Gerçek Gündem Haberleri

Siyasi Ufukta Yeni Bulutlar Toplanıyor

Ada siyasetinin beklenmedik dalgaları, anakaradaki koridorları titretiyor; bir seçimin yankıları, iktidar koltuklarını sarsarken, eski dostların uyarıları havada asılı kalıyor. Kamuoyu şirketlerinin fısıldadığı rakamlar gerçeğe çarptığında, çözüm yollarındaki tuzaklar gün yüzüne çıkıyor. Bu gerilimli satranç tahtasında, Kürt meselesinden Suriye'ye uzanan hamleler, Türkiye'nin yarınlarını şekillendiriyor – gizli hesaplar ve halkın nabzı arasındaki çarpışma, siyasetin en keskin bıçağı gibi.

Ada siyasetinin dalgaları, bazen sakin bir meltem gibi eser, bazen de fırtına koparır; o dalgalar, uzak kıyılara vurduğunda, kimse dokunulmaz sanır kendini. Kuzey Kıbrıs'ın o dar sokaklarında, oy sandıklarının tozu henüz dağılmamışken, Ankara'nın kalın duvarlı odalarında fısıltılar dolaşmaya başladı. Bir seçim gecesi, televizyon ekranlarında parlayan rakamlar, bir gecede tersine dönmüştü; zafer bekleyenler, şaşkınlık içinde kaldı. Bu ters köşe, sadece bir adanın hikayesi değil; anakaradaki planları, stratejileri, hatta hayalleri sallayan bir deprem gibiydi. Peki, o depremin artçıları nerede hissedilecek? Siyasi aktörler, gece yarısı mesajlarını okurken, kalpleri hızlanıyor; çünkü bu, bir uyarıya dönüşüyordu, bir dostun el uzatması gibi. Hikaye, bir tweet'in satırlarında başlıyor, ama kökleri derinlere, yılların birikmiş hesaplarına uzanıyor.

Orhan Miroğlu'nun o mesajı, X hesaplarında bir bomba gibi patlamıştı; eski AKP Mardin Milletvekili, partisinin MKYK'sında yıllarca koltuk ısıtmış bir isim, şimdi dışarıdan sesleniyordu. Sözleri, keskin bir bıçak gibiydi: "Umarım Kıbrıs seçimleri gerçek ve algı olanı Türkiye’de de birbirinden ayırmak için bir vesile olur." Miroğlu, partisine dönüp bakarken, gözlerinde yılların yorgunluğu ve biriken tecrübe vardı. Kıbrıs için hayati bir sınavdı bu, diyordu; sonuçlar tartışılacak, konuşulacaktı, ama asıl mesele, o sonuçların ötesinde yatıyordu. Çözüm süreci için kullanılan kanallar, legal yollar, Kıbrıs'ta olduğu gibi ters işliyordu; sahanın nabzı, imtiyazlı kamuoyu şirketlerinin insafına terk edilmiş gibiydi. O şirketler, vekilleri, belediye başkanlarını yargılayan birer otoriteye dönüşmüştü; roller karışmış, siyasetçiler "sair efrad" konumuna düşmüştü. Miroğlu'nun kalemi, bu karmaşayı bir bir çiziyordu; insan akıl erdiremiyordu, diyordu, öyle şeyler söyleniyordu ki.

Kıbrıs'taki o seçim gecesi, tam bir tiyatro sahnesi gibiydi; iktidara yakın şirketler, Tatar'ı yüzde 62, Erhürman'ı yüzde 32 gösteriyordu. Rakamlar, zafer çığlıklarını andırıyordu; ama sandıklar açıldığında, ters köşe geldi. Tufan Erhürman, Cumhuriyetçi Türk Partisi'nin lideri, oyların yüzde 62,76'sını kapmıştı; bir anda cumhurbaşkanı olmuştu. Bu hezimet, sadece adadaki hesapları bozmamış, Ankara'da da tedirginlik yaratmıştı. Miroğlu, bu örneği vererek partisine dönüyordu: "Sorun şu ki, AK Parti’ye ve muhtemelen başka partilere de sayısız iş yapan bu şirketlerin ve sahiplerinin çözüm süreci için yaptıkları araştırmalara baştan inanılmış." Siyaset kurumu, hala o raporlara göre hareket ediyordu; Diyarbakır başta olmak üzere, halkı festivallerde buluşturmak, gerçeklikten uzak fikirleri tedavüle sokmak, sadece yoruyordu. Teşkilatlar, halk, bu sahte nabza göre dans ediyordu; ve eğer müdahale edilmezse, ilk genel seçimde aynı hayal kırıklığı kapıyı çalacaktı. Miroğlu'nun uyarısı, bir dost eli gibi uzanıyordu; sürpriz olmaz, diyordu, bu yolun sonu belli.

Bu uyarılar, sadece bir tweet'le sınırlı kalmamıştı; Miroğlu, daha derine iniyordu. Kürt ve Türk kamuoyu eğilimleri üzerine hazırlanan raporlar, mensupların Erbil'den Diyarbakır'a, İstanbul'a uzanan faaliyetleri, yanlış algıları güçlendiriyordu. TBMM ve Diyarbakır'daki son yaşananlar, bunu yeterince göstermişti; hele Suriye'de hükümeti askeri harekata ikna etmek için Neo-İttihatçılarla el ele verilen o gayret, "Kürt anasını görmesin" mecrasındaki çabalar... Unutulmaz, diyordu Miroğlu, hiç mümkün değil. O sözler, yılların birikmiş öfkesini taşıyordu; çözüm sürecinin yaralarını sarmaya çalışan bir adamın, partisine attığı son bir çığlık gibiydi. AKP'nin "Terörsüz Türkiye" adını verdiği yeni süreç, bu uyarılarla gölgeleniyordu; araştırma şirketlerinin yanlış yönlendirmeleri, sahanın gerçek nabzını kaçırmaya itiyordu. Miroğlu, Kıbrıs'ı bir ayna gibi tutuyordu partisinin önüne; oradaki hezimet, burada da tekrarlanmasın diye.

Kıbrıs seçimlerinin detayları, bu hikayenin en çarpıcı parçasıydı. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde, cumhurbaşkanlığı yarışı nefesleri kesmişti; iki tur üzerinden giden o mücadele, adanın kaderini belirleyecekti. İlk turda, Ersin Tatar önde görünse de, ikinci turda rüzgar tersine dönmüştü. Erhürman, CTP'nin bayrağını dalgalandırarak, yüzde 62,76'lık bir oranla zaferi kapmıştı; bu, sadece bir seçim sonucu değil, adadaki dengelerin yeniden yazılmasıydı. İktidara yakın şirketlerin tahminleri, tam bir fiyasko olmuştu; Tatar'ı uçurumun kenarına koymuşlardı, ama gerçek, Erhürman'ın lehine akmıştı. Bu tersine dönüş, Ankara'da da yankılanmıştı; Kıbrıs, Türkiye'nin bir parçası gibiydi, adadaki her dalga, anakaraya vuruyordu. Miroğlu'nun sözleri, bu yankıyı güçlendiriyordu; "Çok konuşulacak ve tartışılacak" diyordu, evet, ama asıl tartışma, kendi saflarında başlamalıydı.

Miroğlu'nun profili, bu uyarıyı daha da ağırlıklı kılıyordu; eski bir gazeteci, çözüm sürecinin ateş başında oturan bir adam, AKP'nin MKYK'sında yıllarca fikirlerini savunan bir ses. Mardin'in o tozlu sokaklarından Ankara'ya uzanan yolu, zorlu bir yolculuktu; Kürt meselesinin derinliklerinde yoğrulmuş, barış hayalleri kurmuş biriydi. Partisinden ayrılışı, sessiz bir veda gibiydi; ama şimdi, dışarıdan bakarken, en keskin eleştirileri yapıyordu. X hesabından attığı bu mesajlar, bir manifesto gibiydi; her satır, bir tecrübenin damıtılmış hali. Siyasi aktörler, bu mesajı okurken, kahvelerini yudumluyor, ama içten içe tedirgin oluyorlardı. Kamuoyu şirketleri, imtiyazlı bir kulübün üyeleri gibiydi; iktidarla iş yapanlar, sahanın nabzını değil, isteneni söylüyordu. Miroğlu, bu rol karmaşasını bir bir açıyordu; vekillerin, başkanların kanaatleri, bu şirketlerin elinde oyuncak olmuştu.

Bu hezimetin siyasi yansımaları, sadece Kıbrıs'la sınırlı kalmayacaktı; anakaradaki "Terörsüz Türkiye" sürecini doğrudan vuruyordu. AKP, yeni bir sayfa açmaya çalışıyordu; terörün gölgesinden sıyrılmak, Kürt meselesini yeniden masaya yatırmak... Ama Miroğlu, uyarıyordu: Bu yolda, sahte raporlar tuzağa dönüştürebilirdi. Diyarbakır'daki festivaller, halkı yoruyordu; gerçeklikten uzak fikirler, teşkilatları bezdiriyordu. Genel seçimler yaklaşıyordu; eğer bu gidişat değişmezse, Kıbrıs'taki o hayal kırıklığı, Ankara'da da yaşanacaktı. Miroğlu'nun sözleri, bir kehanet gibiydi; Neo-İttihatçılarla verilen mücadele, Suriye'deki o "Kürt anasını görmesin" çabaları, unutulmamalıydı. Bu hatırlatmalar, partiyi sarsıyordu; eski bir dostun, dışarıdan attığı oklar, en derin yaraları açıyordu.

Ankara'nın koridorlarında, bu mesajın yankıları dolaşıyordu; bazıları görmezden gelmeye çalışıyordu, diğerleri notlar alıyordu. Kıbrıs'taki zafer, Erhürman'ın omuzlarında yükselmişti; adanın yeni cumhurbaşkanı, Türkiye'yle ilişkileri yeniden şekillendirecekti. Ama asıl soru, bu ilişkinin tonu olacaktı; hezimet, AKP'nin gözünü korkutmuştu, evet, ama asıl korku, kendi sahasındaki kayıplardı. Miroğlu'nun uyarısı, bir ayna gibiydi; partisi, o aynaya bakmalı, gerçek nabzı tutmalıydı. Kamuoyu şirketlerinin imtiyazları, rollerin karışması, sahanın sessiz çığlıkları... Hepsi, bir uyarı feneri gibi yanıyordu. Siyasi aktörler, geceyi uykusuz geçirirken, bu fenerin ışığında yol arıyordu.

Bu hikaye, sadece bir tweet'le bitmiyordu; Miroğlu'nun sözleri, siyasetin en karanlık köşelerini aydınlatıyordu. Kıbrıs'taki ters köşe, bir ders olarak kalacaktı; "Terörsüz Türkiye" yolunda, gerçeklikten kopmamak şarttı. Erhürman'ın zaferi, adada yeni bir sayfa açarken, Ankara'da da sayfalar çevrilecekti. Eğer bu uyarılar dikkate alınırsa, belki de genel seçimler bir fırsat olurdu; yoksa, hayal kırıklığı kapıyı çalardı. Miroğlu, sessizce izlerken, partisinin nabzını tutuyordu; eski bir yol arkadaşının, dışarıdan uzattığı el, belki de son bir şanstı. Ada fırtınası, anakaraya ulaşmıştı; şimdi, fırtınayı dindirmenin vaktiydi. Siyasetin satranç tahtasında, hamleler değişiyordu; ve bu değişim, hepimizi etkileyecekti.