Sjögren sendromu, birçok kişinin günlük hayatını zorlaştıran kronik bir rahatsızlık olarak karşımıza çıkıyor. Gözlerde ve ağızda yaşanan sürekli kuruluk hissi, yorgunluk, eklem ağrıları gibi şikayetler, hastaların yaşam kalitesini önemli ölçüde düşürebiliyor. Bu otoimmün hastalık, bağışıklık sisteminin kendi salgı bezlerine saldırmasıyla ortaya çıkıyor ve özellikle kadınlarda daha sık görülüyor.
Hastalık genellikle dış salgı bezlerinden başlayarak vücudun neredeyse tüm organlarını etkileyebiliyor. Primer Sjögren sendromu, başka bir otoimmün hastalık olmadan tek başına görüldüğünde, 100.000 kişide 43-60 oranında rastlanıyor ve kadınlarda erkeklere göre yaklaşık 10 kat daha fazla ortaya çıkıyor. Hastalar sıklıkla kuru gözler, kuru ağız, dayanılmaz yorgunluk, eklem ağrıları ve yaygın ağrılarla mücadele ediyor. Bu belirtiler, sağlıkla ilgili yaşam kalitesini ciddi şekilde bozarken, çalışma çağındaki hastalarda yüzde 50'ye varan iş göremezlik oranlarına yol açabiliyor. Ayrıca yüksek hastalık aktivitesi olanlarda genel ölüm riski iki katına çıkabiliyor.
Şu ana kadar Sjögren sendromu için onaylanmış sistemik immün modu düzenleyici bir tedavi bulunmuyordu. Hastalar genellikle belirtileri yönetmekle yetinmek zorunda kalıyordu. Ancak son dönemde yapılan uluslararası araştırmalar, bu alanda önemli bir dönüm noktası yaratıyor.
Bir faz-2 çalışmada, nipocalimab adlı bir monoklonal antikorun etkinliği test edildi. Bu ilaç, neonatal Fc-reseptörünü (FcRn) bloke ederek dolaşımdaki IgG antikor seviyelerini, özellikle zararlı otoantikorları azaltıyor. FcRn, IgG antikorlarının vücutta uzun süre kalmasını sağlayan bir protein; bunu engellemek, antikorların daha hızlı parçalanmasını sağlıyor ve otoimmün hastalıklarda fayda yaratabiliyor.
Çalışmaya orta ila şiddetli aktif Sjögren sendromu olan ve anti-Ro IgG otoantikorları pozitif 163 hasta katıldı. Ortalama yaş 48 olup, katılımcıların yüzde 93'ü kadındı. Hastalar rastgele üç gruba ayrıldı: Her iki haftada bir damar yoluyla 5 mg/kg nipocalimab, 15 mg/kg nipocalimab veya plasebo alan gruplar. Tedavi 22 hafta sürdü ve takip 24. haftada tamamlandı.
En yüksek doz olan 15 mg/kg nipocalimab alan grupta, 24. hafta sonunda hastalık aktivitesinde belirgin bir iyileşme gözlendi. Belirti skorlarında önemli düşüşler kaydedildi. Önemli olan, nipocalimab gruplarında plaseboya göre daha fazla yan etki görülmedi; ilaç güvenli ve iyi tolere edildi.
Araştırmacılar, 15 mg/kg dozun plaseboya kıyasla hastalık aktivitesinde anlamlı iyileşme sağladığını ve otoantikor seviyelerindeki azalmanın Sjögren sendromunda olumlu etki yarattığını belirtti. Bu bulgular, otoantikorlara bağlı otoimmün hastalıklarda FcRn bloke edicilerin potansiyelini ortaya koyuyor.
Sjögren sendromunun sistemik doğası göz önüne alındığında, böyle bir tedavinin organ fonksiyonlarını korumada ve belirtileri kontrol altında tutmada büyük fark yaratabileceği düşünülüyor. Hastalıkta kuru göz ve ağız dışında eklem tutulumu, yorgunluk, ağrı gibi yaygın şikayetler ön planda olsa da, yeni yaklaşımlar bu sorunlara daha kökten çözüm getirebilir.
Bu tür faz-2 sonuçları, ilerleyen fazlarda daha geniş hasta gruplarında doğrulanması halinde, uzun yıllardır beklenen sistemik tedavi seçeneklerini hayata geçirebilir. Nipocalimab gibi ajanlar, özellikle orta-şiddetli aktif hastalığı olanlarda umut ışığı yakıyor.
Henüz onay aşamasında olsa da, bu gelişmeler Sjögren sendromuyla yaşayanlar için motivasyon kaynağı oluyor. Hastalığın prevalansı ve yarattığı yük dikkate alındığında, bilimsel ilerlemeler hastaların günlük hayatını kolaylaştıracak adımlar atıyor.
Gelecekteki çalışmalar, bu mekanizmanın uzun vadeli etkilerini ve farklı hasta alt gruplarındaki başarısını aydınlatacak. Sjögren sendromunda otoantikorların rolü netleştikçe, hedefe yönelik tedaviler daha da yaygınlaşabilir.
Sonuç olarak, kronik otoimmün hastalıkların yönetiminde yeni bir sayfa açılmaya hazırlanıyor. Belirtileri yönetmekten öte, hastalığı modifiye edebilecek seçenekler, hastalar için büyük bir adım anlamına geliyor.





