Türkiye, son dönemde yaşanan siyasi ve hukuki dalgalanmalarla nefesini tutmuş durumda. Gündemin hızla değiştiği bu ortamda, medyanın susturulması girişimleri ve iktidar içindeki gizli manevralar dikkat çekiyor. Gazetecilerin ve yorumcuların karşılaştığı hukuki süreçler, ifade hürriyetinin ülkedeki seyrini açıkça gösteriyor. Özellikle medyaya yönelik bu baskı, cumhurbaşkanını eleştiren isimlere bir parmak sallama hadisesi olarak yorumlanıyor: "Bakın, sonunuz bu olur" mesajı veriliyor. Ülkenin artık bir hukuk devleti olmadığı yönündeki yorumlar dahi yapılıyor. Yargı kararlarının siyasi bir biçimlendirme aracı olarak kullanıldığı bu dönemde, pek çok profesyonel, yaşananların bir medya ya da propaganda aygıtlarının biçimlendirilmesiyle ilgili olduğunu belirtiyor.
Yargı Kıskacında Bir Gazeteci ve Tartışmalı İnfaz Yasası Hesabı
5 aydan uzun bir süredir cezaevinde bulunan Fatih Altaylı’nın tahliye edilmemesi, siyasi karar olduğu yönündeki iddiaları güçlendirdi. Altaylı, 20 Haziran 2025'te katıldığı bir YouTube yayınında, halkın yaklaşık %70'inin Tayyip Erdoğan'ın ömür boyu görevde kalmasına karşı olduğu yönündeki bir sonucu değerlendirirken sarf ettiği sözler nedeniyle suçlanmıştı. O dönemde yaptığı tarihsel bağlamdaki yorumlarda, Osmanlı döneminden örnek vererek "Bu millet hoşuna gitmediği, istemediği zaman padişahını boğmuş bir millettir" ifadesini kullanmıştı. Savcılık makamı ise bu sözlerin tarihsel bir örneklendirme değil, güncel bir tehdit ima ettiğini ve Cumhurbaşkanına yönelik bir tehdit oluşturduğunu iddia etti. Bu durum, TCK'nın ilgili maddelerinden soruşturma başlatılmasına ve mahkumiyete yol açtı.
Altaylı'nın tutukluluğunun devamı kararından sonra avukatlar ve meslektaşları, infaz yasası üzerinden yorumlar yaparak, 4 yıl 2 aylık cezanın yarısının uygulanması, 25 ay ve denetimli serbestlik gibi hesaplamalarla cezaevinde kalması gereken sürenin 13 ay olduğu, bunun 5 ayının dolduğu ve 8 ay sonra serbest kalacağı yönünde tahminlerde bulundu. Ancak bu tür tahminlerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği, rejimin ve sarayın vereceği siyasi karara bağlı olduğu vurgulanıyor. Tahminlere göre, ne amaçlanıyorsa o süre boyunca Altaylı içeride tutulacak. Tutukluluğun devamı kararının ardından, avukatı Hüseyin Ersöz, bu kararın ülkedeki ifade hürriyeti ve basın özgürlüğü açısından yeni bir kırılmayı temsil ettiğini belirtti. Başka bir avukat olan Mehmet Can Seyhan ise bu kararın Cumhuriyet tarihinde "sözle cumhurbaşkanına suikast suçundan" verilen ilk ceza olduğunu öne sürdü. Altaylı’nın, laflarından sonra Cumhurbaşkanlığı koruma ekibinin tedbirleri artırıp artırmadığını sorgulaması, konunun asıl amacının tutuklayacak bir cümle bulmak olduğunu gösteriyor.
İktidarın Gelecek Adayları: Bilal Erdoğan Direnci ve Selçuk Bayraktar Sürprizi
Son zamanlarda siyaset kulislerini sarsan en kritik konu, mevcut liderin ardından kimin ülkenin yönetimini üstleneceği oldu. Geçtiğimiz günlerde Ankara’da gerçekleşen ve geniş katılımlı Ankaralılar Derneği ziyaretinde Süleyman Soylu, önemli değerlendirmelerde bulundu. Toplantının gizli kalmayacağı beklentisiyle bu açıklamaları yaptığı anlaşılan Soylu, önümüzdeki iki yılla birlikte, yedi yıllık süreçte Erdoğan'ın ülkenin başında olması gerektiğini dile getirdi.
Ancak bu açıklamalardan daha çarpıcı olan kısım, Erdoğan sonrası döneme dair yaptığı örneklendirmelerdi. Soylu, Bilal Erdoğan'ın siyasete girip girmeyeceğinin konuşulduğunu ve kendisinin güçlü bir aday olabileceğini söyledi. Soylu, bu durumda üzerine düşeni yapacağını da ekledi. Asıl bombayı ise hemen ardından patlattı: Eğer Bilal Erdoğan siyaseti düşünmezse, Erdoğan ailesi dümeni Selçuk Bayraktar'a kırabilir ve Bayraktar iş başına geçebilir.
Bu tespit, teşkilat nezdinde Bilal Erdoğan'ın bir oy tabanı veya halkta bir karşılığı olup olmadığı konusunda ciddi soru işaretleri olduğunu ortaya çıkardı. Kaynaklardan sızan bilgilere göre, Bilal'i öne çıkarmak isteyen aileye karşı teşkilatta belirgin bir direnç var. Teşkilat, aileden geldiği için kapıları açsa da, sahada bir karşılığının olmadığını görüyorlar ve bu nedenle "Bilal olmuyor" gibi bir durum söz konusu. Bu durum, ailenin adayı Bilal'i istese de teşkilatı ikna edemediğini gösteriyor.
Hakan Fidan Krizi ve Siyasetçilerin Stratejik Yalanlamaları
Süleyman Soylu, lider adaylarıyla ilgili değerlendirmeler yaparken sadece Bilal Erdoğan ve Selçuk Bayraktar ile sınırlı kalmadı. Lider adayları arasında adı geçen Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'a yönelik de eleştirilerde bulundu. Soylu, Fidan’ın kimi politikalarına katılmadığını ve tuttuğu yolun Türkiye'ye, hatta Erdoğan ve Erdoğan ailesine olumsuz sonuçlar getireceğini söyledi.
Toplantıdan bu tür bilgilerin sızacağını bilmesine rağmen, Soylu’nun daha sonra yaptığı açıklama ise tam bir strateji örneğiydi. Soylu, iddiaların tamamının yalan olduğunu, hatta "Silivri yalanları" olduğunu ifade ederek, dedikoduyu yayanları Silivri ile tehdit etti. Ancak bu yalanlama metni ilginç bir detay içeriyordu: Bilal ve Bayraktar konularına değinme ihtiyacı hissetmezken, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ı öven uzun bir paragraf ekledi. Soylu, dış politikamızın Erdoğan liderliğinde, Fidan'ın büyük başarısıyla götürüldüğünü, Fidan'ın başarının en güçlü şahsiyeti olduğunu vurguladı. Bu durum, Soylu'nun özellikle Hakan Fidan ile ilgili bölümün sızmasından rahatsız olduğunu, çünkü Fidan'ı eleştirdiği sözlerin olumsuz sonuçları olabileceği tespitiyle basına yansıdığını gösteriyor.
Siyaset arenasında, politikacıların ne söylediklerine ne de yalanlamalarına itimat etmek gerektiği, zira hepsinin bir stratejinin gereği olduğu kaynaklarca belirtiliyor. Lafları değiştirmek, yalanlamak, sabah başka akşam başka konuşmak, hepsi siyasi bir stratejinin parçası.
15 Temmuz Üzerinden Muhalefete Yöneltilen Tartışmalı Suçlamalar
Süleyman Soylu temelli bir başka gündem maddesi de, muhalefet liderlerine yönelik eski olaylar üzerinden yürütülen suçlamalar oldu. Yeni Şafak gazetesinde çıkan ve büyük yankı uyandıran bir köşe yazısı, CHP Grup Başkan Vekili Özgür Özel'in 15 Temmuz darbe girişimini önceden bilip bilmediği sorusunu gündeme taşıdı.
Yazı, 2016 yılının bahar aylarında, HDP'lilerin dokunulmazlık fezlekeleri Meclis gündemindeyken, HDP'lilerin Özgür Özel'i ziyaret etmesine dayanıyordu. Bu ziyarette HDP'liler, dokunulmazlıklar kalkarsa Erdoğan'ın herkesi tutuklatacağını dile getirmişlerdi. O dönem Grup Başkan Vekili olan Özgür Özel'in (veya CHP'lilerin) cevabı ise çok dikkat çekiciydi: "Erdoğan’ın yasayı uygulamaya fırsatı olmayacak, iktidardan gidecek". Bu sözler, birkaç ay sonra 15 Temmuz'un gerçekleşmesi üzerine, Özgür Özel'in darbe girişimini biliyor olabileceği manasına gelen bir yazıya konu oldu.
Etiler'deki Sır Perdesi: Polis Okulu Arazisi ve Gözden Kaçan İşçi Ölümü
İstanbul'un en değerli arazilerinden biri olan Etiler Polis Meslek Yüksekokulu arazisi üzerinde yükselen dev inşaat projesi, siyasi çekişmelerin ve yüksek ranta dayalı projelerin sembolü haline geldi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin (İBB) iptal ettiği proje, daha sonra Çevre Bakanlığı tarafından yeniden onaylanarak çalışmalara devam etti. Silueti bozacağı yönündeki tartışmalar sürerken, binalar yükselmeye başladı.
Bu arazi, 25 Aralık 2013 soruşturma dosyasında yer alan kritik konulardan biriydi. Arazi, Suudi iş adamı Yasin Elkadı ile Bilal Erdoğan'ın ortak olduğu şirketlere verilmişti. AVM, rezidans ve otel projesi için ayrılan arazi için imar planı değiştirilerek eski eğitim teşhis alanı kaldırılmıştı. Projenin yürütücülüğünü Yapı Yapı ve Astaş inşaat üstlenmişti ve adı İstanbul Mandarin Etiler Projesi'ydi.
Ancak yüksek ranta konu olan bu dev inşaat, dramatik bir olayla tekrar gündeme geldi: İnşaatta işçi sağlığı ve güvenliğine ilişkin yeterli tedbirler alınmadığı iddia edilirken, Şırnak Uludere'den Ramazan Ölmez isimli bir işçi yüksekten düşerek yaşamını yitirdi. Şantiyedeki bazı kaynaklar, baret, ayakkabı ve kişisel eşyalarının 19. katta bulunması nedeniyle intihar iddiasını ortaya atmış olsa da, savcılık olayı incelemeye aldı. Fikri takip açısından, yükselen binaların ardından burada işçi ölümlerinin başlaması, çarpıcı bir gelişme olarak kaydedildi.
Adliye Koridorlarında Sarsıcı Yalanlama: Bir Siyasetçinin İtibarının Sonu
Son günlerde siyasi dürüstlüğün sorgulandığı bir başka olay da, İmralı'da Abdullah Öcalan ile yapılan görüşme heyeti etrafında yaşandı. AKP MKYK toplantısında son derece gergin görülen Hüseyin Yayman, bu görüşmenin odak noktasındaydı. Hüseyin Yayman, Fethi Yıldız ve Gülseren Koç Yiğit ile birlikte TBMM adına İmralı'ya giderek Abdullah Öcalan ile bir görüşme gerçekleştirmişti.
Ancak bu görüşmeyi üst perdeden ve şiddetli bir dille yalanlayan isim Hüseyin Yayman oldu. Hüseyin Yayman'ın bu yalanlaması, onu yalancılar çöplüğüne iten bir durum yarattı. Gazeteci Deniz Zeyrek, Yayman'ın kendisini aradığını ve hastanede olduğunu, röntgene gireceğini söyleyerek görüşmeyi yalanladığını, hatta "yarın ya da çarşamba gideceklerini" söylediğini yazdı. Bu yalanlamanın sadece örgüte yakın yayın organlarına değil, bilinen gazetecilere de yapılması, siyasetçinin sözüne itimat edilmemesi gerektiğini gösterdi.
İmralı görüşmesi tam 2 saat 50 dakika sürdü. Bu tür görüşmelerin tamamının kayıt altına alındığı, hatta görüntülü kayda alındığı, cezaevinde olan herkes için (Selahattin Demirtaş, Ekrem İmamoğlu, Fatih Altaylı dahil) geçerli olduğu biliniyor. Gelen bilgiler, MİT’in hem görüntü hem de yazılı tutanak tuttuğu yönünde. Milletvekillerinin de kendi notlarını alarak partilerine ilettiği belirtildi. Görüşmenin içeriğine ilişkin net bir bilgi sızmazken, Suriye, YPG ve PKK'nın silah bırakması gibi konuların ele alındığı tahmin ediliyor.
Hukuki Esneklik: Ev Hapsinden Karakolda İmzaya Geçiş
Siyasi davalarda görülen bir diğer enteresan gelişme ise, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin önemli şirketlerinden biri olan İSKİ (İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi) Genel Müdürü Şafak Başa’nın durumu oldu. Başa'ya daha önce verilen ev hapsi kararı kaldırıldı ve yerine karakola imza atma şartı getirildi. Kaynaklar, ev hapsine çıkışta genellikle etkin pişmanlıktan veya itirafçılıktan yararlanılıp yararlanılmadığına bakıldığına dikkat çekiyor. Yüzlerce belediye bürokratı cezaevindeyken, İSKİ Genel Müdürü'nün ev hapsine çıkarılması ve ardından bu kararın kaldırılması büyük bir soru işareti yarattı.
Küresel Paralellik: Beyaz Saray'dan Cezaevine Verilen Mesajlar
Türkiye’deki medya ve siyaset üzerindeki baskının sadece ülkeye özgü olmadığı, küresel ölçekte benzer mesajların verildiği de vurgulanıyor. Beyaz Saray Basın Odası duvarında, dünyaca ünlü uluslararası Associated Press (AP) Ajansı’nın odadan yasaklanma kararının çerçeveli ve Donald Trump imzalı bir tablo olarak asıldığı görülüyor. Bu karar, tıpkı şehir meydanlarına kurulan darağaçları gibi, gücün medya üzerindeki kontrolünü sembolize eden modern bir gösteri olarak yorumlanıyor.
Fatih Altaylı'nın cezaevinde tutulması ile Beyaz Saray'daki Associated Press bloklanması, durumun iki farklı versiyonu olarak ele alınıyor: Biri Amerika versiyonu, diğeri Türkiye versiyonu. Her iki durumda da, muhataplarına anladıkları dilden mesajlar veriliyor ve yeni düzen, güce göre kodlanıyor.
Bu olaylar zinciri, siyasi gücün medya ve yargı üzerindeki nüfuzunu ne denli artırdığını ve iktidar içindeki gizli çekişmelerin sahne arkasında nasıl şiddetlendiğini gözler önüne seriyor. Türkiye'de siyaset ve yargı, artık bir satranç tahtası gibi; hamleler hukuk kurallarıyla değil, tamamen siyasi stratejilerle belirleniyor. Bu karmaşık stratejilerde, kimin ne zaman destekleneceği veya dışlanacağı, tamamen o anki siyasi gerekliliklere bağlı kalıyor. Tıpkı bir geminin rotası gibi, siyasetin de pusulası rüzgarın estiği yöne göre sürekli ayarlanıyor, ancak bu ayarlamalar bazen gemiyi beklenmedik tehlikeli sulara sürüklüyor.