Dünya

Suriye’de Sivillerin Beklenmedik Direnişi İsrail’in Saldırı Stratejisini Şok Etti

İsrail'in Şam kırsalındaki Beytcin nahiyesine düzenlediği kanlı baskın, sivillerin beklemediği bir direnişle karşılaştı. Aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 13 kişinin yaşamını yitirdiği bu ağır olay, bölgede yeni bir savaşın fitilini mi ateşliyor? Tüm detaylar içeride!

Suriye’nin başkenti Şam’ın kırsalında, uzun süredir İsrail’in neredeyse günlük hale gelen saldırılarına sahne olan Beytcin nahiyesinde yaşanan son gelişme, Ankara ve bölge siyasetinde şok etkisi yarattı. Esad rejiminin devrilmesinden (Aralık 2024) bu yana askeri altyapısı tamamen yok edilen ve İsrail’in adeta “değneksiz köy” olarak gördüğü Güney Suriye’de, işgal güçleri ilk kez bu denli organize ve beklenmedik bir direnişle karşılaştı. Sabah 03:00 sularında Beytcin’e sızan İsrail işgal güçleri, Lübnan’daki İslami Cemaat üyeleri olduğu iddia edilen iki-üç genci alıkoyma girişimi sırasında, bölge sakinlerinin karşı koymasıyla şiddetli bir çatışmaya girdi.

Çatışmanın bilançosu, bölge için ağır oldu. İsrail güçleri, yerel halkın direnişi karşısında takviye güç çağırmak zorunda kaldı ve insansız hava araçları, helikopterler ile topçu birliklerini devreye soktu. Nahiyenin top ve füzelerle hedef alınması sonucunda, aralarında iki çocuk ve iki kadının da bulunduğu toplam 13 Suriyeli sivil hayatını kaybetti, en az 24 kişi de yaralandı. Bu olay, şimdiye kadar bölgede yaşanan en ağır çatışmalardan biri olarak kayıtlara geçerken, İsrail tarafı çatışmada üçü ağır olmak üzere altı askerinin yaralandığını ve bir askeri aracı geride bırakarak çekilmek zorunda kaldığını doğruladı. Geri çekilirken bombalanan askeri aracın, İsrail’in saldırı sırasında yaşadığı zor anları gözler önüne serdiği belirtiliyor.

Bölge sakinlerinin olay anlatımı ise İsrail’in resmi gerekçelerini tamamen çürütüyor. Beytcin Belediye Başkanı Abdurrahman El Hamravi’ye göre, baskın alıkoyma amaçlıydı ve çatışma, buna direnen yerel halkla yaşandı. İnternet gazetesi İn Biladi’ye konuşan bölge kaynakları ve aktivistler, ölenlerin tamamının sivil olduğunu belirtiyor. Köy sakinlerinden Muhammed Hammadi, İsrail’in sivilleri hedef aldığını ve evinin yıkıldığını anlatarak, “Biri gelip kardeşini veya oğlunu evinden almaya kalkarsa ne yaparsın?” diye soruyor. Bir diğer köy sakini Muhammed Haşim Zabli ise bölgede silahlı bir grup bulunmadığını vurgulayarak, “Kimseye saldırmıyoruz fakat biri bize saldırırsa kadınlarımız ve çocuklarımız için canımızla kendimizi savunuruz” sözleriyle, direnişin kaynağının sivil halkın meşru müdafaa refleksi olduğunu ortaya koyuyor.

Bu kanlı baskın, Güney Suriye’nin İsrail'e karşı fiilen askersizleştirildiği bir dönemde gerçekleşti. Yeni Suriye yönetiminin (Heteşe), İsrail’in saldırıları karşısında sadece kınama ve uluslararası topluma şikayet etmekten öteye gidememesi, bölgenin fiilen bir tampon bölgeye dönüştürülmesine zemin hazırladı. İsrail, kendi mantığına göre bölgeyi silahlardan arındırıp tampon bölgeye dönüştürürken, burada oluşacak en ufak bir direnişten dahi Şam yönetimini sorumlu tutuyor. Bu durum, İsrail’in yasa dışı işgal ve tecavüzlerini popüler bir argümanla meşrulaştırmaya çalıştığı “önleyici saldırı” kavramını kullanışlı bir araç haline getirdiğini gösteriyor.

Yeni Suriye yönetiminin, İsrail’in saldırılarını durdurmak ve saldırılardan kurtulmak adına attığı adımlar ise tam bir hayal kırıklığıyla sonuçlandı. Şam’ı ele geçirdikten hemen sonra, Heteşe güçleri Filistinli mültecilerin kamplarını bastı, Filistinli örgütlerin mal varlıklarına el koydu ve liderlerini kapı dışı etti. Ayrıca rejimi yıktıklarını, İran ve Şii milisleri Suriye’den gönderdiklerini ve Hizbullah’ın ikmal hatlarını kestiklerini belirten mesajlarla İsrail'e "sizden yanayız" güvencesi vermeye çalıştılar. Hatta, İsrail’in efsane casusu Eli Cohen’in arşivini bile elleriyle teslim ettiler. Ancak İsrail, bu jestlere rağmen saldırılarını sonlandırmadı ve işgali genişletme yönünde adımlarını sürdürdü.

İsrail’in bu stratejik saldırganlığının altında patolojik güvenlik kaygıları yatsa da, asıl motivasyonun stratejik hesaplar olduğu görülüyor. Suriye’nin çökmüş durumunu fırsat bilen İsrail, işgal ettiği topraklardan geri adım atmayı reddediyor ve işgali kalıcı hale getirmeye çalışıyor. Temel hedefi; sadece iyi bir komşu değil, “korkmuş ve pusmuş bir komşu” yaratmak. Ayrıca, Golan Tepeleri ve karlarla kaplı Şeyhdağı (Hermon Dağı) gibi kritik su kaynaklarını kontrol altına alma ve işgal edemediği sınır bölgelerinde Şam’ı rahatlıkla tehdit edebileceği 30-40 kilometrelik bir tampon bölge dayatması, İsrail'in vazgeçilmez rotası olmaya devam ediyor. Bu stratejik konuşlanma, Şam'ı bir anlamda esir alma amacını taşıyor.

İsrail’in Aralık ayından bu yana Kuneytra’da yürüttüğü günlük baskınlar, evleri yıkma, ağaçları sökme ve geçim kaynaklarını yok etme eylemleriyle bölge halkını sistematik olarak terörize ettiği belirtiliyor. Gözlemciler, İsrail’in bu uygulamalarla Güney Suriye’deki yerleşim alanlarını adım adım, Filistinlilere uyguladığı Batı Şeria’daki “Apartheid rejimine” benzer bir hale dönüştürdüğünü ifade ediyor. İnsanların hareket kabiliyetlerinin kısıtlandığı, çiftçinin tarlasına gidemez hale geldiği bu ortamda, İsrail'in bu işgalci pratikleri, kendi kendini besleyen bir direniş sarmalı yaratma riski taşıyor.

Son Beytcin çatışması, İsrail’in “hayatlarından bezen insanları direnişe zorladığı” tespitini doğrular nitelikte. Lübnan’da ordunun direnmediği dönemde yerel Hizbullah hareketinin örgütlenmesi gibi, Suriye’de de düzenli bir gücün olmaması, yerelde benzer direniş hareketlerinin ortaya çıkmasına yol açabilir. Bu küçük çaplı ve beklenmedik direniş, İsrail’in Suriye’ye uyguladığı yıkım ve tehdit politikasını daha da ileriye taşıması için yeni bir bahane olarak kullanılması tehlikesini de beraberinde getiriyor. Tüm bu gelişmeler, bölgenin kırılgan dengelerinin, 28 Kasım 2025 tarihi itibarıyla yeni ve tehlikeli bir aşamaya girdiğini net bir şekilde gösteriyor.