantik ittifakı zayıflatacağını" dile getiriyor; zira NATO'nun doğu kanadındaki Polonya ve Baltık ülkeleri, Rus tehdidine karşı ABD'ye bel bağlıyor. Trump'ın Avrupa'yı dışlayan yaklaşımı, savaş sonrası yeniden yapılanmada Brüksel'i kenara iterek, ABD-Rusya ikili görüşmelerini ön plana çıkarıyor.
Bu gelişmelerin perde arkasında, Trump'ın yakın çevresinin Moskova ziyaretleri yatıyor. Trump'ın damadı Jared Kushner ve Özel Temsilcisi Steve Witkoff, son dönemde Putin'le doğrudan görüşmeler yaptı. Bu heyet, Ukraynalı yetkililerle de temaslarda bulundu, ancak somut bir sonuç alınamadı. Kushner ve Witkoff'un Moskova ziyareti, Trump'ın barış planının bir parçası olarak görülüyor: Hızlı bir ateşkes, toprak düzenlemeleri ve NATO dışı bir Ukrayna. Rusya cephesinden gelen tepkiler ise oldukça olumlu. Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov, Trump'ın açıklamalarını "çok önemli" bulduğunu belirterek, "Pek çok açıdan; NATO üyeliği, topraklar, Ukrayna'nın toprak kaybı konularında bizim görüşlerimizle örtüşmektedir" dedi. Peskov'un bu çıkışı, Putin'in stratejik zaferi olarak yorumlanıyor; zira Rusya, savaşın başından beri Zelenskiy'nin meşruiyetini sorguluyor. Putin, daha önce "Barış anlaşmasını meşru bir liderle imzalamayı tercih ederiz" demişti. Bu, Zelenskiy'nin görev süresini aşmasını bahane ederek, seçim baskısını destekliyor. Rusya'nın bu tutumu, Ukrayna'daki iç bölünmeleri derinleştirebilir; muhalif sesler zaten Zelenskiy'nin "savaş uzatma" politikalarını eleştiriyor. Öte yandan, Ukrayna yönetimi, seçimlerin Rus manipülasyonuna açık olduğunu savunuyor: İşgal altındaki bölgelerde oy kullanma imkansızlığı, diaspora seçmenlerin dönme zorluğu ve siber saldırı riskleri, adil bir süreci tehdit ediyor.
Tarihsel bağlamda, Trump-Zelenskiy ilişkisi zaten gergin bir geçmişe sahip. Şubat ayında Beyaz Saray'da gerçekleşen görüşmede, Trump Zelenskiy'ye "Savaşı kaybettin, pazarlık yapacak durumda değilsin" demiş ve ortamı iyice germişti. O dönemde Washington, müzakerelere ağırlık vererek daha dengeli bir tutum sergilemişti; ancak Trump'ın son röportajı, bu dengeyi bozuyor. Ukrayna'nın 2014'teki Kırım ilhakından beri süren mücadelesi, Batı desteğiyle ayakta kalmıştı; ancak Trump'ın "büyük olan kazanır" felsefesi, bu desteği sorgulatıyor. Avrupa için de benzer bir tarihsel yankı var: Soğuk Savaş sonrası NATO genişlemesi, Rusya'yı köşeye sıkıştırmış ve bugünkü çatışmanın tohumlarını ekmişti. Trump'ın NATO'yu "modası geçmiş" diye nitelemesi, ilk döneminde olduğu gibi, Avrupa'da savunma harcamalarını artırma baskısını yeniliyor. Ancak Ukrayna savaşı bağlamında, bu baskı "yardımı kesme" tehdidine dönüşüyor; ki bu, Avrupa'nın kendi başına Rus ordusuna karşı durmasını imkansız kılıyor. Uzmanlar, Trump'ın yaklaşımının "izolasyonist bir Amerika" vizyonunu yansıttığını söylüyor; zira ABD, Pasifik'teki Çin tehdidine odaklanırken, Avrupa'yı "kendi göbeğini kendin kes" moduna itiyor.
Peki, bu köprüleri atma girişimi gerçekten başarılı olur mu? Zelenskiy'nin "güvenlik garantisi olmadan seçim olmaz" duruşu, Trump'ın baskısına direnç gösteriyor; zira Kiev, NATO dışı bir geleceğin Rusya'ya kapı açacağını düşünüyor. Avrupa Birliği ise, kendi savunma fonunu güçlendirme çabalarına hız verdi; ancak bu, kısa vadede yetersiz kalıyor. Rusya'nın memnuniyeti ise geçici olabilir: Putin, Trump'ın vaatlerini test etmek için masaya oturmayı kabul etse de, Kırım ve Donbas gibi kazanımları peşin istiyor. BM'nin mülteci verileri –5,8 milyon Ukraynalı'nın Avrupa'ya sığınması– kıtanın insani yükünü gösteriyor; bu yük, Trump'ın "Avrupa zayıf" eleştirisini haklı çıkarırken, aynı zamanda birlik çağrısı yapıyor. Uzman görüşlerine göre, Peskov'un övgüleri gibi Rus destekleri, barış sürecini hızlandırabilir; ama Zelenskiy'nin meşruiyet krizi, iç istikrarsızlığa yol açabilir. Trump'ın damadının Moskova temasları, gizli bir anlaşmanın habercisi mi? Yoksa bu, sadece müzakere taktiği mi? Gerçek şu ki, Ukrayna savaşı gibi bir felakette, her tarafın eli zayıf; ve Trump'ın hamleleri, bu zayıflığı daha da derinleştiriyor.
Sonuç olarak, Trump'ın Ukrayna ve Avrupa'ya yönelik sert çıkışı, savaşın son aşamalarını belirleyecek bir domino etkisi yaratıyor. Zelenskiy'nin seçim vaadi ve güvenlik talebi, Putin'in meşruiyet kozuyla çarpışırken, Avrupa "zayıf liderler" damgasını silmeye çalışıyor. NATO üyeliğinin reddi, toprak kayıplarının kabulü ve ABD yardımlarının belirsizliği, kıtanın güvenlik mimarisini sarsıyor. Bu süreç, sadece askeri değil; demokratik değerler ve ittifak sadakatleri açısından da bir sınav. Trump'ın "büyük olan kazanır" pragmatizmi, idealist bir barış yerine, güç dengelerine dayalı bir uzlaşmayı dayatıyor. Ancak tarih, bu tür köprü atma girişimlerinin nadiren tek taraflı kaldığını gösteriyor: Avrupa, kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenirken, Ukrayna direncini koruyor. Gelecek aylarda, Moskova-Washington hattındaki görüşmeler belirleyici olacak; ve bu görüşmeler, sadece haritaları değil, Avrupa'nın geleceğini yeniden çizecek. Ukrayna halkının cesareti, Trump'ın saygısını kazansa da, savaşın bedeli ağır: Yüzde 20 toprak kaybı, milyonlarca mülteci ve belirsiz bir barış. Bu köprüler atılırsa, yerine ne inşa edilecek? Soru bu; ve cevap, hepimizin geleceğini etkileyecek.