Son dönemde eğitim kurumlarında ders programlarının hazırlanması sırasında yaşanan bazı uygulamalar, toplumun geniş kesimlerinde derin yankı uyandırıyor. Özellikle vakıf üniversitelerindeki planlamalar, öğrencilerin ve personelin dini vecibelerini yerine getirme özgürlüğünü etkileyebilecek nitelikte olunca, bu konu hızla gündemin üst sıralarına yerleşiyor. Bu tür durumlar, sadece bireysel tercihleri değil, toplumsal barış ve inanç özgürlüğü gibi temel değerleri de doğrudan ilgilendiriyor.
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Oktay Saral, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, Sabancı Üniversitesi'nin ders programında Cuma namazı vaktine denk gelen saatlerin yer almasını sert bir dille eleştirdi. Saral, bu durumu "açık bir saygısızlığa imza atmak" olarak nitelendirdi ve bunun ne teknik bir aksaklık ne de masum bir planlama hatası olmadığını vurguladı. Aksine, bilinçli, ısrarlı ve incitici bir tercih olarak gördüğünü belirtti. Saral'ın açıklamasında, Yükseköğretim Kurulu (YÖK) kararları ve valilik genelgelerinin bu konuda açık hükümler içerdiği hatırlatıldı. Bu resmi belgeler, Cuma namazını kılmak isteyen akademik personel ve öğrenciler için gerekli kolaylığın sağlanmasını zorunlu kılıyor.
Bu tepkinin arka planında, uzun yıllardır devam eden resmi düzenlemeler yatıyor. Örneğin, 2016 yılında dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu'nun imzasıyla yayımlanan genelge, kamu kurumlarında Cuma namazı saatinin mesaiye denk gelmesi durumunda isteyen personelin mesai kaybı olmadan izin alabileceğini hükme bağlamıştı. Benzer şekilde, 2018'de YÖK Başkan Vekili Rahmi Er tarafından üniversitelere gönderilen yazı, ders, sınav ve uygulama saatlerinin Cuma namazı ile çakışmaması için tedbir alınmasını ve programların buna göre düzenlenmesini istiyordu. Valilikler de bu doğrultuda genelgeler çıkarmış, örneğin İstanbul Valiliği bu yıl Ocak ayında benzer bir hatırlatma yaparak aksaklıkların giderilmesini talep etmişti.
Saral, paylaşımında bu düzenlemelere atıf yaparak, "Bu ülkede Cuma vakti hâkim duruşmaya ara veriyorsa, üniversiteler de derslerine ara verecektir" ifadesini kullandı. Özel veya kamu ayrımı yapmaksızın, hiçbir eğitim kurumunun toplumun kutsal vakitlerini hiçe sayma veya dindar kesimleri yok sayma hakkı olmadığını vurguladı. Üniversite yönetiminden bu uygulamadan derhal vazgeçilmesi ve ders programlarının yeniden düzenlenmesi çağrısında bulundu. Bu çağrı, sadece bir üniversiteyle sınırlı kalmayıp, tüm eğitim kuruluşlarının bu hassasiyete özen göstermesi gerektiğini de içeriyordu.
Konu, özellikle hazırlık sınıflarındaki ders programlarında daha belirgin hale geliyor. 2025-2026 eğitim yılı için hazırlanan çizelgelerde Cuma saatlerine denk gelen dersler, namaz kılmak isteyen öğrencileri zor durumda bırakabiliyor. Devamsızlık kuralları nedeniyle düzenli olarak Cuma namazına giden öğrenciler, not kaybı veya eğitim yılını uzatma riskiyle karşı karşıya kalabiliyor. Bu durum, öğrencilerin rektörlüğe ve ilgili birimlere başvurular yapmasına neden olmuş, ancak henüz somut bir değişiklik açıklanmamış.
Oktay Saral'ın bu konudaki çıkışı, onun daha önceki toplumsal hassasiyetlere yönelik tutumlarıyla da uyumlu görünüyor. Geçmişte, bazı sanatçı gruplarının konserleri sonrası ahlak ve edep sınırlarını aştığını iddia ederek tepki göstermiş, ayrıca gazetecilere yönelik eleştirilerde bulunmuştu. Bu paylaşımlar, zaman zaman hukuki süreçlere de konu olmuştu. Saral, genel olarak inanç değerlerinin korunması ve toplumsal maneviyatın ön planda tutulması gerektiği yönünde tutarlı bir çizgi izliyor.
Bu tartışma, eğitim özgürlüğü ile inanç özgürlüğü arasındaki dengeyi bir kez daha gündeme getiriyor. Vakıf üniversitelerinin özerkliği tartışılırken, resmi genelgelerin bağlayıcılığı da sorgulanıyor. Öğrenciler ve veliler, programların daha kapsayıcı hale getirilmesini beklerken, benzer uygulamaların diğer üniversitelerde de incelenmesi gerektiği sesleri yükseliyor. Toplumun büyük çoğunluğunun hassasiyet gösterdiği Cuma namazı gibi ibadetlerin, eğitim süreçlerinde dikkate alınması, hem adalet hem de toplumsal uyum açısından önemli bir adım olarak görülüyor.
Sonuç olarak, bu tür olaylar eğitim kurumlarının sadece akademik başarıya değil, aynı zamanda kültürel ve dini değerlere duyarlılığına da işaret ediyor. Ders programlarının yeniden gözden geçirilmesi, sadece bir üniversitenin değil, tüm yükseköğretim sisteminin daha包容 edici olmasını sağlayabilir. Bu süreçte, resmi kurumların devreye girerek net bir yönlendirme yapması, olası gerilimleri önleyebilir ve herkesin haklarını koruyan bir ortam yaratabilir. Konu, önümüzdeki günlerde daha geniş bir tartışmaya dönüşebilir ve benzer düzenlemelerin yaygınlaşmasına yol açabilir.