Türkiye'nin siyasi arenasında fırtınalı günler yaşanırken, yargı sisteminin derinliklerinden yükselen bir sarsıntı, tüm ülkeyi tedirgin etmeye başladı. Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) net kararlarına rağmen yerel mahkemelerin direnci, hukuk devletinin temel taşlarını sarsıyor. Bu gerilim, sadece hukuki bir tartışma olmanın ötesinde, toplumun her kesimini etkileyecek bir dönüm noktasına işaret ediyor. Peki, bu krizin perde arkasında neler dönüyor ve geleceğe dair hangi riskler gizleniyor?
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, son dönemde yaşanan bu yargısal çatışmayı "büyük bir felaket" olarak nitelendirerek, kamuoyuna çarpıcı bir uyarıda bulundu. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin, AYM'nin Tayfun Kahraman hakkındaki gerekçeli kararını tamamen yok sayması, Özel'e göre Türkiye Cumhuriyeti tarihinin "anayasalsızlaştırma sürecinde" kritik bir eşiğin aşılması anlamına geliyor. Özel, bu durumu "Yüzdün, yüzdün buraya geldin, buranın geri dönüşü yok. Daha ileri gidersen dönemeyeceksin, hepimiz boğulacağız" sözleriyle özetleyerek, olası bir domino etkisini gözler önüne serdi. Tayfun Kahraman, Gezi Parkı olayları kapsamında uzun süredir yargılanan bir isim; AYM, yaz aylarında verdiği kararda hem kişinin sağlığı hem de adil yargılanma hakkı açısından ciddi ihlaller tespit etmişti. Eylül ayında açıklanan gerekçeli karar, savcılığın neredeyse bir haftalık bekleyişinin ardından dünden itibaren gündeme bomba gibi düştü. Savcılık, kötü niyetli bir mütalaa hazırlayarak, mahkemenin AYM'nin esastan görüşüp bağladığı karara hiçbir şekilde uymayacağını ilan etti. Bu, yargı tarihimizde ilk kez bir yerel mahkemenin, AYM'nin tam kapsamlı bir kararını hiçe sayması olarak kayıtlara geçti.
Özel'in eleştirileri, sadece bugünkü kararın ötesine uzanıyor; bu olayın, anayasal düzenin tüm unsurlarını tehdit eden bir zincir reaksiyonu tetikleyebileceğini vurguluyor. "Bu vakitten sonra biri kalkar, sen Anayasa'nın bu maddesini tanımıyorsan, ben de Meclis maddesini tanımıyorum der" diyerek, milletvekillerinin dokunulmazlıklarını, mülkiyet haklarını ve hatta borsa yatırımcılarının güvencesini sorgulattı. Bütün bu unsurların temeli olan Anayasa'nın hiçe sayılması, muhalif bir figür olan Tayfun Kahraman üzerinden somutlaşıyor. Kahraman, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a en nazik dille eleştiri getiren isimlerden biri olarak haksız yere tutuluyor; kızı Vera, dava başladığında sadece üç yaşındayken şimdi okula başlamış durumda. AYM, "Vera'nın babası haklı" diyerek net bir ihlal kararı vermişken, mahkemenin bu karara sırt çevirmesi, Özel'e göre ülkedeki nizamı kökünden sarsacak. "Hanginiz bunu nasıl savunabilirsiniz? AYM kararını nasıl 'tanımıyorum' der?" diye seslenen Özel, AK Parti içinden aklı başında isimlere ve Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş'a doğrudan çağrıda bulundu. Yarın ülkede yağma başlar, devlet kalkar ve mülkiyet hakkı ortadan kalkar; yargılanan kişinin şahsına göre karar vermek, toplum sözleşmesinin sonu olur.
Bu krizin boyutları, yargı bağımsızlığının ötesinde, etik ve idari skandallarla da iç içe geçiyor. Özel, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek'in tartışmalı geçmişine dikkat çekerek, Hakimler ve Savcılar Kurulu'nun (HSK) acil müdahalesini talep etti. Gürlek, dün akşam itibarıyla "hakimler ve savcılar başka iş yapamaz, gelir elde edemezler" ilkesini hiçe sayan bir pozisyonda; ETİ Maden Şirketi'nin Lüksemburg'daki işletmesine yönetici olarak atanmış, maaş almış. Bu görevi bir ara bıraksa da, Kasım 2024'te savcıyken yeniden atanıp 10 ay boyunca hem savcı maaşı hem de yönetim kurulu geliri elde etmesi, derin bir etik ihlal olarak duruyor. Bakan yardımcısıyken bile savcı statüsünü koruyan Gürlek'in bu çelişkileri, Özel'in "bir kez daha uyarıyorum" diyerek vurguladığı gibi, hukuk devletinin acil olağanüstü toplanma ihtiyacı doğuruyor. HSK, bu hakimleri açığa almalı; aksi takdirde, yargının güvenilirliği kalıcı bir yara alacak.
Tayfun Kahraman davası, Gezi Parkı protestolarının simgesi olarak yıllardır Türkiye'nin vicdanında bir yara. AYM'nin ihlal kararı, hem bireysel haklar hem de adaletin evrensel ilkeleri açısından bir dönüm noktasıydı. Ancak mahkemenin reddi, yeniden yargılama talebini boşa çıkarıyor ve Kahraman'ın tutsaklığını uzatıyor. Özel, bu durumu "keyifsiz işlerin devamı" olarak nitelendirirken, ilerideki sonuçların ne kadar yıkıcı olabileceğini ima etti. Eğer mani olunmazsa, bugün yapılanın yarın tüm kurumları saracağı kesin; borsada hisse senetlerine, bankaların cüzzamlarına kim güvenecek? Bu, sadece bir mahkeme salonunda değil, toplumun her katmanında yankılanacak bir soru.
Özel'in açıklamaları, siyasi kutuplaşmanın ötesinde, bir ulusal acil durum çağrısı niteliğinde. Anayasa'nın muhaliflere değil, herkese güvence olduğunu hatırlatarak, "burası hukuk devleti olsa" diye hayıflanıyor. Tayfun Kahraman'ın ailesinin yaşadığı drama, Vera'nın büyümesiyle somutlaşıyor; bu, bir babanın özgürlüğünden öte, nesiller arası bir adalet mücadelesi. Yargıdaki bu direnç, Erdoğan'a yönelik nazik eleştirilerin bedelini ödetmek gibi algılanıyor ve muhalefetin sesini kısma girişimi olarak yorumlanıyor. Özel, bu zinciri kırmanın yolunu HSK'nın hızlı hamlesinde görüyor; aksi halde, anayasalsızlaştırma süreci geri döndürülemez bir felakete evrilir.
Türkiye'nin yakın tarihi, benzer krizlerle dolu; ancak bugünkü gibi net bir AYM kararının yok sayılması, yeni bir sayfa açıyor. Özel'in "felaket yaşadık bugün" ifadesi, sadece retorik değil; ileride anlayacağımız sonuçların habercisi. Savcılığın mütalaası, mahkemenin tutumu ve Gürlek'in çelişkileri, yargının iç çürümüşlüğünü gözler önüne seriyor. Bu, AK Parti'lilere, Kurtulmuş'a ve tüm sisteme bir uyarı: Eşik aşıldı, boğulma riski gerçek. Ülke, bu felaketi nasıl aşacak? Cevap, önümüzdeki günlerde şekillenecek, ama Özel'in sözleri gibi, yankısı uzun süre silinmeyecek.