Dünya

Trump Venezuela'yı Vuracak mı? ABD'nin Arka Bahçesi Politikası Ne Anlatıyor?

Trump dönemi Venezuela krizi kızışıyor! ABD hava sahasını kapattı, narko devlet suçlamaları uçuşuyor. Maduro'nun yolsuzluk imparatorluğu, ulusal muhafızların kartel bağlantıları ve Latin seçmen oyunu... Trump gerçekten vuracak mı, yoksa pazarlık masası mı? Nevşin Mengü'nün çarpıcı analiziyle tüm detaylar, kaçırmayın!

ABD Başkanı Donald Trump'ın yeniden iktidara gelmesiyle birlikte, Latin Amerika'nın en tartışmalı ülkesi Venezuela bir kez daha küresel spot ışıklarının tam ortasına yerleşti. 2 Aralık 2025 tarihinde Nevşin Mengü imzasıyla Nefes Gazetesi'nde yayımlanan bu köşe yazısı, ABD-Venezuela gerilimini mercek altına alarak, okuyucuyu hem tarihi paralelliklere hem de güncel jeopolitik satranç tahtasına davet ediyor. Trump'ın "America First" doktrini altında, Venezuela'nın narko devlet olarak damgalanması, sadece bir dış politika hamlesi değil; aynı zamanda iç siyasette Latin kökenli seçmenleri kazanma stratejisinin bir parçası olarak yorumlanıyor. Bu yazı, Maduro rejiminin yolsuzluk batağından ulusal muhafızların suç şebekeleriyle iç içe geçmiş yapısına, ABD'nin askeri operasyonlarından olası pazarlık masalarına kadar her detayı derinlemesine irdeleyerek, okuyucuya "Trump gerçekten vuracak mı?" sorusunun cevabını aratıyor. Bugünün tarihi olan 6 Aralık 2025 itibarıyla, bu gerilim hâlâ tırmanışta; zira Karayip Denizi'nde yaşanan son operasyonlar ve yaptırımlar, bölgenin istikrarsızlığını daha da artırıyor. Peki, bu krizin kökenleri ne, Trump'ın motivasyonları neler ve Venezuela'nın geleceği nasıl şekillenecek? Bu analiz, sadece bir köşe yazısının ötesinde, küresel güç dengelerinin bir yansıması olarak, okuyucuyu düşündürmeye ve tartışmaya sevk edecek.

Yazının girişinde, Mengü okuyucuyu coğrafi bir benzetmeyle hemen olayın boyutuna çekiyor: Venezuela ile ABD arasındaki mesafe, tam 2 bin mil –ki bu, Türkiye ile Portekiz arasındaki uzaklığa denk geliyor. Bu benzetme, okuyucunun zihninde somut bir imge yaratırken, ABD'nin Venezuela hava sahasını tamamen kapatmasıyla başlayan krizi dramatize ediyor. Gerçekten de, o dönemde koca ülkenin üzerinde tek bir uçak bile uçamadı; bu, Trump yönetiminin sert tutumunun bir göstergesi olarak tarihe geçti. Mengü, burada temel soruyu patlatıyor: **ABD’nin Venezuela ile ne alıp veremediği var?** Cevap, Trump'ın Venezuela'yı bir "narko devlet" olarak suçlamasında yatıyor. İddiaya göre, Maduro rejimi, devletin resmi yapıları üzerinden insan ve uyuşturucu kaçakçılığı yaparak ABD'nin ulusal güvenliğini doğrudan tehdit ediyor. Bu suçlama, Mengü'nün akla getirdiği tarihi paralellikle daha da keskinleşiyor: Hatırlarsak, ABD bir zamanlar Irak'ta kimyasal silah var iddiasıyla ülkeyi işgal etmişti; sonuç, hepimizin bildiği üzere, kaos ve milyonlarca kayıptı. Mengü, bu benzetmeyle okuyucuya uyarıyor: Maduro da sütten çıkmış ak kaşık değil, ama ABD'nin bu tür iddiaları her zaman bir ön hazırlık mı? Bu soru, yazının tonunu belirliyor – eleştirel, sorgulayıcı ve tarihsel derinlikli. Trump'ın bu söylemi, sadece retorik mi, yoksa gerçek bir askeri harekâtın habercisi mi? Mengü, okuyucuyu bu ikilemin eşiğinde bırakarak, Venezuela'nın iç çöküşüne derin bir dalış yapıyor.

Venezuela'nın ekonomik ve siyasi çöküşü, yazının omurgasını oluşturan bir başka kritik unsur. Mengü, devlete ait enerji devi PDVSA'nın yolsuzluk batağını detaylı bir şekilde ele alıyor. Chávez'in iktidara gelmesinden sonra şirketin yönetim yapısı tamamen dönüştü; ihaleler, yandaş şirketlere normal maliyetlerin kat kat üzerinde fiyatlarla verildi. Bu yolsuzluk döngüsünde, ihale bedellerinin bir kısmı rüşvet olarak PDVSA ve hükümet yetkililerine geri akıyordu. Off-shore hesapların ifşa olması, bu skandalı uluslararası boyuta taşıdı; birçok yönetici, AB'nin yaptırım listesine girdi. Mengü, bu detayı verirken, PDVSA'nın üretiminin nasıl çöktüğünü vurguluyor – bir zamanların petrol devi, şimdi Venezuela ekonomisinin yükünü kaldıramaz hale gelmiş. Bu yolsuzluk ağı, sadece ekonomik bir felaket değil; rejimin hayatta kalma mekanizması olarak işliyor. Maduro, iktidarını korumak için ulusal muhafızlara özerklik vererek, onları bir tür paralel yapıya dönüştürmüş. Bu muhafızlar, insan kaçakçılığı ve uyuşturucu kartelleriyle iç içe; ABD ise bu grupları resmen "terörist" ilan etti. Mengü'nün bu kısımda sorduğu soru, gerilimi zirveye çıkarıyor: **Peki ABD gerçekten Venezuela’yı vuracak mı?** Bu, okuyucunun zihninde bir bomba gibi patlıyor; zira yolsuzluktan terörizme uzanan bu zincir, ABD'nin müdahalesini meşrulaştıran bir senaryo çiziyor. Ancak Mengü, acele etmeden, Trump'ın kişiliğine ve Latin Amerika uzmanlarının görüşlerine dönüyor, analizi katman katman zenginleştiriyor.

Trump'ın Venezuela politikası, Mengü'nün yazısında hem pragmatik hem de ideolojik bir portreyle resmediliyor. Latin Amerika uzmanları ve Trump'ı yakından tanıyanlar, şu tespiti yapıyor: Trump sürekli "vuracağım" diye tehdit savururken, kapı arkasından yoğun pazarlıklar yürütüyor. Temel talep net: Maduro'nun istifa edip gitmesi. Mengü, bu noktada Trump'ın motivasyonlarını ikiye ayırıyor. Öncelikle ideolojik: Maduro kendini sosyalist olarak tanımlıyor, Trump'ın varlığı ise anti-sosyalist bir temele dayanıyor. Son ABD seçimlerinde Latin kökenli seçmenlerin Trump'a desteği, bu politikayı bir "game changer" haline getirdi; ancak anketler, hayat pahalılığı ve göç politikaları nedeniyle bu desteğin eridiğini gösteriyor. Maduro'ya baskı uygulamak, Trump için Latin seçmen nezdinde artı puan demek – bir taşla iki kuş: Hem iç siyasette puan toplamak hem de ideolojik düşmanlığı pekiştirmek. Mengü, burada Trump'ın "America First" söylemini sorguluyor: Başka ülkelerle uğraşmayacağız derken, neden Venezuela? Cevap, coğrafi ve demografik gerçeklikte yatıyor: Latin Amerika hâlâ Trump'ın gözünde ABD'nin "arka bahçesi". Bu paradigma, kendi içinde tutarlı; zira göç ve uyuşturucu gibi sorunlar, doğrudan ABD'yi etkiliyor. Mengü'nün bu analizi, okuyucuya Trump'ı bir satranç ustası gibi gösteriyor – tehditler blöf mü, yoksa gerçek mi? Bu soru, yazının gerilimini korurken, güncel olaylara bağlanıyor ve okuyucuyu daha da derinlere çekiyor.

Yazının en çarpıcı bölümü, Trump yönetiminin coşkusunun yarattığı "korkunç şeyler" zincirine ayrılmış. Mengü, ABD'nin yeni adıyla "Savaş Bakanlığı"nın Karayipler'de yürüttüğü operasyonları detaylandırıyor: Uyuşturucu taşıdığı iddia edilen gemilere yönelik saldırılar, gemilerdeki herkesin kaçakçı veya çete üyesi olarak damgalanması. Ancak bir gemiden kurtulan iki sivilin, bakanlığın ikinci bir saldırısıyla öldürüldüğü ortaya çıkıyor – bu, tam bir rezalet. Mengü, okuyucuya soruyor: Trump bu skandaldan sonra Savaş Bakanı'nı satacak mı? Bu soru, Trump'ın pragmatizmini test ediyor; zira yönetim, hengamede kayıplar verirken, Maduro'nun bu kaostan sıyrılıp kurtulma şansı artıyor. Mengü, burada ABD'nin Irak ve diğer müdahalelerindeki hataları hatırlatarak, bir uyarıda bulunuyor: Tehditler ve operasyonlar, beklenmedik sonuçlar doğurabilir. Karayipler'deki bu gemilerdeki "herkes kaçakçı mı?" sorusu, masumiyet karinesini sorgulatıyor; sivillerin ölümü ise etik bir facia. Bu kısım, yazıyı sadece bir dış politika analizi olmaktan çıkarıp, insani boyutuna taşıyor – savaşın bedeli kimler tarafından ödeniyor? Mengü'nün kalemi, burada keskinleşiyor; Trump'ın "vuracağım" retoriğinin, gerçek hayatta nasıl trajedilere dönüştüğünü örneklerle somutlaştırıyor.

Tarihsel ve güncel bağlamda bakarsak, Mengü'nün analizi Venezuela krizini sadece Trump-Madurow çatışması olarak sınırlamıyor; küresel güç dengelerinin bir parçası olarak konumlandırıyor. Chávez döneminden miras kalan PDVSA yolsuzlukları, rejimin ekonomik omurgasını çürütmüş; yaptırımlar ise halkı açlığa sürüklemiş. Ulusal muhafızların kartel bağlantıları, devletin suçla iç içe geçmiş yapısını gözler önüne seriyor – bu, Kolombiya'daki uyuşturucu savaşlarını anımsatıyor. Trump'ın Latin seçmen stratejisi ise, ABD iç siyasetinin bir yansıması; 2024 seçimlerindeki "game changer" etkisi, şimdi göç dalgalarıyla test ediliyor. Mengü, AB'nin yaptırım listelerini hatırlatarak, uluslararası boyutu da ekliyor: Yolsuzluk hesaplarının ifşası, rejimi yalnızlaştırıyor. Ancak Trump'ın arka bahçe doktrini, Soğuk Savaş kalıntısı gibi duruyor – Monroe Doktrini'nin modern versiyonu. Bu bağlamda, hava sahası kapatmaları ve gemi operasyonları, bir tırmanışın habercisi; ama Mengü'nün ima ettiği gibi, pazarlık masası her zaman bir seçenek. Sivillerin ölümü skandalı, ABD'nin itibarını zedeliyor; Trump'ın bakanı "satma" ihtimali, onun pragmatik yüzünü gösteriyor. Bu detaylar, yazıyı zenginleştirirken, okuyucuya "Maduro kurtulacak mı?" sorusunu miras bırakıyor.

Venezuela krizinin ekonomik yansımaları da Mengü'nün satır aralarında gizli. PDVSA'nın çöküşü, petrol fiyatlarını küresel piyasalarda dalgalandırıyor; yaptırımlar, enerji güvenliğini tehdit ediyor. Trump'ın baskısı, Latin Amerika'da domino etkisi yaratabilir – Brezilya ve Kolombiya gibi komşular tedirgin. İçeride ise, göç dalgaları ABD sınırlarını zorluyor; Latin seçmenlerin Trump'tan uzaklaşması, 2026 ara seçimlerini etkileyebilir. Mengü, bu ekonomik-satranç karışımını ustalıkla örüyor; zira narko devlet suçlaması, sadece güvenlik değil, ticari bir savaşın kılıfı. Yolsuzluk ihaleleri, off-shore hesaplar, hepsi bir rant ekonomisinin parçaları – Chávez'in mirası, Maduro'nun laneti. Bu analiz, okuyucuya Venezuela'nın sadece bir "sorunlu ülke" olmadığını, küresel enerji ve göç ağlarının düğüm noktası olduğunu gösteriyor.

Sonuç olarak, Nevşin Mengü'nün bu köşe yazısı, Trump-Venezuela gerilimini bir roman gibi işleyerek, okuyucuyu hem bilgilendiriyor hem de düşündürüyor. **Trump Venezuela’yı vuracak mı?** sorusu, hâlâ havada asılı; tehditler, pazarlıklar ve skandallar arasında Maduro'nun kaderi belirsiz. 6 Aralık 2025 itibarıyla, Karayipler'deki operasyonlar devam ederken, bu krizin insani maliyeti artıyor. Mengü'nün kalemi, bize hatırlatıyor: Tarih tekerrürden ibaret, ama her seferinde bedel farklı ödeniyor. Bu yazı, sadece bir analiz değil; küresel vicdanın bir çağrısı – takipte kalın, zira arka bahçedeki fırtına, hepimizi etkileyebilir.